Emekçi halkın güvenliği sorunu
Gerçekgazetesi "Türkiye'nin Suriyeleştirilmesine Hayır!" manşetiyle çıktıktan sadece birkaç gün sonra 10 Ekim 2015'te Ankara Garı'nda Türkiye tarihinin en büyük katliamı yine DAİŞ üyesi canlı bombalar aracılığıyla gerçekleştirilmiş ve Barış Mitingi'ne gelen çoğu işçi ve emekçi 107 insan hayatını kaybetmişti. Takip eden dönem bugüne kadar Türkiye'nin Suriyeleştirilmesi olgusunun giderek derinleştiğini göstermektedir. Irak'ta ve Suriye'de yaşanan ve Türkiye halkının uzun bir dönem haber bültenlerinde yarım dakika ile tanık olduğu ya da alt yazılarda geçerken gördüğü katliamlar adeta günlük yaşamın parçası haline gelmiştir. Emekçi halkın güvenliğini sağlamakla yükümlü devletin en yüksek kademelerden dile getirdiği açıklama 10 Ekim'den sonra da Dolmabahçe ve Kayseri saldırılarının ardından da, Ortaköy saldırısının ardından da aynıdır: "İstihbarat zaafı yok, gerçekleşen saldırılardan çok daha fazlasını (yüzlercesini) gerçekleşmeden önlüyoruz!" Bu açıklamaya bakılırsa Türkiye'nin dört bir yanı hemen her gün bombalı saldırılar yapmak üzere yola çıkmış insanlarla dolmuştur. Bu durumun kendisi bir özür ya da iktidarın sorumluluğunu hafifleten bir gerekçe değil bilakis Türkiye'nin içine sürüklendiği Suriyeleştirilme gerçeğinin apaçık itirafıdır. Suriyeleşen Türkiye demek, her şeyden önce mevcut durumun istihbarata dayalı, polisiye ve askeri önlemlerle çözülecek bir aşamayı geçtiğini göstermektedir.
İktidar sorumluluktan kaçamaz
Erdoğan ve AKP iktidarı siyasi sorumluluktan kaçamaz. Türkiye'de son 30 yılda gerçekleştirilen 46 bombalı saldırının 20'si son iki yılda esas olarak da 7 Haziran 2015'ten sonra gerçekleşti. Yine son 30 yılda bu tür saldırılarda ölen 633 vatandaşımızdan 508'ini son iki yılda kaybettik. Emekçi halkın güvenlik sorunu en başta Türkiye'yi Suriyeleştiren iktidardan kurtulmayı gerektiriyor. Ardı ardına patlayan bombalara Rus Büyükelçi'nin bir çevik kuvvet polisi tarafından öldürülmesi skandalı eklendiğinde en azından felç halindeki iç güvenlik aygıtının başında tek "başarısı" yüzlerce muhalifi gözaltına almaktan ibaret olan Süleyman Soylu'yu görevden almayan iktidar böylece yeni katliamların da siyasi sorumluluğunu üstlenmiş durumdadır.
Türkiye'nin en büyük güvenlik sorunu ABD'dir
Erdoğan ve AKP iktidarı, suçu "üst akıl"a "dış güçlere" atmayı alışkanlık haline getirmiş durumda. Ama ne açıkça ABD'nin adını ağızlarına almaya cüret edebiliyorlar ne de ABD'ye karşı en ufak bir yaptırım uyguluyorlar. Basılmadık HDP binası, gözaltına alınmadık HDP vekili, yöneticisi neredeyse kalmadı. Ama Erdoğan'ın seferberlik çağrısını duyup da Amerikan konsolosluğu önüne giden tek bir AKP'li de çıkmadı. Yani Erdoğan ve AKP iktidarı sadece Türkiye'yi Suriyeleştiren politikalardan dolayı değil ABD emperyalizmine karşı en ufak bir yaptırımda bulunmamalarından dolayı da sorumludur. Erdoğan, hâlâ ABD ile anlaşıp Rakka'ya yürüme hayalindeyken DAİŞ Türkiye'yi Reina'da vurmuştur. ABD'nin yılbaşından bir hafta önce saldırı uyarısı yaptığı biliniyor. Bu saldırıdan ABD istihbaratının ne ölçüde bilgi sahibi olduğunu bilmek güç ancak istihbarat aldıysa da bunu paylaşmadığı ortada. Peki Türkiye'nin ABD'den bağımsız, iktidarın çok sevdiği deyimle "yerli ve milli" bir istihbarat mekanizması var mı? Cevabı almak için 1966-1971 yılları arasında MİT müsteşarlığı yapan Fuat Doğu'nun TBMM darbeleri araştırma komisyonu başkanvekili Selçuk Özdağ'a söylediği şu cümlelere bakalım: "Ben MİT müsteşarlığı yapmadım, CIA'nın şube müdürlüğünü yaptım. Bir CIA yetkilisi gelse, beni Sinop'a götür dese onu oraya götürmekle memurum." O kadar eskiye de gitmeye gerek yok. 15 Temmuz NATO'cu, Amerikancı darbe girişimini bilip de hükümete ve Cumhurbaşkanına haber vermeyen de halen görevi başındaki MİT müsteşarı Hakan Fidan değil mi? İncirlik üssünden kalkan tankerlerin yakıt ikmali yaptığı F-16'ların meclisi bombalamasının üzerinden daha 6 ay geçmedi. TSK'nın tankları DAİŞ'in elindeki ABD menşeili TOW füzeleriyle vuruluyor. Ama İncirlik vızır vızır işlemeye devam ediyor. Nihayet ABD'nin TSK Genelkurmayı'nın başına gönderdiği komiser hâlâ Ankara'dadır. Ortadoğu'da güvenli bir yaşam sürmenin kolay olduğunu herhalde kimse söyleyemez ama ABD ile Rakka'ya yürüme hayalleri kuranlarla emekçi halkın güvenliğinin sağlanamayacağı da ortadadır.
Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Ocak 2017 tarihli 87. sayısında yayınlanmıştır.