Kravatlı tekfircinin kanlı takım elbisesine kuru temizleme

Kravatlı tekfircinin kanlı takım elbisesine kuru temizleme

Suriye’de kravatlı tekfirci Ahmet Eş-Şeraa’nın ve örgütü HTŞ’nin (Heyet Tahriri’ş-Şam) yönetimi altında gerçekleşen Alevi katliamı sürerken, daha sivillerin cesetleri sokaklardan kalkmamışken, Alevi katliamının durdurulması için adım atması gerekenlerin, mezhepçi katliamın faillerini aklamak için seferber olduğunu gördük. Katliamın boyutu o kadar büyüktü ki HTŞ’yi himaye eden güçler dahi mızrağı çuvala sığdıramadı. Bugüne kadar HTŞ’yi himaye eden İngiliz emperyalizminin resmi yayın organı BBC, yine İngiliz merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi rakamlarına dayanarak, pek çoğu evleri basılarak 900’den fazla sivilin öldürüldüğünü kabul etti. Öte yandan emperyalist ajanslar “infazların Suriye’nin yeni hükümetine bağlı güçler tarafından gerçekleştirildiğini bağımsız olarak doğrulayamadık” gibi ifadelerle kiralık adamlarını işledikleri insanlık suçundan sıyırmaya çalıştı. 

Hangi kıyafeti giyerse giysin tekfirci-mezhepçi katiller inandıklarını yapıyor ve katlediyor

Tüm çabalara rağmen HTŞ ve Eş-Şeraa’yı meşru bir yönetim olarak görmek ve göstermek kolay değil. HTŞ halen çok sayıda ülkenin terör örgütü listesinde yer alıyor. Eş-Şeraa’ya takım elbise giydirip, boynuna da kravat taktılar ama ne onun ne de onu iktidara taşıyan binlerce silahlı elemanın eylemlerine yön veren tekfirci-mezhepçi düşünce değişti. Biz farklı inanç ve mezheplere saygı göstereceğiz diye vaatlerde bulundular ama tabii ki bu vaatlerin Alevileri, Durzîleri katli vacip gören, Hristiyanların ise cizye ödeme karşılığında hayatlarını bağışlamayı caiz kabul eden dini ve siyasi referanslarını değiştirmeden nasıl hayata geçirecekleri muammaydı. Nitekim fırsat bulduklarında geçmişte yaptıkları mezhepçi katliamları tekrarlamaktan geri durmadılar. Suriye’yi işgal eden İsrail’e tek kurşun atmayıp Alevi/Nusayrî sivilleri kurşuna dizen bu katillerin eylemlerinin insanlıkla en ufak bir ilişkisi kurulamazsa da yaptıkları Şia’yı ve Alevileri Yahudiler’den aşağı ve tehlikeli gören İbn Teymiyye’nin fetvalarıyla örtüşüyordu. Sonunda, HTŞ’nin yönetimi ve gözetiminde gerçekleşen katliam ve işkencelerle Eş-Şaraa’nın takım elbisesi Alevi/Nusayrî sivillerinin kanına bulandı. Ve kravatlı tekfircileri, “Suriye’nin yeni hükümeti” olarak başta tutmak üzere hummalı bir “kuru temizleme” faaliyeti başladı. 

AKP’ye gören katledilenler değil katledenler mağdur!

Katliamlar sürerken Ürdün’de toplanan Suriye’ye komşu ülkeler zirvesinde Türkiye’yi temsilen bulunan Dışişleri Bakanı Hakan Fidan öyle bir açıklama yaptı ki sanki katledilenler değil de katledenler mağdurdu. Fidan Suriye’de bir katliam olduğunu inkâr ederek olan biteni “Suriye hükümetinin sürdürdüğü politika, provokasyonla rayından çıkarılmaya çalışılıyor” şeklinde yorumladı. Katliama uğrayan Suriye’nin Alevi/Nusayrî halkının Türkiye’deki akrabaları, Türkiye’nin hükümetinden duyarlılık göstermesini boşuna beklemişti. Oysa böyle bir duyarlılık göstermek şöyle dursun AKP iktidarı katliamın durdurulmasını talep edenleri provokasyon yapmakla suçladı. Bu esnada AKP medyasının baş köşelerinden Nusayri ve Aleviler için küfür kıyamet gırla gidiyor, sivil katliamı “gebertiliyorlar” diyerek alkışlanıyordu. Erdoğan başta olmak üzere iktidardan tek bir yetkili kişi çıkıp da bu yazıları “provokasyon” olarak tanımlamadı.

