Büyük teröristle normalleşme
Türkiye’nin Suriye’de Amerikan tuzağına çekildiğini ve içine girdiği çıkmazdan çıkış için çırpındıkça yeniden ABD emperyalizminin nüfuzuna gireceği konusunda sürekli uyarıyoruz. Nitekim Afrin’de “Zeytin Dalı” harekatı sürerken ve Mınbiç tartışmaları, ABD ve Türkiye arasında “sert karşılık veririz” söylemine “Osmanlı tokadı” cevabıyla son derece sert atışmalara yol açmışken ABD Dışişleri Bakanı Türkiye’ye geldi. Önce Erdoğan’la ardından da Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile görüştü. ABD ve Türkiye hükümetleri adına yayınlanan ortak bildiride elbette ki ne Osmanlı tokadının ne de sert karşılıkların izi vardı. Tam tersine “Türkiye ve ABD'nin müttefik ve stratejik ortak olarak güvenliklerine ve savunmalarına karşılıklı ve tartışmasız bağlılıkları” teyit edildi.
Eyvah! Yine normalleşme!
Mevlüt Çavuşoğlu, ABD Dışişleri Bakanı gelmeden önce, ABD-Türkiye ilişkilerinin ya tamamen bozulacağı ya da düzelme yoluna gireceği kritik bir noktaya geldiğini açıklamıştı. Rex Tillerson’un iki günlük ziyaretinin ardından ilişkilerde “normalleşme” vurgusu öne çıktı. Uğursuz “normalleşme” sözünü daha önce AKP iktidarının İsrail ile ilişkilerinden biliyoruz. Mavi Marmara katliamının faillerini aklayan ve Türkiye’de açılan mahkemelerin düşmesini sağlayan, Filistin’e ait gaz rezervlerinin İsrail tarafından gasp edilmesine Türkiye’yi ortak eden ve her hal ve şart altında İsrail’le ticarete rekorlar kırdıran “normalleşme” sürecini şimdi de ABD ile öngörülmekte.
Ortadoğu’da ABD ve İsrail’den ayrı bir terörizm tanımlaması yapılamaz. ABD ve İsrail terörizmin atasıdır. Öyle bir terörizmdir ki yüzlerce, binlerce değil milyonlarca insanın katledilmesinin müsebbibidir. Öyle bir terörizmdir ki üsleri ta içimizdedir; İncirlik’te, Diyarbakır’da, Malatya’da, Batman’da ve Türkiye’nin dört bir yanını saran NATO üslerindedir. Amerikan komutanları Ankara’dadır. Tüm bölge halkları gibi Türkiye’nin emekçi halkı için de en yakın ve sıcak tehdit ABD ve İsrail terörizmidir. Ve onca “terörizm” hamaseti içinde ve tüm halkın gözleri önünde “büyük terörist” ile normalleşme süreci ilan edilmektedir.
NATO koridoru
Normalleşme beklenen başlıklarda hangi somut adımların atılacağına dair ayrıntılar ortaya çıkmış değil. Daha ziyade tarafların birbirini teskin edici açıklamaları söz konusu. Tillerson, YPG’nin başını çektiği SDG’ye yardımlarının sınırlı olacağını söylüyor. Daha önce ABD Başkanı Trump, YPG’ye silah verilmeyeceğini söylerken silah dolusu tırlar Rojava’ya sevk ediliyordu. Şimdi ise Tillerson, ABD bütçesinden SDG’ye resmen 550 milyon dolarlık bütçe ayrılmasının üstüne “desteğimiz sınırlı olacak” açıklaması yapmakta. Türkiye ise masaya çok daha çekici bir teklifle gelmiş durumda. Öneri şu: Mınbiç’te ABD askerleriyle birlikte TSK güçlerinin konuşlandırılması.
Eğer bu öneri hayata geçer ve Zeytin Dalı da başarıya ulaşırsa Hatay’dan Irak sınırına kadar NATO müttefiki ABD ve Türkiye’nin kontrolünde kesintisiz bir NATO koridoru kurulmuş olacak demektir. ABD’nin Suriye’de bulunmasının hiçbir meşru gerekçesi yokken ve hem Suriye hem de Rusya, ABD’nin Suriye’deki varlığına karşı sesini yükseltmekteyken AKP iktidarı ABD’ye dost elini uzatmış bulunuyor. Diğer yandan Suriye topraklarında askerlerini ABD ile birlikte konuşlandırma önerisi yapan bir Türkiye’nin “Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygılıyız” iddiasına kimi nasıl inandıracağı merak konusu!
Nitekim geçtiğimiz gün Suriye üzerinde ABD, İsrail ve Türkiye’ye ait uçakları vuracaklarını ilan eden Suriye Dışişleri’nden Faysal Mikdad’ın sözleri Mınbiç pazarlıklarıyla birlikte farklı bir anlam kazanmakta. Afrin’de başlatılan harekâtta “Amerikan tuzağı” olduğu ve Türkiye ile ABD’yi karşı karşıya getirmek bir yana yakınlaştıracağına dair öngörümüzü de doğrulamakta.
Hiç komik değil
ABD ve Türkiye arasındaki diplomatik sürecin bir ayağı da Brüksel’deydi. İki ülkenin savunma bakanları Nurettin Canikli ile James Mattis NATO karargâhında görüştü. Görüşmeden kamuoyuna yansıyan en çarpıcı bilgi ABD’nin YPG’yi PKK’den ayırma ve gerekirse savaştırma önerisiydi. Bu öneri Türkiye’de iktidar ve muhalefet cephesinden gerçekçi olmayan hatta komik bir öneri olarak değerlendirildi. Halbuki durum da öneri de hiç komik değil. ABD’nin sadece YPG ve PKK hattını değil bir bütün olarak Kürt hareketini bölmeye yönelik planlarını daha önceki birçok yazımızda, daha kimse dile getirmeden önce ifade etmiştik. PKK, ABD’nin terör örgütü listesinde bulunuyor. Son dönemde ABD resmi söylemlerinde de PYD ve YPG’yi PKK’nin Suriye’deki uzantısı olarak tanımlıyor. Dolayısıyla ABD’nin SDG bünyesinde bir bölünme yaratarak hem Türkiye’yi hem de Kürt hareketini kendi çıkarları için kullanabileceği bir formüle ulaşması son derece açık görülebilen bir plan. Daha önce PKK’den ayrılan tüm gruplar bu örgütle şu ya da bu ölçüde silahlı çatışma içine girdi. Gelecekte de böyle olması pekâlâ muhtemeldir. Daha önce PKK ayrışan grupları ezmekte zorlanmıyordu. Ancak bu sefer ABD emperyalizmi kongreden onaylı 550 milyon dolar, tırlar dolusu silah ve Suriye petrollerini masaya getirmiş durumda. Meseleye böyle bakınca gördüğümüz şey hiç de komik değil. Tam tersine ABD emperyalizminin hem Kürt hareketini hem de Türkiye’yi kendi nüfuzu altında birleştirmeyi hedeflediği oldukça karanlık bir manzara söz konusu.