Emperyalist boyunduruk ve nükleer beka sorunu
Son dönemde dezenformasyon kavramı çok gündemde. Bu kavram bilhassa iktidar tarafından sansürü meşrulaştırmak için suistimal ediliyor. Ama dezenformasyonun en büyüğü, en esaslısı da yine aynı merkezden çıkıyor. Yıllara yayılan sistematik ve örgütlü bir dezenformasyon faaliyetinin sonucunda nüfusun azımsanmayacak bir kısmı Lozan Antlaşması’nın 2023’te bittiğine, bu antlaşmanın gizli maddeleri olduğuna inandırılmış durumda. Lozan Antlaşması ne 2023’te bitiyor ne de gizli maddeleri var. Bunların hepsi yalan. Ama gizli maddeleri olan antlaşmalar var. ABD ile imzalanan, Türkiye’yi emperyalist boyunduruk altına alan ve ölümcül güvenlik tehditleri yaratan Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması bunların başında geliyor. Öyle söylenti falan da değil. Anlaşmanın içinde özellikle de silahlanma ile ilgili işbirliğini düzenleyen eklerinde gizlilik hükümleri açıkça yazıyor. Lozan’la ilgili atıp tutanları gördüğünüz yerde sorun: Bu anlaşmadan ve gizli maddelerinden haberleri var mıymış? Onlara Lozan hakkında hikayeler anlatanlar hiç bunlardan bahsetmiş mi?
Bahsetmezler çünkü bu dezenformasyon makineleri, Türkiye’yi mehter marşlarıyla emperyalizmin askeri yapmaya çalışan İslamcı ya da ülkücü görünümlü NATO’cu, Amerikancı, İngilizci piyonlardır. Ülkenin ve milletin bekasını gerçekten dert eden varsa derhal bu kötücül anlaşmayı gündemine almalı ve hesap sormalıdır. Çünkü bu anlaşmayla Türkiye’nin başına örülen çorap bildiğiniz gibi değil. Ukrayna’daki NATO-Rusya savaşında Batı emperyalizmi savaşın sürmesi ve gerilimin tırmanmasına yönelik bir inisiyatif alıyor. Bu tırmanışın en son noktası bir nükleer savaş ve buraya doğru tarihte hiç görülmemiş bir hızla ilerliyoruz. Türkiye de bu olası savaşta NATO’nun ve ABD’nin ileri karakolu konumunda.
Kimse “taktik nükleer” silahların kullanıldığı, Ukrayna’yla sınırlı bir nükleer çatışma senaryosuna bel bağlamasın. Öncelikle taktik nükleer silahlar küçük atom bombaları değildir. Hiroşimaya atılanın 10 katı büyüklükte taktik nükleer silahlar vardır. Etkileri dönüp Rusya’yı da vuracak kadar yakın olduğu için bu silahların Ukrayna’da kullanılması zaten akılcı değildir. Bunların taktik olarak sınıflandırılmalarının sebebi menzilleridir. Ve Rusya’nın taktik nükleer silahlarının menzili içinde Türkiye de bulunmaktadır. Adana’daki İncirlik Üssü ABD’ye ait nükleer silahlar barındırmaktadır. Rusya da bu silahların menzili içindedir. Bu durumun yarattığı ölümcül tehdit dolayısıyla Adana Milletvekili Orhan Sümer, Hulusi Akar’a İncirlik’te nükleer silah olup olmadığını sormuş ve Savunma Bakanı Hulusi Akar da “İncirlik'te Amerika Birleşik Devletleri'yle, hepinizin malumu olan, Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması (SEİA) çerçevesinde faaliyetlerimiz devam ediyor” diyerek nükleer silahların varlığını zımnen kabul etmiştir. Açıkça söyleyemez çünkü SEİA’nın 2 numaralı tamamlayıcı anlaşmasının 5 ve 6. maddelerindeki gizlilik hükümleri ağzını kapatmaktadır. Hulusi Akar, halkına gerçeği açıklama sorumluluğunun değil göğsündeki Amerikan liyakat madalyasının gereğini yapmaktadır yine!
Türkiye, ABD’nin konuşlandırdığı işte bu atom silahları dolayısıyla ABD’nin ileri bir nükleer cephesi konumundadır. Türkiye’nin bu ölümcül konuma sürüklenmesinde 12 Eylül’ün Amerikan uşağı generalleri baş sorumlulardandır. Söz konusu SEİA NATO’ya dayandırılarak 29 Mart 1980’de imzalanmış ancak TBMM’de hiçbir zaman onaylanmamıştır. 12 Eylül darbesinin ardından cuntanın gayrimeşru bir bakanlar kurulu kararıyla yürürlüğe sokulmuş, yine gayrimeşru bir şekilde yürürlükte tutulmaktadır. ABD, İncirlik, Kürecik, Çiğli vb. üslerde bu gayrimeşru anlaşma uyarınca emperyalist faaliyetlerini sürdürmektedir. Türkiye’nin bu üslerin üzerindeki egemenliğinin kâğıt üstünde kaldığı, fiili bir tasarrufunun olmadığı da 15 Temmuz darbe girişimi gecesinde ve sonrasındaki süreçte ortaya çıkmıştır. Orduevlerinin, askeri lojmanların önüne otobüslerle, tomalarla barikatlar kuranlar darbe girişiminin aktif bir üssü olan İncirlik’e dokunamamıştır. Bu vaziyetten 12 Eylül düzenini ve ABD emperyalizmine hizmet etmeyi sürdüren bugünün yarı-askeri rejimi de Kenan Evrenler kadar sorumludur.
Ağzından “milli irade” lafını düşürmeyenlerin saldırdığı Lozan Antlaşması’nın arkasında Milli Mücadele ile bağımsızlığını kazanmış bir halkın meşru iradesi varken, adını bile anmaktan imtina ettikleri SEİA, mecliste onaylanmamış, mektup teatileri ile süresi uzatılan korsan bir metindir. İktidarın darbe anayasasını değiştireceğiz derkenki samimiyetini de buradan ölçebiliriz. Türkiye’yi Amerikan boyunduruğuna sokan ve nükleer bir savaş cephesine dönüştüren SEİA, 12 Eylül Anayasası’na bile aykırıdır. AKP ve MHP’nin dilinden düşürmediği beka söyleminin samimiyetini de buradan ölçebiliriz. NATO üyeliği, Türkiye için bir güvenlik şemsiyesi değil başlıca güvenlik tehdididir. SEİA’dan daha büyük bir beka sorunu yoktur. Beka edebiyatını dillerinden düşürmeyenler NATO’nun, SEİA’nın, ABD’nin kitle imha silahlarının bekçiliğini yapmaktadır. Türkiye derhal NATO’dan çıkmalı, SEİA’yı yırtmalı, Amerikan üslerini kapatarak, memleketi ABD’nin nükleer silahlarından arındırmalıdır. Bunu 12 Eylül’ün devamcısı iktidarın da Amerikan muhalefetinin de yapacağı yoktur elbette. Emperyalist zincirleri kıracak güç yine emekçi halkımızdadır. İş ki emperyalist işbirlikçilerinin dezenformasyon kampanyalarına kulaklarımızı tıkayalım, hakikati kuşanalım ve anti emperyalist mücadelede birleşelim.
Bu yazı Gerçek gazetesinin Kasım 2022 tarihli 158. sayısında yayınlanmıştır. Bu yazıyı Gerçek'in podcast hesaplarından sesli olarak dinlemek için aşağıdaki resmin üzerine tıklayın.