Lübnan’da ve Filistin’de direniş kazanacak!
İnsanlığın baş belası ve Batı Asya (Ortadoğu) halklarının kanlı bıçaklı düşmanı olan İsrail Siyonizmi, ABD emperyalizminin desteğiyle bölgede terör estirmeye devam ediyor. El Aksa Tûfanı’nın yıldönümü yaklaşırken, Gazze’deki İsrail saldırganlığı, sadece Filistin dostlarının değil, bir dizi uluslararası kurumun da saptadığı üzere bir soykırım niteliği kazandı. Filistin’in bir diğer parçası olan Batı Şeria’da da son dönemde İsrail operasyonları gitgide daha kanlı bir hal alıyor. Savaşın en yeni cephesi ise, şimdiye kadar nispeten düşük yoğunlukla ilerleyen Lübnan oldu.
Durumu daha iyi anlamak için hatırlatalım. Bir dizi mezhebin ve dinin bir arada bulunduğu Lübnan’da, en özet biçimde söylemek gerekirse en güneyde, yani İsrail’in işgal altında tuttuğu Filistin topraklarının kuzey sınırında Şii halk, orta bölgelerde başta Maruniler olmak üzere Hristiyanlar, en kuzeyde ise Sünniler çoğunlukta. Dolayısıyla, en başta bir Şii örgütü olan Lübnan Hizbullahı (Türkiye’de özellikle 1990’larda kontrgerilla operasyonlarının bir parçası olan Hizbullah ile karıştırılmasın, iki örgütün isim benzerliği dışında hiçbir ilişkisi yok), Siyonistlerle burun buruna olan Güney Lübnan bölgesinde en çok ağırlığa sahip olan güç. Dahası, bir dizi tarihsel sebeple klasik anlamda bir ordudan ziyade bir çeşit polis gücü işlevi gören Lübnan ordusunun güçsüzlüğü karşısında, Güney Lübnan’daki uzun süreli İsrail işgalini bitirmek için 2000 yılında İsrail’i, adeta kovalayan, 2006’daki yeni işgal girişiminde yine Güney Lübnan’da yenen de Hizbullah’ın askerî birlikleri olmuştu. Lübnan ordusunun güçsüzlüğü ve Hizbullah’ın bu özel coğrafi ve askerî konumu birleşince, Hizbullah son on yıllarda İsrail’e karşı Lübnan’da vatan savunmasını da büyük oranda üstlenmiş bulunuyor. Bu misyonun bir göstergesi de Hizbullah’ın siyasî alanda ve diğer dinî gruplarla ilişkisinde kendini gösteriyor. Örneğin Hizbullah, Kataib ya da Falanjistler olarak bilinen ve emperyalizm ile ayrıcalıklı ilişkilere sahip olan Maruniler içerisindeki siyasî güçlerin karşısında, eski Lübnan ordusu generali Mişel Avn’ın başını çektiği bir başka Maruni partisi olan Hür Yurtsever Hareket ile kırılgan da olsa bir ittifak kurarak, Lübnan siyasetindeki mezhepler arasındaki çatışma dinamiğine karşı Siyonizmin karşıtı ulusal birlik yönünde bir adım atmıştı.
Kuzeyinde yer alan ve Siyonizme son dönemdeki en büyük yenilgilerini yaşatmış bu güce bir darbe vurmak, uzun süredir Siyonistlerin hayaliydi. Siyonistlerin, Gazze’deki kazanacaklarını söyledikleri “mutlak zaferi” bir türlü kazanamamaları, bir anlamda Filistinli direniş güçlerinin uzun süreli gerilla savaşına uyum sağlayarak özellikle Gazze’nin kuzeyinde tekrar tekrar baş göstermesi, Netanyahu’yu acil bir askerî başarıya muhtaç kıldı. Öte yandan, Ukrayna’da süren Rusya-NATO savaşında yaşanan gelişmeler karşısında, Siyonizmin hamisi ABD emperyalizminin ilgisinin Ukrayna’ya dönmesi riski, Netanyahu’yu hamle yapmaya zorlayan bir diğer faktördü. Siyonistlerin ellerine geçen önemli istihbaratı kullanmak istemeleri de muhtemelen bu başarıyı Lübnan’da kazanabilecekleri umudunu yarattı.
Böylece bir senedir Lübnan-İsrail hattındaki nispeten düşük ölçekli ama sistematik çatışmaların ardından geçtiğimiz ay Siyonistler büyük bir saldırı kampanyası başlattı. İsrail önce, birer gün arayla hem Hizbullah militanlarının hem de Hizbullah’ın hastaneleri ve okullarıyla bir çeşit devlet gibi hareket ettiği bölgelerdeki sivil çalışanların kullandığı çağrı cihazları ve telsizleri patlattı. Bu hamle, bir yandan örneğin Hizbullah kontrolündeki bölgede çalışan sivilleri de hedef alan büyük bir canilik göstergesiydi. Fakat bunun ötesinde, ciddi bir istihbarat zaafına işaret ettiği için Hizbullah saflarında da bir moral bozukluğu yaratması kaçınılmazdı.
Devamında, üst üste gelen bombardımanlarla Siyonist İsrail önce Hizbullah’ın askerî liderliğinin önemli bir kesimini, daha sonra da hareketin uzun süredir lideri ve simgesi olan Hasan Nasrallah’ı katletti. Öncelikle altını çizelim, basında çizilen yanlış tablonun aksine, Hizbullah’ın siyasî liderliği büyük oranda hayatta. Siyonistler şu ana kadar cephe hattına daha yakın olan askerî liderliğe darbe vurdu. Fakat bu düzeltme, yaşananın hem Hizbullah hem de tüm Filistin yanlısı güçler için önemli bir yenilgi olduğu gerçeğini değiştirmiyor. İsrail’in bombasıyla düğün bayram etmekten bile utanmayan mezhepçilerin emekçi halkımızı ve direniş güçlerini “Şiidir, Sünnidir, şucudur bucudur” diye birbirine düşürme girişimlerine karşın, biz Siyonistlere sıkılan her kurşunun, atılan her bir taşın dostu ve müttefikiyiz. Başta 2019 Lübnan halk isyanına karşı konumları olmak üzere Nasrallah’ın ve Hizbullah’ın siyasî çizgisiyle farklarımız ne olursa olsun, Siyonizme karşı direnen güçler, ömrünü bu davaya adamış bir yiğit direniş savaşçısını yitirmiştir. Biz Siyonizmle mücadele ederken düşen her savaşçı için olduğu gibi, bu adanmış insanın anısı karşısında saygıyla eğiliyor, Siyonizme ve emperyalizme karşı bilenen kinimizle dişlerimizi daha da güçle sıkıyoruz.
Ama yâd etmek sadece feryat etmek değildir! Bozguncular ne derse desin, ne Gazze’de ne de Lübnan’da direniş yenilmiştir. Lübnan halkının ve direniş örgütlerinin, Güney Lübnan’a girme hazırlığı yapan Siyonist İsrail’e karşı verdiği vatan savunması, Gazze’deki direnişten bile büyük olma potansiyeli taşıyor. Bize düşen her cephede Siyonizme ve onun en büyük destekçisi ABD emperyalizmine karşı mücadeleyi yükseltmektir. Siyonizme kalkan olan İncirlik ve Kürecik üslerinin kapatılması için mücadele etmek ve Siyonizm’in hamisi olan NATO’dan çıkıp NATO’yu yıkmak görevleri, Türkiye’den Siyonizme vurulacak en önemli darbeler olarak önümüzde duruyor.