“Reis” de kim?

Gazeteci Ahmet Hakan’a saldıran yedi silahşörler poliste nasıl da ötmüşler! Anlattıklarından ortaya çıkan tablo, birkaç şeyi ortaya koyuyor. Birincisi, olayın içinde MİT, Emniyet, küçük ölçekli suç odakları ve belki daha yüksek düzeyde yetkililer var. Silahşörlerin durup dururken olayı dallandırıp budaklandırdığını düşünmek zor. İlk gün, ifadelerinde Ahmet Hakan’ın arabasının kendilerininkine sürtündüğü gerekçesine sığındıkları izlenimi doğmuştu. Böyle bir işe kalkışan bir ekibin, polisin kendilerine sadece “çay ve çorba” ikram edeceğinden emin olsalar bile kayıtlara geçmesi için bir hikâye uydurmamış olması mümkün değil. Ama anlaşılan aralarında hızla anlaşmazlıklar doğmuş ki, hepsi parmaklarını gerçek elebaşı olduğu anlaşılan şahsa yöneltmişler: Yahya Kemal Gezer. Bu adam eski özel harekâtçı. Yani işin içinde Emniyet’in bir kanadı olduğuna dair çok güçlü kuşkular doğuyor. Görevden emekli olmadan ya da erken emeklilikle ayrılan eski polis ve askerlerin bir kısmının, teşkilatları ile işbirliği içinde bu tür gölgede kalan kirli işleri yürüttüğü bütün Türkiye’nin bildiği bir şey.

İkinci nokta çok çarpıcı. AKP’nin organik aydınlarının yanı sıra birtakım liberaller de yıllarca AKP’nin derin devleti temizlemekte olduğunu papağan gibi tekrarladı durdu ya, şimdi hayat Ahmet Hakan olayıyla birlikte onların safsatalarına da vurdu şamarı. Bu elebaşı Yahya Kemal Gezer kimlerin çalışma arkadaşı dersiniz? Eski özel harekâtçı İbrahim Şahin ve Ayhan Çarkın ile. Bu isimler Mehmet Ağar’ın “1000 operasyon” arkadaşı. Yaptıklarını mahkemelerde kendileri itiraf etmiş karakterler. Yahya Kemal Gezer tam da o gelenekten geliyor. Gerçek gazetesi de, öncülü İşçi Mücadelesi de, AKP’nin kontrgerillayı ortadan kaldırmaya değil, kendi eline geçirmeye giriştiğini, kendi derin devletini yaratma çabasında olduğunu yıllardır yazıyor. Pratik bunun doğru olduğunu gösteriyor. İleride daha da sağlam ve çarpıcı delillerin ortaya çıkacağından emin olabiliriz.

Üçüncüsü, bu yeni derin devletin de eskisine tıpatıp benzemesi. Hık demiş burnundan düşmüş! Tanığımız Hürriyet gazetesine baskın yapan güruhun başındaki AKP milletvekili Abdurrahim Boynukalın. Mecliste kendi partisinin başkanvekili Numan Kurtulmuş’un yanına gidip kısa süre önce Ahmet Hakan’ı evinin önüne gitmekle tehdit ettiği için bu olayın kendi hanesine yazılacağından korktuğunu, ama adamların “Allah’tan Sedat Peker’in adamları” çıktığını söylüyor. İki ihtimal var. Ya bu beyefendi ağzına gelen her şeyi söylemeye pek meraklı, aynı zamanda da acemi çaylak olduğu için bu sözü Hürriyet gazetesinden Şükrü Küçükşahin’in önünde söylediğinin farkında değil! Ya da tam tersine sorumluluk kendi üzerine kalmasın bilhassa gazetecinin önünde söylüyor. Ama her durumda Sedat Peker’in polis ve belki de MİT ile birlikte bu işi örgütleyenlerin elebaşısı olduğu ortaya çıkıyor. Susurluk dönemi derin devletinin ruh ikizi bir çete! Gerçi Sedat Peker bu tanıklığı tekzip etti sonra. Sıra Boynukalın’da. Nereden bildiğini de açıklasın Sedat Peker ilişkisini. Unutmayın, bu dosyada “gizlilik” kararı var! Savcının Boyunkalın’ın tanıklığına hemen başvurması da gerekiyor, ama yargının halini herkes biliyor.