Alevi’nin güvendiği dağlara yine kar yağdı ve CHP de suça ortak oldu

AKP iktidarı açısından bu tutum sürpriz değil. Ancak ana muhalefet konumunda olan ve Türkiye’deki Alevi toplumunun büyük oranda oy verip desteklediği CHP’nin tutumuna da bakmak gerekir. CHP’nin böylesi bir katliama sessiz kalması elbette beklenemezdi. Peki CHP Genel Başkanı Özgür Özel ilk refleks olarak ne yaptı? HTŞ Şam’ı ele geçirdikten sonra oraya ilk giden ve gayri ciddi tavırlarla Eş-Şeraa ile kanka görüntüsü verip araba gezintisine çıkan MİT Başkanı İbrahim Kalın’ı aradı. Kendi aktardığına göre İbrahim Kalın’a şunları dedi: “MİT Başkanı İbrahim Kalın'ı aradım ve bilgi istedim. Hassasiyetimizi ve rahatsızlığımızı ilettim. Orada bir Alevi katliamı varmış gibi bir durumun Suriye'ye de Türkiye'ye de çok zarar vereceğini konuştuk.” Hassasiyet gösteren ve rahatsız olan bir insan, bıraktık haber ajanslarını vesaireyi bizzat HTŞ’li katiller işledikleri cinayetleri, yaptıkları işkenceleri videoya çekip sosyal medyada yayınlıyorken olan bitenden “Alevi katliamı varmış gibi bir durum” diye bahsedebilir mi? Eğer bu partinin Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu kravatlı tekfirci katille temas kurmak için Erdoğan’dan bile önce İstanbul’dan Şam’a heyet göndermişse bahseder tabii! CHP’nin Hatay sınırına gönderdiği Ali Mahir Başarır’ın burada yaptığı sert açıklamaların da bir kıymeti yok. Çünkü ne kadar sert tonla da konuşsa o da kravatlı tekfirciden ve kanlı örgütünden “mevcut Şam yönetimi” olarak bahsederek, tekfirci mezhepçi katillere “kapsayıcı bir hükümet kurulması” önerisinde bulunarak katilleri aklama faaliyetine katkıda bulundu.

Barış anlaşması değil Amerikan helikopteriyle katilleri temize çıkarma belgesi

Ancak esas Eş-Şeraa’yı kurtaran hamle başka yerden geldi. BM Güvenlik Konseyi’nin HTŞ’yi terör örgütü olarak niteleyen ve oybirliği ile alınmış 2254 sayılı kararı orada dururken, dünya kamuoyunun “acaba sözünü tutacak mı” diye baktığı kravatlı tekfirci Eş-Şeraa, herkesin karşısında Alevi/Nusayrî sivillerin kanına bulanmış takım elbisesiyle zuhur etmişken, ABD ve Rusya’nın olağanüstü toplantıya çağırdığı BM Güvenlik Konseyi’nden Eş-Şeraa’ya meşruiyet atfeden bir yöneliş çıkması, BBC ve CNN’nin propaganda faaliyetlerini aşan bir iş haline gelmişti. Nitekim BM Güvenlik Konseyi toplantıya çağrılırken eş zamanlı olarak bir Amerikan Apache helikopteri havalandı. Helikopter SDG (Suriye Demokratik Güçleri) Başkomutanı sıfatlı Mazlum Abdi’yi Şam’a Eş-Şeraa’nın yanına taşıdı. Şam’da 8 maddelik bir protokol imzalandı. Bu anlaşma sanki iki devlet başkanı anlaşma imzalamış gibi görüntülerle dünyaya servis edildi. Anlaşmanın maddeleri üzerine tartışmalar var. SDG’nin Suriye devletine entegrasyonu nasıl olacak? Sınır kapıları, petrol bölgeleri, askeri üsler üzerine olan maddeler nasıl uygulanacak? Bu protokolün Öcalan’ın PKK’ye yaptığı silah bırakma çağrısı ile bağlantısı nedir? Bu gibi sorular üzerine pek çok spekülasyon yapılıyor. Her madde üzerine ayrı ayrı değerlendirme yapılabilir. Ancak bu değerlendirmelerin ve belirsizlikler üzerine yapılan spekülasyonların bir kıymeti yok. 

