Soykırımı bir plastik cerrahın gözünden izlemek: Bir tutku hali

Soykırımı bir plastik cerrahın gözünden izlemek: Bir tutku hali

Siyonist işgalci İsrail devletinin Filistin halkına uyguladığı soykırım, tüm acımasızlığıyla devam ediyor. Soykırım yalnızca sivillerin silahlarla/bombalarla katledilmesi olarak vuku bulmuyor, aynı zamanda halkı açlığa mahkûm ederek, sağlık tesislerini bombalayarak, sağlık çalışanlarını öldürerek, şehrin altyapısını tahrip ederek de sürdürülüyor. Buna rağmen Filistin halkı kahramanca direnmeye devam ediyor. Yalnızca elde silah mücadeleden ibaret değil bu direniş. Adeta gönüllü bir sağlık “ordusu” da İsrail’in bombalarından arta kalan hangi sağlık merkezi varsa orada, keskin nişancıların hedefi olma pahasına yaralananları tedavi ederek soykırıma karşı mücadeleye destek veriyor.

Soykırım uygulayan bir devlete karşı, soykırıma uğrayan halkın silahlı direnişi meşrudur. Ancak karşınızdaki İsrail gibi emperyalizmin tam onayı ve desteğiyle hareket eden bir devletse bu yalnız başına yeterli olmayabilir. Uluslararası alanda Siyonist lobinin yalanlarına karşı mutlaka gerçekleri açığa çıkaracak farklı araçları kullanmak zorunludur. İsrail’in, yalanlarını açığa çıkarma girişimlerine gaddarca yaklaşımından bunu görebiliyoruz.

Bu araçların başında elbette basın-yayın mecraları (bugün için sosyal medya da) geliyor. İsrail’in soykırımın başından beri Gazze’de bilerek hedef alıp öldürdüğü basın mensubu sayısı 270’i aşmış durumda. Bu seçiş elbette tesadüf değildir. Ayrıca “12 Gün Savaşı” olarak anılan, İsrail-İran savaşında, İran’ın füzelerinin İsrail’de yarattığı tahribattan dünyanın haberi olmaması için İsrail hükümetinin ülke içinde uyguladığı sert sansürü unutmamalıyız. Siyonist rejimin, kendi halkına da nasıl düşman olduğunu kanıtlayan bir gelişmedir bu. Bir başka araç ise sanattır. Resimdir, fotoğraftır, videodur, filmdir, belgeseldir…

İstanbul Tabip Odası Filistin’le Dayanışma Çalışma Grubu olarak Gazze’de sağlık ihlalleri başta olmak üzere her türlü insanlık dışı muameleyi Türkiye’deki hekimlere ve sağlık ortamına duyurmaya ve aktarmaya çalışıyoruz. Sayfamızda bu konuyla ilgili pek çok yazımız bulunmakta. Bunun yanında sanatsal faaliyetleri de çok önemsiyoruz. Çalışma Grubumuzun kurulmasından yakın bir zaman önce Filistin halkının yaşadıklarına birinci elden tanıklık etmiş İskoçyalı aktivist Jeremy Lester’ın (artık ne yazık ki aramızda değil) soykırımın ortasında Beytüllahim’in Dehişe Mülteci Kampı’nda çocuklarla ve gençlerle hayal güçlerini, İsrail ordusunun yaptığı saldırılar nedeniyle yaşadıkları kabus bataklığından “kurtarmaya” çalışmak amacıyla “Düşlere Özgürlük” adıyla düzenlediği resim atölyesinin eserlerinden oluşan sergisine, Emperyalizme ve Siyonizme Karşı Filistin Dostları grubunun düzenleyiciliğinde, İstanbul Tabip Odası olarak ev sahipliği yapmıştık.

Bu sefer de Çalışma Grubu olarak bir belgesel gösterimi yapmak istedik. İlk gösterimi Haziran 2025’te Documentarist 18. İstanbul Belgesel Günleri kapsamında yapılan Gazze’de yaşanan soykırımı bir Filistinli plastik cerrah olan Dr. Ghassan Abu-Sittah’ın gözünden bizlere aktaran, yönetmenliğini Carol Mansour ve Muna Khalidi’nin yaptığı Bir Tutku Hali (A State of Passion) belgeselini Türkiye Psikiyatri Derneği İstanbul Şubesi’nin ev sahipliğinde gösterme fırsatı yakaladık.

Dr. Abu-Sittah, plastik cerrahi uzmanlığını İngiltere’de almış ve orada çalışan bir doktor. Soykırımın başlamasının ardından Gazze’ye gider. (Daha önce de çatışmanın arttığı dönemlerde gitmiştir, bu durum belgeselde işleniyor) Belgesel, El-Şifa ve El-Ehli Hastaneleri’nde neredeyse dinlenmeden aralıksız ameliyat yaptığı 43 günü konu ediniyor. Belgesel sizi ilk andan son ana kadar oturduğunuz yere mıhlıyor adeta. Cerrahın çalışma ortamı doğrudan seyirciye aktarılmış. Hastanenin acil servis ortamının tüm kaosunu size yaşatıyor. Anestezi olmadan yapılmak zorunda kalan ameliyatlar, etrafa saçılan parçalar ve yerlere dizilen naaşlar… Bağırışlar, çığırışlar, ağlama ve inleme sesleri, her yer kan revan yaralılarla dolu… Belgeselin belli anlarında Dr. Abu-Sittah’ın geçmişine yol alıyoruz. Çocukluğu ve gençliğine dair bilgiler öğreniyoruz. Örneğin nasıl direnişçi militan olmayıp cerrah olduğu gibi detayları öğreniyoruz. Sonra günümüze dönüp bugünkü İngiltere’deki aile ve iş yaşamına dair bilgiler günlük yaşantı içinde seyirciye aktarılmış. Yönetmenler belgeselde yer alanların tamamen doğal halleriyle görünmelerini istemişler belli ki. Hiçbir “oyunculuk” yok dolayısıyla belgeselde.

