Kara bayrak kara kıtada

Nijerya'da seçimler gerçekleşiyor. Kara Afrika'nın bu en büyük ve petrol zengini ülkesinde bütün politik mücadelelerin arka planında ise Boko Haram adlı tekfirci örgüt var.  Boko Haram DAİŞ'e biat edeli bizim için de doğrudan doğruya ilgi konusu haline gelmiş durumda.

Boko Haram olarak anılan tekfirci örgüt, özellikle geçen sene 276 kız çocuğunu kaçırması ve Ocak ayında gerçekleştirdiği Bama katliamı ile uluslararası kamuoyunun dikkatini çekmeye başladı. Örgüt, kısa süre önce DAİŞ’e biat edince başka bir önem kazandı.  Böylece tekfirci ve mezhepçi DAİŞ’in halifesi Ebu Bekir el Bağdadi, Afrika’nın batısında da bir köprü başına kavuşmuş oluyor. Kara bayrak yayılıyor. En az DAİŞ kadar vahşi ve gözü dönmüş olan  Boko Haram’ın köklerini Nijerya tarihinde aramak gerekiyor.

Tarihi boyunca iç sıkıntılardan muzdarip olmuş Nijerya için, şu dillere pelesenk olmuş “böl ve yönet” politikasının şaheseri demek yanlış olmaz.  Britanya emperyalizmi, yönetici elitleri ve devlet kadrolarını Doğu’daki Hristiyan Igbolar ve Batı’daki, (iki büyük dinin hemen hemen eşit dağıldığı) Yorubalar arasından seçerken, Kuzey’deki Müslüman Hausa ve Fulani halkları hem emperyalist yabancıya hem de onun işbirlikçisi ve temsilcisi olarak gördüğü Yoruba ve Igbo halklarına diş bilemeye başladı.

1960’taki bağımsızlıktan 6 sene sonra başlayan darbeler serisi, 55 yıllık tarihinde Nijerya’yı 4 cumhuriyet, 3 cunta yaşamış ve bol bol kardeş kanı dökmüş bir ülke haline getirdi. Her biri farklı bir bölgenin siyasi elitlerini iktidara taşıyıp, diğerlerinin vahşice katledilmesiyle sonlanan darbeler, halklar arasına daha fazla husumet yaratırken, 1964 genel grevi gibi tüm ulusları kapsayıp işçi sınıfı politikasıyla halklar arasındaki çelişkileri sonlandırabilecek bir çözüm ihtimalini ise gitgide bulanıklaştırdı.

Örgütün Kuruluşu ve Büyümesi

Izala adlı Selefi örgütten, Suudi yazar Bekir Ebu Zeyd’in eserlerinden etkilenerek kopan Muhammed Yusuf, 2002 yılında,  Batı tarzı eğitimin ve devlet kurumlarında çalışmanın yasaklanması noktasında  diğer Selefilerden ayrılan bir örgüt kurdu. Asıl adı “Selefiliğin Uygulanması için Ehl-i Sünnet Cemiyeti” olan bu örgüt yerel halkça  “Boko Haram” (Hausa dilinde “Batılılaşma Haramdır”) olarak anılmaya başlandı.

Kuruluşundan sonraki 7 yılda büyük bir güç kazanan örgüt için kırılma noktası 2009’da gerçekleşti. Polisin birkaç örgüt üyesini, bir cenazeye giderken yaralamasının neden olduğu rivayet edilen olaylarda, örgütün Bauchi şehrinde bir polis karakolunu basmasıyla çatışmalar Kano, Yobe ve Borno şehirlerine sıçradı ve yüzlerce Boko Haram militanının çatışmalarda öldürülmesi ile sonuçlandı. Belki daha da önemli olan ise, Muhammed Yusuf’un Maiduguri’deki karargâhına yapılan baskında ele geçirilip, gözaltında öldürülmesi oldu. Yusuf’un cesedi devlet televizyonunda teşhir edilirken, hükümet Boko Haram’ın bitirildiğini açıkladı.

Bu süreçte Ebubekir Şekau’nun liderliği altına giren örgüt hem ismini hem de çizgisini değiştirdi. Öncelikle ismini “Vaaz ve Cihad için Ehl-i Sünnet Cemiyeti” olarak değiştiren örgüt daha sonra Bauchi hapishanesini basıp, 100 kadar Boko Haram militanını kurtararak savaşı da tekrar başlatmış oldu. Şekau liderliğini Yusuf döneminden ayıran en temel fark ise saldırılarını, ağırlıklı olarak sivil halka yönetmiş olması. Örgütün katlettiği sivillerin %75’inden fazlasının Müslüman olduğu tahmin ediliyor.

