Ne istedilerse veren siz, bedelini biz ödemeyeceğiz!

“Ne istediler de vermedik!”, işte böyle sitem ediyordu Tayyip Erdoğan, Fethullah Gülen ve cemaatine. AKP devlet bürokrasisi içinde konumunu pekiştirmek için yıllarca bu örgütle omuz omuza çalıştı. Bu örgüte bağlı sermaye grupları en çok AKP dönemindeki ihalelerle zengin edildi. Vakıfları, yurtları, eğitim kurumları AKP sayesinde pıtrak gibi memleketin her yerine yayıldı. AKP’li belediyeler kent arazilerini parsel parsel bu yapının “hizmetine” sundular. Bugün FETÖ olarak adlandırdıkları bu örgütün militanları yargıya, emniyet teşkilatına, orduya paraşütle bizzat hükümetin talimatları ile indirildiler. Bilgileri dâhilinde, onaylı, bilinçli, planlı olarak…

Şimdi 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonlarını milat olarak kabul ediyor ve öncesinde el ele işlenen bütün suçları “Allah affetsin, kandırıldık” söylemiyle hasıraltına itmeye çalışıyorlar. Yok öyle yağma! El çabukluğuyla, laf ebeliğiyle bütün sorumluluktan sıyrılamazlar.

Fethullahçıların orkestra şefi olduğu, NATO’nun ve emperyalist odakların gözetiminde gerçekleşen darbe girişimi başarılı olsaydı emekçileri muhakkak ki son derecede olumsuz bir tablo bekliyordu. Emekçilerin darbeye karşı olmaları gerektiği bir gerçektir fakat bu, içeride ve dışarıda ülkeyi bu hâle getirenler suçsuzdur demek değildir. Tam tersine memleketin içinde bulunduğu durumdan en başta onlar sorumlular.

Gel gelelim iş öyle bir hâl aldı ki şimdi bütün faturayı emekçilere kesmeye bakıyorlar. Başarısız darbe girişiminin bedelini bu örgütle hayatı boyunca ilişkisi olmamış insanlara ödetmeye çalışmak da neyin nesi? Efendim böyle dönemlerde kurunun yanında yaş da yanabilirmiş, hatalardan geri dönülürmüş.

On binlerce kamu emekçisini hiçbir somut delil olmadan atmanın, tek bir greve katıldı diye doğu illerinden 11 bin öğretmeni açığa almanın neresi “hata”? 15 bin ÖYP’li (Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı) asistanın iş güvencesinin OHAL KHK’sı ile yok edilmesi ne gibi bir “yanlışlık” olabilir? Fethullahçıların türlü ayak oyunlarıyla mücadele etmiş, Gezi’de meydanları sallamış, Suriye’de savaşa karşı çıkmış, emekçi çocuklarının kanı dökülmesin diye gittiği 10 Ekim mitinginde bomba patlatılmış binlerce Eğitim-Sen üyesi öğretmeni ve akademisyeni cezalandırmaya çalışmak “gözden kaçmış” bir ayrıntı mı?

OHAL fırsatçılığına geçit yok!

Kimse kusura bakmasın emekçiler günah keçisi olmayı kabul etmeyecek. OHAL fırsatçılığıyla KESK’in bitirilmesine de kamuda iş güvencesinin tasfiyesine de izin vermeyecek. Kamu emekçilerinin ilk tek gerçek örgütü KESK derhal harekete geçmelidir. KHK’lar ile açığa alınan, işinden edilen sendika üyeleri için ayağa kalkmalıdır. Elbette işyerlerimiz, şehirlerimiz eylem alanlarımızdır ama gün daha büyük boy ölçüşmelerinin günüdür. El mi yaman bey mi yaman, ortaya çıkacağı gündür.

Madem iş güvencemiz yok ediliyor, madem sendikal örgütlülüğümüz tehdit altında, madem ülke perişan edildi, o zaman KESK sınıf kardeşlerini de yanına almalı, ilk hedef olarak 100.000 kişiyi Ankara’da “Büyük Emekçi Buluşmasında” bir araya getirmelidir. Milli mutabakat adı altında Erdoğan ve AKP’ye destek mitinglerinde değil, emekçinin sözünü söylemek için bir araya geldik mi, o gün karşımızda kimse duramaz.

Bu yazı Kamu Emekçisinin Sesi Bülteni'nin 8. sayısında yayınlanmıştır.
 

Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Ekim 2016 tarihli 84. sayısında yayınlanmıştır.