B Planı
B planı var” demiş. Ne olduğunu tahmin etmek için son aylarda çalışma yasalarında yapılan değişikliklere bakmak yeter. Peki AB’ye üyelik için gazetelerde boy boy yazılar kaleme alan ve imzalar veren aydınların B planı var mı? Kim bilir, işe belki de içerde toplumun dörtte üçünü oluşturan işçi sınıfına yüzlerini dönmekle başlayabilirler.
Kriz kâhini olarak da adlandırılan ünlü burjuva ekonomisti Roubini yaklaşık altı ay önce Almanya Başbakanı Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy arasında gerçekleştirilen zirvenin sonuçlarından hareketle “Avro Bölgesi’nin dağılma ihtimali yüzde 40’a yükseldi” demişti. Merkel’in bizzat kendisi ise geçtiğimiz günlerde yapılan AB zirvesi sonrasında “krizden çıkmanın haftalar ya da aylar değil yıllar alabilecek bir süreç olduğunu” belirtti. Avro krizinin derinleşmesiyle birlikte artık AB’nin de içinden çıkılması zor bir krize sürüklendiği ortada. Gerek dünya ekonomisinin uzun krizi gerekse de buna cevap verebilmek için bir araya gelmiş Avrupa sermayesinin kendi iç çelişkileri, özellikle de Avrupa ekonomileri arasındaki rekabet gücü farklılıkları, Avrupa sermayesinin birleşerek güçlü bir emperyalist odak olma hayallerinin altını dinamitlemiş durumda. Artık “zayıf halkalar”dan, “tembel” Avrupa ülkelerinden, kuzey ve güney Avrupa ülkeleri arasında kutuplaşmadan söz ediliyor. Gelinen son noktada Fransız ve Alman sermayelerinin ittifakı ile ekonomik alanda konulacak AB kurallarını ihlal eden ve bunları düzeltmekte ağırdan alan ülkeleri hizaya getirmek için otomatik yaptırım uygulanması kararı alınmış durumda. Buna göre daha önce Yunanistan ve İtalya’da teknokrat hükümetlerin başa geçmesi yetmezmiş gibi, “Avrupa Birliği’nin İMF’si” mantığıyla çalışması öngörülen Avrupa İstikrar Mekanizması (ESM) bünyesinde alınacak kararlarda oybirliğinden oy çokluğuna geçilmesi de söz konusu. Bu yaklaşımın ipuçlarını geçen sene Alman Maliye Bakanı tarafından “Biz İMF’ye rakip bir kuruluşu inşa etmeyi planlamıyoruz. Fakat Avro Bölgesi’nde ihtiyaç duyulduğunda İMF’nin deneyimine ve müdahale kabiliyetine sahip bir kurumu hazır tutmak istiyoruz. Böyle bir kuruma ihtiyaç duyuyoruz” dediği konuşmasında görmek mümkündü. Avro’nun ayakta kalabilmesi için atılan adımların temelinde başta Güney Avrupa ülkelerindekiler olmak üzere Avrupa işçi sınıfına daha fazla kemer sıktırmak ve çalışma koşullarında reform girişimleri yatıyor. Özetle artık “Federal bir Avrupa” hayalinin yerini giderek “piyasa diktatörlüğü” ve milliyetçi tehditler almış durumda.
Elbette aydınların da yanılma payı vardır; ancak öngörüsüzlüklerini özeleştiri ile telafi etmek kaydıyla. Zira 90’lı yıllardan günümüze Türkiye’de de “yüreği solda atan” bazı aydın çevreleri kapitalizmle demokrasinin bütünleşebileceği düşüncesiyle AB’ye bel bağlamışlardı. Türkiye’nin süratle demokratikleşmesi, modern ve çağdaş bir toplum haline gelmesi için AB’nin itici gücüne gereksinmesi vardı. Türkiye’nin kendi iç dinamikleriyle demokratikleşmesi mümkün değildi. Üstelik Türkiye’nin AB üyeliği en fazla işçilerin, çalışanların çıkarınaydı. Bu tespitlerinin altında yatan varsayımı şöyle özetleyebiliriz: AB’nin oluşumu “piyasa önemlidir, ancak demokrasi daha önemlidir” kuruluş ilkesine dayanmaktadır. Yıllardır Avrupa sermayesinin dünya pazarındaki rekabet gücünü artırmak ve bu doğrultuda Avrupa işçi sınıfını dize getirmek üzere kurulmuş bulunan AB’nin, İMF’nin Avrupa kıtasındaki kod adı olduğunu söyleyip durduk. Bizi dinlemediler, umalım ki birçoğuna esin kaynağı olan Slavoj Zizek’in kendisiyle kısa bir süre önce yapılan röportajda “kapitalizmle demokrasi arasındaki izdivacın boşanmaya doğru gittiği” tespitine kulak versinler.
AB’ye girmek için can atan ve “AB’nin Çin’i olmak” için yanıp tutuşan ikircikli Türk burjuvazisi ise şimdiden AB’nin krizini fırsata çevirme peşinde. TÜSİAD Başkanı Boyner yapısal reformları, özellikle işgücü piyasası ile ilgili olanları bir an evvel hayata geçirmek gerektiğini belirtiyor. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ise, “AB krizine karşı Türkiye'nin her zaman için bir B planı var” demiş. Ne olduğunu tahmin etmek için son aylarda çalışma yasalarında yapılan değişikliklere bakmak yeter. Peki AB’ye üyelik için gazetelerde boy boy yazılar kaleme alan ve imzalar veren aydınların B planı var mı? Kim bilir, işe belki de içerde toplumun dörtte üçünü oluşturan işçi sınıfına yüzlerini dönmekle başlayabilirler.
* Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Ocak 2012 tarihli 27. sayısında yayınlanmıştır.