Rojava’yı köleleştirmeden rahat etmeyecekler!

Yaygın olarak IŞİD adıyla bilinen Irak ve Büyük Suriye İslam Devleti (IBSİD) son haftalarda bütün dünyanın gündemine oturmuş bulunuyor. Elbette ABD’nin Arap ülkelerini de içeren yaygın bir koalisyonun desteğiyle IBSİD bölgesini havadan bombalaması, IBSİD’e karşı verilecek kara savaşına katılmamakla birlikte el altından desteği, Suriye muhalefetinin “ılımlı” güçlerine finansman sağlanması için yeni bir atağa girişmesi ve IBSİD’in para kaynaklarını kurutmak için çalışmalar başlatması, bütün dünyanın ve özellikle bölge ülkelerinin bu konuda kendi konumlarını tekrar gözden geçirmelerine yol açan en önemli gelişme (bkz. “ABD ve IBSİD (IŞİD): Teröristler Düellosu”, http://gercekgazetesi.net/uluslararasi/abd-ve-ibsid-isid-teroristler-duellosu).

Ama ABD’nin hemen hemen üç haftadır sürdürdüğü bombalama henüz karada IBSİD’in karşıtlarının en ufak bir kazanımı ile sonuçlanmış değil. Ne Irak ordusu, ne peşmergeler, ne de Suriye ordusu veya muhalefeti, IBSİD’i ele geçirdiği mevzilerden kıpırdatamadı henüz. Tersine, son hafta içinde IBSİD, bir süre önce Şengal’e yaptığı saldırıya benzer biçimde yeni topraklara yüzünü döndü, Rojava’nın Kobani (Kobanê) kantonuna taarruz başlattı. Böylece Türkiye’deki mücadeleyi doğrudan ilgilendiren bir süreç başladı. Bu arada, 12 Haziran’da IBSİD’in Türkiye’nin Musul Başkonsolosluğu’nda rehine aldığı 49 kişinin 20 Eylül’de salıverilmesi de gerçekleşti. Dolayısıyla, IBSİD meselesi Türkiye’de de gündemin tam merkezine oturdu.

Berrak olabilmek için olayları hatırlatalım: Eylül başlarında ABD IBSİD’in elindeki toprakları bombalamaya başlayacağını açıklıyor. 12 Eylül’de Kuveyt’te yapılan toplantıdan ABD ile Arap ülkeleri arasında bu konuda bir ittifak çıkıyor, ama Türkiye orada üzerinde ortaklaşılan metni imzalamıyor. 20 Eylül’de rehineler serbest kalıyor. Neredeyse aynı anda IBSİD’in Rojava kantonlarından Kobani’ye saldırısı başlıyor. 60 bini tek günde olmak üzere yüz binler Kobani’den kaçarak Türkiye’ye sığınıyor.

Tayyip ile Tayyar

Bu tablonun kafa karıştırıcı yanları olduğu açık. Türkiye, AKP hükümetinin dışında herkesin kabul ettiği gibi, IBSİD’e uzun süredir el altından yardım ediyor. Dolayısıyla, “model ittifak” içinde olduğu NATO’daki ağabeyi ABD IBSİD’e saldırmaya karar verince, IBSİD ile iblis arasında sıkışıp kalıyor (bkz. http://gercekgazetesi.net/gundemdekiler/iblis-ve-ibsid). ABD’ye askeri, hatta (Kuveyt’teki bildiriyi imzalamayarak) siyasi destek vermemesinin başlıca gerekçesi 49 rehine. Ama tam bu sırada rehineler kurtarılıyor! Boş verin hükümetin Ela bebeği 101 gün rehine bıraktıktan sonra “kurtarması” ile övünmesini. Boş verin Tayyip Erdoğan’ın kuyuya attığı “operasyon” kelimesini oradan çıkarmak için Dışişleri Bakanlığı’nın günlerce göbeğini çatlatmak zorunda kalmasını. Türkiye rehineleri kurtararak neden kendi kuyusunu kazdı, esas önemli kuyu bu!

Buna cevabı, AKP’nin komplo uzmanı milletvekili (ve vaktiyle şimdi nasılsa “kumpas”olduğu ilan edilmiş olan Ergenekon üzerine yazarak şöhret kazanan gazeteci) Şamil Tayyar Don Kişotça bir yalnızlık içinde yine komplo mantığıyla hemen verdi: Rehinelerin serbest bırakılması CIA hamlesi idi! Hani, IBSİD ABD’nin oyuncağı ya, ABD IBSİD’i “hem döver, hem sever” ya, CIA ajanları gitmişlerdir, IBSİD’deki “çocukları”na “bırakın oğlum Türk rehineleri, biz Türkiye’yi size karşı saldırtmak istiyoruz, ayak diretiyorlar” demişlerdir. IBSİD de bölgenin en büyük askeri güçlerinden biri olan Türkiye kendisine saldırsın diye rehineleri kuzu kuzu bırakmıştır. Bundan ABD’nin ne fayda elde ettiğini anladık da, IBSİD nasıl mazoşist bir yaratıkmış onu ancak Freudiyen bir tahlil açıklayacak belki! Tabii, Tayyar’a ayar hemen verildi. Tayyip Tayyar’a ne kızmıştır kim bilir, “biz böbürlenirken bu nasıl CIA der!” diye! Tayyar da hemen tevile gitti. Yanlış anlaşıldığını, sadece “hamle” demiş olduğunu söyledi. Yani “operasyon bizimdi”ye getirdi anlayacağınız. Bu durumda, “bizimkiler” CIA’nın “bize” karşı hamlesinin icracısı durumunda kaldılar, ama o kadar çelişki de oluversin. IBSİD’in yerine bu sefer de Türkiye mazoşist oldu! (Çok haksızlık etmeyelim, Tayyar’ın söylediklerinde bir gerçek payı olması ihtimaline birazdan değineceğiz.)