Zira anlaşmanın son maddesi tüm pratik adımları “yürütme komiteleri”nin çalışmalarına bırakarak zaten Kürtlerle ilgili tüm meseleleri bir nevi “komisyona havale edip” rafa kaldırıyor. Belli ki bu anlaşmanın bugünden yarına sahada pratik bir sonuç üretmesini kimse beklemiyor. Bu anlaşma pratik olarak tek bir mana içeriyor. Amerikan helikopteri havalandığı esnada dünyanın gözü önünde gerçekleştirdiği Alevi/Nusayrî katliamı ile Eş-Şeraa, “bir devlet başkanından bir katliam failine ve savaş suçlusuna dönüşmüş durumdaydı. “Eski rejimin artıklarının peşine düşüyoruz” iddiası ile eylemlerini meşrulaştırmaya çalışıyordu ama herşey ortadaydı. Oybirliği ile HTŞ ve Eş-Şeraa’yı terörist ilan eden BM Güvenlik Konseyi’nin kararının altında imzası olan hiçbir devlet onu bu durumdan çıkartamazdı. Bu kirli iş ABD tarafından Mazlum Abdi’ye ihale edildi. Mazlum Abdi’nin altına imza attığı belge, sadece Eş-Şeraa’yı yeniden devlet başkanı ilan etmiyordu. Dini ve etnik ayrımcılığın reddedildiği birinci madde ile mezhepçi sivil katliamı “Esad rejiminin kalıntılarıyla mücadele” olarak tanımlayan altıncı madde bir arada, bu anlaşmayı Eş-Şeraa’ya, Alevi/Nusayrî yaşlı, genç, erkek, kadın, çocuk sivillerin kanına bulanmış takım elbisesini yeniden giymesi için emperyalizmin düzenlediği kuru temizleme operasyonunun bir parçasına dönüştürüyordu. Nitekim anlaşmanın duyurulmasının hemen ardından ABD Dışişleri Bakanı Rubio, anlaşmaya dair memnuniyetlerini ifade etti ve bunu yaparken tekfirci-mezhepçi yönetimi "geçici otorite" katliamı da "ölümcül şiddet olayları" olarak tanımlayıp, ABD'nin güvenilir ve mezhepçi olmayan bir geçişi desteklemeye devam edeceğini açıkladı. Rubio'nun açıklamasına göre ABD'nin katliamlara ilişkin tutumu endişeyle not ederek izlemeye devam etmek olacak. 

Tekfirci-mezhepçi katillere meşruiyet atfetmek suça ortak olmaktır

Kürtler zafer mi kazandı teslim mi oldu diye tartışmanın bir manası yok. Zira bine yakın sivilin cansız bedenleri halen sokaklardayken, günün konusu Rojava’nın statüsü, sınır kapılarının, petrol kuyularının güvenliği değil fiilen etnik temizlik tehditi altındaki Alevi ve Nusayrî toplumudur. Eş-Şeraa bugünden yarına ev baskınlarını azaltabilir, sivil katliamı hız kesebilir hatta durabilir. Katliam faillerine ilişkin soruşturmalar da açılabilir. Ama günün sonunda “Esad rejimi artıklarının peşine düşmek” ve yeni katliamlar yapmak üzere tekfirci ve mezhepçi katiller, emperyalizmin kendilerine biçtiği takım elbiseleri ve kravatlarıyla, elleri silahlı bir şekilde silahsız ve savunmasız Alevi/Nusayrî halkının karşısındadır. Tekfirci mezhepçi katillere şu ya da bu ölçüde meşruiyet atfeden herkes dünün suçlarının ortağı olmuştur ve yarın işlenecek olan suçlarda da sorumluluğu olacaktır.