Filistin’in sömürgeci İsrail’e isyan hakkı yok mu?

sungur_giyotin

7 Ekim’den bu yana Türkiye’de yüzünü Batı dünyasına dönmüş eğitimli katmanlar ve bunların sola yatkın kesimleri, Hamas’ın İsrail’e karşı başlattığı el Aksa Tufanı eyleminin, sivilleri de hedef alan aşırı şiddete dayandığı için desteklenemeyeceğini savunuyor. İsrail’in Gazze’ye bir aydır uyguladığı ağır çekim soykırımın barbarlığı bunların artık ilk günlerdeki gibi yüksek sesle konuşmasını olanaksızlaştırdı ama emin olabiliriz ki bu koşullar değiştiğinde benzeri homurtular yeniden artacaktır. Kalıcı bir sorunla karşı karşıyayız, deşmemek olmaz.

Bu kesimler Avrupa ve Amerika’nın demokrasisine hayran. Bu demokrasinin o ülkelerde nasıl kurulmuş olduğunu da az çok biliyorlar. Bu kesimlerin yücelttiği burjuva cumhuriyetinin Fransa’da kalıcı olarak kuruluşu neredeyse yüz yıla yayılan dört devrim sayesinde olmuştur (1789, 1830, 1848, 1871). Devrim diyen neredeyse kaçınılmaz olarak şiddet demiş olur. Hiçbir toplumun hâkim sınıfları iktidarı güle oynaya yeni birtakım güçlere teslim etmeyecektir.

Biliniyor ki, bu dört devrimin ilki, 1789 ila 1815 arasında sadece Fransa’yı değil Rusya’ya kadar bütün Avrupa’yı sarsan ve bütün dünyada burjuvazinin çağını açan Büyük Fransız Devrimi’dir. Bu devrimin en yerleşik sembolü nedir? Giyotin! Yani o çağın Fransa’sının idam cezalarını infaz etmek için kullandığı, cezalandırılan kişinin kafasını bir an içinde uçuran alet. Fransız devrimi önce eski rejimin kralının kellesini kesmiş, ardından devrimciler birbirlerine düşerek tam bir terör rejimi kurmuştur. Daha ileriki bir aşamada ise ünlü general Napolyon Bonapart kırda toprak köleliğini ortadan kaldıran Fransız devrimini süngüyle Rusya sınırlarına kadar taşımıştır. Bu çeyrek yüzyılda yaşanan şiddetin, yitirilen canların haddi hesabı yoktur.

Yani cumhuriyet ve demokrasi Avrupa’ya okyanuslar kadar çok kan akıtılarak gelmiştir.

Amerika da farklı değildir. 18. yüzyıl ortasına kadar Kuzey Amerika, İngiliz sömürgesiydi. Bu sömürgelerden 13 tanesi 1770’li yıllarda bağımsızlığını ilan etti. Elbette İngiltere bu verimli sömürgelerinin bağımsızlığını bir asilzade selamıyla kabul etmedi. Bağımsızlık, modern tarihin gördüğü en şiddetli, en gaddar savaşlarından biri sonunda kazanıldı. Buna Amerikan devrimi dendi.

Amerika bugün bir burjuva demokrasisi yaşıyorsa bunu, devrimcilerinin sömürgeciye karşı gereken her yöntemi kullanmasına borçludur.

Amerika ve Avrupa bunu kendileri de gayet iyi biliyorlar, ama bu toplumların yöneticileri, bugün işçi ve emekçiler ayaklandığında veya ezilmiş halklar emperyalizme ve sömürgeciliğe karşı isyan ettiğinde hemen “terör”, “vahşet”, “insanlık suçu” diye haykırmaya başlıyorlar. Onları anlamak mümkün: Bu ülkelerin hâkim sınıfı burjuvazi, işçi sınıfının sömürülmesine dayanan kapitalizmden ve 19. yüzyılın sonlarında yerleşen emperyalist dünya sisteminden büyük fayda elde ediyor. Bu sisteme her meydan okuyuş karşısında bütün propaganda silahlarını kullanmaları anlaşılır.

Peki, Türkiye’nin Avrupa ve Amerika’nın demokrasisine hayran eğitimli katmanlarına ve onların solcu kesimlerine ne oluyor? Onlar neden mesela Filistin’de Hamas, sömürgeci Siyonist İsrail devletine kayıplar yaşattığında birden Amerika-Avrupa hâkim sınıflar korosuna katılıyor? Birdenbire Filistin halkının çok gaddar bir yerleşimci sömürge yönetiminin zulmünü tam 75 yıldır yaşamakta olduğunu görmezlikten geliyor?

Evelemeye gevelemeye lüzum yok. Bu katmanlar Türkiye’nin Batı sistemiyle bütünleşmesinden büyük çıkar sağlıyor da ondan. Kimi doğrudan sermaye ve ticaret yoluyla, kimi parasını oralarda tutarak, kimi ev alarak, kimi vatandaşlık satın alarak, kimi burs ya da derneğine “fon” bekleyerek, kimi her ne sanat ya da bilim icra ediyorsa orada şöhret olma hayaliyle yaşadığı için. İşte bu yüzden bundan yaklaşık 70 yıl önce Türkiye’yi NATO denen korsanlar örgütüne bağladılar. Bu yüzden NATO’nun ve emperyalizmin çıkarına dokunan her mücadeleye karşı olmak için bir kulp bulurlar.

Bunların ikiyüzlü dünyalarında Güney Afrika’nın ilk siyahi cumhurbaşkanı Nelson Mandela çok olumlu bir yere sahiptir. Bugünkü İsrail’e dünyada en çok benzeyen ülke, eski ırk ayrımcılığına dayalı Güney Afrika’ydı. Bu ülke şiddetli mücadelelerle sarsılırken Mandela siyahi Afrikalıların ırk ayrımcılığının yanı sıra kapitalist sömürüye karşı da vermekte olduğu güçlü mücadeleyi barışçıl bir yola çevirerek ırk ayrımcılığının sadece hukuk düzeyinde ortadan kalkmasını sağlamıştır. Mandela “barışçı” olduğu, şiddete karşı olduğu gerekçesiyle yüceltilir. Ama bugün kimse Mandela’nın daha önceki dönemde siyahi hareketin gerilla örgütünün başında olduğunu ve bol bol “terör” ve vahşet” eylemi düzenlediğini konuşmaz!

Güney Afrika’daki o çok sınırlı kurtuluşun kökünde şiddet yatıyorsa aynı şeyi Filistin’den esirgemek kimin haddine düşmüş?

Bu yazı Gerçek gazetesinin Kasım 2023 tarihli 170. sayısında yayınlanmıştır.