Ama en önemli nokta başka. Hürriyet’e ve HDP binalarına yönelen saldırılardan sonra bu sitede Tayyip Erdoğan ve AKP’nin giderek sokak şiddetine, milislere, kaba güce yaslanacak bir doğrultuya girmiş olduğunun artık berrak biçimde ortaya çıktığı ifade ediliyordu. Yazı, bunun Gezi ile başlayan halk isyanının ileride tekrarlanması olasılığına karşı geliştirilmiş bir karşı devrim stratejisi olduğunu da saptıyordu. (http://gercekgazetesi.net/gundemdekiler/akp-ve-erdogan-yol-agzinda.) Herkes Osmanlı Ocakları üzerinde dururken yazı bunlara İBDA-C, Hüda-Par (yani Hizbullah) ve Türkmen birliklerini de katarak çok daha geniş bir stratejinin yürürlükte olduğuna işaret ediyordu. Şimdiki gelişmeler açısından en sembolik olanı ise bütün bu örgütlerin yanında bir de şahıs adından söz edilmesiydi: Sedat Peker. Bu yazının ana tezi hızla doğrulanıyor. Tekzip önemli değildir. Boynukalın adlı zatın aklına Sedat Peker’in adının gelmesi yeterlidir. Sedat Peker geçen yaz “Ak Trol” Taha Ün’ün düğününde Erdoğan’la samimi pozlara mazhar olmuş biridir. Şimdi Tayyip Erdoğan’ın savaşını desteklemek için Rize’de miting düzenleme işini üstlenmiştir.

Ahmet Hakan olayı, bu somut olay için emir nereden, hangi düzeyden gelmiş olursa olsun, Tayyip Erdoğan ve AKP’nin yeni stratejik yönelişinin bir başka adımıdır. 1970’li yıllarda faşist çeteler bir yandan sola ve sendikalara saldırırken bir yandan da toplumun çeşitli alanlarında ismi duyulmuş şahsiyetlere hücum ederek terör ve yılgınlık yaratmaya çalışıyorlardı. Bunda polis de, MİT de yardımcılarıydı; bunun delilleri daha sonra hiçbir şeyin gizlenemeyeceği kadar açık biçimde ortaya saçıldı. İşte şimdi AKP’nin bir kanadı da aynı yola giriyor. Ellerindeki polis gücünü, muhtemelen Efkan Ala’nın belirlediği bir strateji içinde çeşitli biçimlerde kullanıyorlar. Gelişmeler bu yönde giderse, Ahmet Hakan olayı, daha sonra yaşanacaklar arasında, “ucuz atlatmış” diye hatırlanacak bir olay olarak yerini alacaktır.

Aynı minvalde küçük bir ayrıntıya da dikkat çekmek iyi olur. Yedi silahşörlerden biri, polis ifadesinde, kendisine ikna amacıyla Osmanlı Ocakları’nın ilçe başkanlığının vaat edildiğini söylemiştir. İşte lumpen proletarya bu yöntemlerle, rüşvetle, istihdamla, ulufeyle kazanılıyor!

Geriye bir soru kalıyor: günümüz Türkiye’sinde kaç derece reislik vardır? Kaç reis vardır? Suç ortaklarının ifadelerine göre, Yahya Kemal Gezer onları rahatlatmak, işe ikna etmek için şöyle demiş: “İşin içinde MİT var. Emniyet var. Reis var.” Bizim bildiğimiz reis yalakaları tarafından Tayyip Erdoğan için kullanılan bir unvandır. Birileri onun yerine göz mü dikti? Yoksa ondan izinsiz bu yüce unvanı kullanan densizler mi türedi? Yoksa “büyük reis”-“küçük reis” “baş reis”-“alt reis” gibi ayrımlar mı var? Bu reis meselesinin aydınlığa çıkması, olan biteni anlamak bakımından epeyce yararlı olacak.

İşte Suriyeleşme derken bu gelişmenin patlamalı bir gelişme göstermesinden söz ediyoruz. Rusya’nın Suriye’ye girişi, Tayyip Erdoğan’ın 1 Kasım’da sıkıştığı takdirde Suriye’ye asker sokmasını, bir dünya savaşını göze almadıkça hemen hemen olanaksızlaştırıyor. Suriye’ye gidemiyorsak Suriye’yi buraya getiririz! İktidar partisindeki yöneliş budur.