Bu tür bir belgeselin insanda bıraktığı müthiş etkiyi tek bir yazıda ifade etmek olanaksız elbette. Böyle bir ümitsiz çabaya girmeye niyetim yok. Belgeselde çarpıcı olduğunu düşündüğüm noktaları vurgulamak istiyorum sadece.

İlk nokta; doktorların, özellikle de cerrahların (ve elbette farklı görev alanlarındaki doktor olmayan sağlık çalışanlarının) soykırımın yaralarının sarılmasındaki o eşsiz rolünü kavratıyor size belgesel. Yalnızca sağlık hizmeti sunarak yapmıyor bunu sağlık çalışanları, moral-motivasyon olarak da müthiş bir katkı sunuyorlar. Halkta “Soykırıma karşı direniyoruz, yenilmedik” hissini de yaratıyorlar. İsrail bunu bildiği için doğrudan hedef alıyor bu alanı. Bazıları, bu arada Dr. Abu-Sittah’ın arkadaşı olan pek çok cerrah, Siyonist rejimin keskin nişancılarının hedefi oluyor. Soykırımın başından beridir 1500’den fazla sağlık çalışanını katletti İsrail. İsrail’in soykırım uyguladığının en açık kanıtlarından biri sağlık merkezlerini kasıtlı tahrip etmesi, çalışanlarını bilerek katletmesi.

İkinci nokta; Dr. Abu-Sittah’ın -kendisinin de belgeselde vurguladığı gibi- kahraman, üstün yetenekli vb. bir insan olmadığı. Soykırım sırasında Gazze’de fedakârca çalışmalarından ötürü Filistin’in kahramanlarından biri statüsüne yükselmiş durumda. İngiltere’de kendi halinde bir cerrahken elbette belgeselin de katkısıyla, şimdi Filistin mücadelesine verdiği destek sayesinde herkesin onu tanıdığını söylüyor. Kahraman olmadığını anlatmak için ben de insanım, ben de korkuyorum, ben de yoruluyorum vs. minvalinde ifadeleri oluyor. Tabii buna rağmen üç çocuğu ve eşi, aynen halkı gibi onu kahraman olarak görüyor.

Üçüncü nokta; Dr. Abu-Sittah bağrında bir çelişki taşıyor kanımca. Hem bir Filistinli doktor ama aynı zamanda emperyalist bir ülkede, İngiltere’de çalışıyor ve yaşıyor. Hatta bunu bir sahnede, İngiltere’de iz bırakmadan yaptığı dudak kaldırma operasyonlarıyla ünlü olduğunu, işini de iyi yaptığını esprili bir dille ifade ediyor. Seyirciye bu çelişkisini göstermiş oluyor. Özellikle Gazze’de soykırım başladıktan sonra bu çelişki belirginleşiyor. Bundan dolayı psikolojik olarak suçluluk duyduğunu, sıkışmışlık yaşadığını düşündüm belgeseli izlerken.

Bugün Filistin mücadelesine destek olmak için kahraman olmaya gerek yok. Bu düşünce bizi Filistin’e destek verebilecekken vermekten alıkoyabiliyor. Dr. Abu-Sittah’ın verdiği mesaj bu nedenle çok önemli. Filistin mücadelesine destek için Gerçek gazetesinin Eylül sayısı manşetinde dediği gibi “Gazze açlıktan ölürken susan bizden değildir!” deyip “Sadece kalbimizle değil, eylememizle, örgütlü gücümüzle de Filistin halkının yanında olalım!” yeterli.

İsrail’in Gazze’de uyguladığı soykırıma karşı direnmenin sorumluluğu yalnızca Filistin halkında değil. Emperyalizmin tüm desteğini arkasına almış Siyonist rejimin geriletilmesinde, başta Batı Asya’nın (Ortadoğu) işçi ve emekçi, ezilen halkları olmak üzere dünyanın farklı coğrafyasındaki ezilenlerinin de çıkarı var. Bu anlamda biz de Türkiye’de çalışan doktorlar olarak, İstanbul Tabip Odası Filistin’le Dayanışma Çalışma Grubu bünyesinde başta sağlık alanında olmak üzere soykırıma karşı mücadelede elimizden geleni yapmaya devam edeceğiz.

Filistin’de soykırıma karşı mücadelede hayatını kaybeden doktorların ve sağlık çalışanlarının anısı önünde saygıyla eğiliyor, Dr. Abu-Sittah gibi hayatlarını hiçe sayıp Filistin halkına destek olan sağlık çalışanlarına minnet borcumuzu ifade etmek istiyorum.

 

NOT: Böyle bir belgeseli çektikleri ve İstanbul Tabip Odası Filistin’le Dayanışma Çalışma Grubumuzun belgeseli göstermesine izin verdikleri için belgeselin yönetmenleri Carol Mansour ve Muna Khalidi’ye; katkısından dolayı Documentarist İstanbul Belgesel Günleri’ne çok teşekkür ederiz. Gösterime ev sahipliği yapan, İstanbul Tabip Odası Filistin’le Dayanışma Çalışma Grubu’nun bileşeni olan Türkiye Psikiyatri Derneği İstanbul Şubesi’ne de teşekkürlerimizi sunarız.