Ekonomik depresyon bütün haşmetiyle geri geliyor!

Dünya ekonomisi 2008’deki durumundan da beter bir durgunluğa doğru yuvarlanıyor. Kamu borçluluğunun yarattığı gerilimler ABD ve avro bölgesinde çok ağır sonuçlar doğurmaya gebe. Gelişmiş kapitalist ülkelerde ekonomik daralma kapıda. Yükselen piyasalar diye anılan Çin, Hindistan, Brezilya gibi ülkelerde, aynen Türkiye’de olduğu gibi, çelişkiler üst üste yığılıyor, büyüme yavaşlıyor. Üstelik bu sefer krizle mücadelenin aracı da kalmadı. Geçen defa, yani 2008-2009’da devletlerin yaptığı muazzam harcamalar ve finans sektörünü kurtarma önlemleri kapitalizmin uçurumdan aşağı yuvarlanmasını engellemişti. Bu sefer kriz devletlerin kendilerinin borçluluğu temelinde gelişiyor. Yani devlet artık bir çözüm değil sorunun parçası.

Düzen yanlısı yorumcuların “küresel finans krizi” olarak andığı dünya çapındaki büyük ekonomik kriz, 2008 yılının Eylül ayında ABD’de yatırım bankası Lehman Brothers iflas edince patlak vermiş ve hızla bütün dünyaya yayılmıştı. Sadece bankalar değil, borsa, türev piyasaları, sigorta, konut kredisinde uzmanlaşmış kurumlar, hepsi birden aniden çöküntünün eşiğine gelmişti. Krize verilen ad yanlıştı, çünkü iş finansla sınırlı değildi. Dünya ekonomisi bir bütün olarak küçülmeye başladı. Yatırımlar dehşet verici düzeyde geriledi. Her ülkede işsizlik onyıllardır görülmemiş düzeye sıçradı. Dünya kapitalizmi tam anlamıyla uçurumun kenarına gelmişti.

Düzen yanlısı ekonomistler krizin kısa süreceğini, bunun zaman zaman görülen türden bir “düzeltme” olduğunu söylüyorlardı. Biz Marksistler ise bunun kapitalizmin tarihinde görülen en büyük depresyonlardan biri olduğunu ileri sürüyorduk. Bazı iniş çıkışlar olsa da, çok uzun yıllar boyu insanlığı işsizlikle, açlıkla, büyük çatışmalarla, devrim ile karşı devrim arasında bir boy ölçüşme ile karşı karşıya bırakacak bir döneme girmiştik.

Başlangıçta düzenin ekonomistleri haklı gibi göründü. Dünya kapitalizmini uçurumun kenarından kurtaran, burjuvazinin onyıllardır yerden yere vurduğu devlet müdahalesi oldu. Batmakta olan bankalar kamulaştırıldı; kamulaştırılmayanlar devlet parasıyla kurtarıldı. Tüketimin artması için vergi indirimleri yapıldı. Kamu harcamaları arttırılarak talep pompalandı. Bu, tarihin gördüğü en büyük kurtarma ve canlandırma operasyonuydu. Bunun sonucunda 2009 ortalarından itibaren ürkek bir toparlanma başladı.

İflas sırası kamuda

Ama bu dev kamu harcamaları, bu sefer de devletlerin muazzam bir borç yükü altına girmeleri anlamına geliyordu. Tek bir örnek: ABD’nin 2008’de 10 trilyon dolar olan kamu borcu 2011’e gelindiğinde 14 trilyon dolara yükselmişti. Üstelik bu rakam yalnızca federal devletin borçlarını kapsıyor. Eyaletlerin bazıları borçları dolayısıyla iflasın eşiğinde. Aynen Avrupa’da avro bölgesinin güney kuşağını oluşturan ülkeler gibi. Bilindiği gibi, başta Yunanistan, ardından İrlanda ve Portekiz, onlardan sonra da İspanya ve İtalya gibi güney ülkelerinin borçlarını ödeyip ödeyemeyeceği belli olmadığı için bir ortak para olarak avronun geleceği dahi tehlikeye düşmüş durumda.