Bu noktada örgütün karakterine dair bir tespit yapılması elzem. Örgüt, DAİŞ ile, kendinden olmayan Müslüman toplulukları kâfir ilan edip, onları yok etmeye çalışmak noktasında ortaklaşıyor (bunun bariz bir Şii karşıtı renk almamış olmasının sebebi, Nijerya’da Şii nüfusun çok az olması ve bu nüfusun da şimdilik Boko Haram’ın elinin yetişmediği Kuzeybatı bölgesinde yer almasıdır). Yani Gerçek gazetesi’nin DAİŞ için yaptığı “İslam dünyasındaki iç savaş örgütü” tespitini Boko Haram için de tekrarlamak mümkün. Nitekim DAİŞ Boko Haram’ın biatını kabul ederken açıklamasında “Sünni kardeşlerimiz” ifadesini de kullandı. Fakat iki örgütü ayıran temel bir nokta var: Boko Haram’ın hem yönetici kadroları (başta Yusuf ve Şekau olmak üzere) hem de savaşçıları neredeyse tamamen Kanuri halkından geliyor. Ülkenin Kuzeydoğusunda yaşayan Kanuri halkı, kendini hem Nijerya’nın ilk Müslüman halkı hem de Karem-Borno halifeliğinin mirasçısı saydığı için, Kuzey Müslümanlarının geleneksel Hausa-Fulani önderliğine küçümseyerek bakıyor. Örgütün saldırılarının da sıkça etnik temizlik amacına yöneldiği söyleniyor. Yani Boko Haram’ın İslam’ın içindeki iç savaş örgütü niteliğine bir boyutu daha eklemek gerek: Boko Haram aynı zamanda Kuzey’deki Sünni Müslüman halkın önderliğini, bir ulustan diğerine geçirmek için de savaşıyor. Yani Boko Haram yalnızca bir değil, iki kere iç savaş örgütü! Boko Haram karşısında en sert üslubu kullananların, Yoruba ya da Igbo siyasetçiler değil, Fulani halkından gelen, ana muhalefet partisi APC (Tüm İlericilerin Partisi) lideri (eski askeri diktatör) Sünni Muhammed Buhari olmasına şaşmamak gerek!

Örgütün İlerleyişi ve Boko Haram Karşıtı Cephenin İç Çelişkileri

2013’te örgüt, ülkenin Kuzeydoğusunda 10’un üzerinde şehri ele geçirince Mayıs ayında Borno, Yobe ve Adamawa eyaletlerinde OHAL ilan eden hükümet, bölgeye geniş kapsamlı bir operasyon başlattı. Bir kez daha Boko Haram’ın yenilgiye uğradığı ilan edilse de örgüt tekrar toparlandı ve 2014’te daha öncekinden çok daha büyük bir güçle saldırdı. 2014 Ağustos’unda Belçika büyüklüğünde bir toprağı kontrol altına alan örgüt ve Şekau, El-Bağdadi ve Bin Ladin’e övgüler düzdüğü bir mesaj yayınlayarak halifeliğini ilan etti.

Bu zaferleri kolaylaştıran temel faktör ise Nijerya’nın içinde bulunduğu çelişkiler. 2011’de büyük bir seçim zaferiyle, Nijerya’nın iki meclisinde de mutlak çoğunluk elde eden Başkan Goodluck Jonathan , sonrasında hem partisi içerisinde hem de ülkede desteğinin hızla eridiğine şahit oldu. Merkez Bankası Başkanı’nın petrol ticaretinde 50 milyar dolarlık bir usulsüzlükten bahsetmesiyle başlayan süreç, iktidar partisi PDP’nin (Halkın Demokratik Partisi) en önemli şahsiyetlerinden  (bir başka eski diktatör) Obasanjo’nun Goodluck Jonathan’ı suçladığı bir mektup yayınlaması ve PDP senatörlerinin APC’ye geçişlerinin başlamasıyla doruk noktasına ulaştı. Sıkıntı öyle bir noktaya vardı ki, hükümet 14 Şubat’ta yapılması gereken seçimleri 28 Mart’a erteleyerek, aksi takdirde kesin olan bir seçim hezimetinden, bu bir buçuk ayda sağlanacak askeri başarılarla kurtulmak için bir manevra yaptı. Son anketler ise bu hafta gerçekleşecek seçimlerde Goodluck Jonathan’ın  şansının hala düşük olduğuna işaret ediyor.

Hükümet ordunun kontrolünü de kaybetmiş gözüküyor. İlk olarak 2014 Temmuz’unda, bir grup askerin maaşlarını alamadıkları ve yeterli silah ile ekipmana sahip olmadıkları gerekçesiyle ayaklanmasıyla (bu sebeple 70 askere idam cezası verildi) ortaya çıkan sıkıntı, Nijerya ordusunun Boko Haram’dan kaçtığı yönünde düzenli olarak gelen haberler ve 200 askerin Ocak’ta, emirlere uymayarak kaçtığı için görevden alınmasıyla tepe noktasına ulaştı. 6 Mart’ta ortaya çıkan bir fotoğraftan sonra, 11 Mart’ta  Goodluck Jonathan’ın iki paralı asker grubundan yardım aldıklarını doğrulamasıyla ordu içindeki huzursuzluk nüksetti. Yabancı paralı askerlere günlük 400 dolar ödendiği söylentisi, aylık 700 dolar olan maaşlarının ancak beşte birini alabilen askerlerde büyük bir memnuniyetsizlik yaratmış durumda.