Bütün bunlardan dolayı dünya ekonomisindeki ürkek toparlanma yerini yavaş yavaş bir durgunluğa bırakmaya başladı bile. Yine tek bir örnek: dünyanın en büyük ekonomisi olan ABD ekonomisi, 2011’in ilk yarısında sadece yüzde 0,8 büyüdü. Ama daha da büyük bir tehlike var: borç içinde kıvranan Avrupa ekonomilerinden birinin bile iflası halinde bütün sistem durma noktasına gelebilir. Bütün dünya korku içinde. Borsalar sürekli geriliyor. New York Borsası 4 Ağustos’u yüzde 4’ten fazla kayıpla kapattı. Bu düşüş oranı 2008’den beri görülmemiş bir şey!

Bu sefer çok daha ağır olacak

2008-2009’da krizin etkisini kamu harcamalarının ve banka kurtarma operasyonlarının hafiflettiğini belirtmiştik. Oysa bu sefer kamu yeni daralma dönemine kendisi yara bere içinde giriyor. Devletlerin kesenin ağzını açarak ekonomiyi canlandırmaya çalışması bu sefer neredeyse olanaksız. Tabii karşılıksız para basma alternatifi var, ama bunun bedeli de hiperenflasyon, yani fiyatların başını alıp gitmesi olur. Dolayısıyla, 2010 toparlanmasından sonra gelecek olan bu ikinci dalga ilkinden de ağır olacak.

Bunun bir nedeni daha var. 2008-2009’da kriz Çin, Hindistan, Brezilya gibi son dönemde çok parlak bir gelişme gösteren ekonomileri sınırlı derecede vurmuştu. Oysa şimdi bu ekonomiler de nefeslerini yitirmeye başladı. Hepsinde hem enflasyon baskısı, hem de büyümede yavaşlama hissediliyor.

Teğet

Türkiye’de iktidar ve yalakaları bir süredir büyümenin hızlanması, işsizliğin gerilemesi ve benzeri olumlu göstergelerle böbürlenip duruyorlar. Yunanistan’ın kriz içinde kıvranıyor olmasından özel bir zevk duyup, “Avrupa Birliği çöküntü içinde, biz parlak bir gelişme yaşıyoruz” diyorlar. Söylediklerini kulakları duysa, felaketin kapının eşiğinde olduğunu anlarlardı. Türkiye’nin dış ticaretinin yarısı AB ile, yabancı sermayenin ezici bölümü AB’den geliyor, banka sistemi AB bankalarıyla ortak, turistlerin çok önemli bölümü AB’den geliyor, AB ülkelerinde milyonlarca Türkiye kökenli işçi çalışıyor. Orada kriz, Türkiye’de günlük güneşlik hava olur mu? Kriz yakında buraya da geliyor.

Bunu düzenin sözcüleri de fark ediyor. Ama Tayyip Erdoğan krizin bu sefer teğet bile geçmeyeceğini söyleyerek halkla alay eder gibi konuşuyor. Bu sefer kriz çok daha ağır gelecek dedik. Ekonomi yüzde 5’ten de fazla daralınca, işsizlik geçen defa ulaştığı yüzde 16’yı da geçince halk ona gününü gösterir.

Kriz hiçbir zaman salt ekonomik bir sorun değildir. Tunus’tan ve Kahire’den sonra, Atina ve Madrid de bunu bize öğretti. Krizin bedelini kimin ödeyeceğini fabrikalarda, işyerlerinde, sokaklarda verilecek mücadele belirler. Türkiye işçi sınıfı, bu mücadeleye hazırlanmalıdır. Çünkü söz konusu olan işimizdir, sofradaki ekmeğimizdir, çocuklarımızın geleceğidir.

 

5 Ağustos 2011

Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Ağustos 2011 tarihli 22. sayısından alınmıştır.