Bu koşullar altında Afrika Birliği, Batı Afrika ülkelerince, Boko Haram’a karşı savaşacak ortak bir güç oluşturulması için kolları sıvadı. 30 Ocak’ta Nijerya, Çad, Kamerun, Benin ve Nijer birliklerinden oluşacak (çoğunluğu Nijerya ve Çad’dan olmak üzere) 8.700 kişilik bir birlik oluşturulması kararlaştırıldı. Bu güçlerin, toplamda 9.000 civarında olduğu  tahmin edilen Boko Haram güçleri karşısında kısa sürede, başta Nijer’in güneyi ve Kamerun’un kuzeyinde  başarılar elde ettiği açıklandı. Bunun üzerine Goodluck Jonathan, Boko Haram’ın bundan sonra ne toprak kazanabileceğini ne de katliamlar yapabileceğini ilan edip örgütün DAİŞ’e biat etmesini çaresizlik sebebiyle atılmış bir adım olarak nitelendirdi. Fakat tüm bu açıklamalara rağmen Boko Haram için sonun başlangıcının geldiğini söylemekte acele etmemek gerekir.

Nijerya devletinin Boko Haram’ı bitirdiğini daha önce de iki kere ilan etmiş olması bir yana, bu koalisyonun ileride büyük sıkıntılara gebe olabileceğini söylemek için iki sebebimiz var. Birincisi Nijerya’nın, yabancı askerlerin topraklarına girmesini kabul etmiyor olması. Daha önce birçok Afrika ülkesine gönderilen “barış gücü”nde yer almış ve Afrika’nın en büyük bölgesel gücü olma iddiasındaki Nijerya devleti, kendi topraklarına yabancı birliklerin girmesini büyük bir itibar kaybı olarak değerlendiriyor. Fakat mesele şu ki, Boko Haram’ın asıl gücü ve karargâhları Kuzeydoğu Nijerya’da yer alıyor. Yani Nijerya topraklarına giremeyecek bir gücün, anlamlı başarılar elde etmesi mümkün gözükmüyor. İkinci sıkıntı ise, 5 ülkeden oluşan koalisyonun müdahalesinin, Boko Haram’ın yeni cepheler açmasıyla sonuçlanacakmış gibi gözükmesi. Koalisyonun kurulmasına kadar, Nijer, Çad ve Kamerun’daki varlığı sadece söz konusu ülkelerin ücra bölgelerini kamp olarak kullanmaktan ibaret olan Boko Haram, Şekau’nun, son açıklamalarından anlaşıldığı kadarıyla savaşı bu ülkelere taşıma kararı vermiş gözüküyor. Boko Haram’ın tehditlerini değerlendirirken, başta Nijer olmak üzere, söz konusu üç ülkenin sınır bölgelerinde Boko Haram’ın temelini oluşturan Karuni halkının kayda değer bir varlığının olduğunu da akılda tutmak gerekiyor.

DAİŞ’inkinden farklı sebeplerle de olsa, aynı DAİŞ gibi savaşı ulusal sınırların ötesine taşımış olması ve uluslararası tekfirciliğin sözde halifesine biat etmiş olması Boko Haram’ı bizler için daha da ilginç hale getiriyor. Nijerya’nın içinde bulunduğu siyasi kriz ve Boko Haram karşıtı koalisyonun zayıf yapısı ise (bu noktada A.B.D. emperyalizmi için, Kara Afrika’nın bir “öncelik" olmadığına dair yapılan açıklamalar da akılda tutulmalı), bugün sadece Kuzeydoğu Nijerya’yı kontrol eden Boko Haram’ın, kısa süre içinde, sadece Nijerya’da değil, tüm Batı Afrika’da daha büyük bir aktör olma potansiyeli taşıdığını gösteriyor. Bu ihtimalin, yalnızca Batı Afrika için değil, Ortadoğu için de önemli sonuçlar doğuracağı ortada. Unutulmamalı ki Nijerya sadece nüfusuyla değil, başta petrol ve doğalgaz olmak üzere, doğal kaynakları ve ekonomisiyle de Kara Afrika’nın en büyük ülkesi. Boko Haram’ın Nijerya’dan sonra en büyük desteğe ve güce sahip olduğu Nijer ise dünyanın en büyük uranyum üreticileri arasında yer alıyor. Boko Haram’ın böylesi bir zenginliği kontrol etmeye başlaması durumunda, bunun hâlihazırda dünyanın en zengin terör örgütü olan DAİŞ’e sağlayabileceği olanakları tahmin etmek dahi güç. Yazıyı bir hatırlatma ile bitirelim. Hem gericiliğin özel bir biçimi olarak tekfircilik hem de tekfirciliğin daha gelişkin kapitalist ülkelerdeki ruh ikizi olan faşizm uluslararası bir niteliğe sahip (Ukrayna’da savaşan faşist “uluslararası tugaylar”ı ya da PEGIDA’yı hatırlayalım). Hakeza bunları besleyen bataklık olan kapitalizm de öyle. Dolayısıyla, tüm bunları tarihin çöp sepetine süpürecek sınıf mücadelesi de enternasyonal olacak!