Durumun çapraşıklığının ötesinde, ardında gerçekten ne yattığı yavaş yavaş ortaya çıkıyor. İlk günlerin tozu dumanı dağıldıkça, o an irrasyonel görünen bazı şeyler ağır ağır yerine oturuyor.

CIA değil takas

Bir kere, Tayyip Erdoğan’ın “operasyon” söyleminin bir bilinçaltı İsrail’i kıskanma ve ona öykünme vakası olduğu ortaya çıkmış durumda. Bilindiği gibi, İsrail kendi yurttaşlarının Filistin kurtuluş hareketleri tarafından rehine alınmış olduğu bazı durumlarda askeri anlamda başarılı operasyonlar yapmış bir ülke. Erdoğan’ın onlara öykündüğü şimdi takas meselesi konuşulurken İsrail’e yaptığı referanslardan belli oluyor. ABD’nin bir numaralı “think-tank”i Council on Foreign Relations’da (Dış İlişkiler Konseyi) konuşurken ne diyor Erdoğan? “Bu operasyonda parasal hiçbir ilişki kesinlikle olmamıştır. Bazıları ‘Takas yaptılar’ dedi. Yeri gelir takas da yapılır. Ama ona hazırlanmak ayrı bir maharettir. Bir tane esiri için bin 500 rehineyi veren İsrail’e bu soruyu sordular mı, onu merak ediyorum. Bin 500 rehine verdi, sadece bir askerini alabilmek için. Demek ki olabiliyormuş.” Bu sefer İsrail’i taklit takas ama belli o başarılı askeri operasyonlar Erdoğan’ın içinde kalmış! (Dönüp yeniden okuyun. Prompter hatibi Erdoğan gene ne potlar kırmış! İsrail’in elindeki insanları “bin 500 rehine” olarak niteliyor! İsrail bir devlettir. İddiası o insanların “terörist” oldukları için hapiste olduğudur. “Rehine” örgütlerde olur. Tayyip Erdoğan’ın iki defa düştüğü bu dil sürçmesi, KCK tutuklularını nasıl gördüğünün bir itirafı aslında!)

Erdoğan’ın bu konuşmasıyla rehinelerin takas yoluyla kurtarılmış olduğu bizce tartışmasız biçimde ortaya çıkmış oluyor. Zaten basında yer alan haberler de bunu doğruluyor. Hürriyet gazetesi “49 rehineye karşı Hacı Bekir ‘emaneti’” manşeti altında Türkiye’nin rehinelere karşı Suriye’deki Tevhid Örgütü’nün elinde bulunan (öldürülen bir IBSİD komutanının ailesinin de içinde bulunduğu) 50 kişinin takas edildiğini yazmış bulunuyor.

Şimdi yeni bir soru doğuyor: 101 gün sonra neden takas, tam da ABD’nin IBSİD’e karşı harekete geçtiği ve Ortadoğu’da AKP hükümetine en yakın politikayı güden Katar dâhil olmak üzere bütün müttefiklerini kendi politikasının arkasına dizmeye çalıştığı sırada yapıldı?

Türkiye topa girmeye karar verdi

Önce bir saptama yapalım. AKP hükümeti ABD’ye destek vermeyeceğini açıkladığı halde, ABD yönetimi Türkiye’ye (mesela 1 Mart 2003 oylamasından sonra yaptığı gibi) hiç sert çıkış yapmadı. ABD basını Türkiye’yi sıkıştırmak için elinden geleni yaptı. New York Times gibi Demokrat Parti’ye yakın bir yayın organı, IBSİD’in petrol ihracatında Türkiye’nin rolünü yazdı, hatta “Türk  eliti”nin bir bölümünün bundan çıkar sağladığını belirtti. Wall Street Journal gibi çok daha sağda, Siyonist kalelere çok daha yakın bir yayın organı tabii ki daha ileri giderek “Our Non-Ally in Ankara” (“Ankara’da müttefikimiz olmayan müttefik” diye çevrilebilir) başlıklı çok sert bir başyazı yazdı. Bütün bunlarda, hiç kuşkumuz yok, yönetimin bu yayın organlarına (özellikle State Department, yani ABD Dışişleri Bakanlığı ile muazzam simbiyotik bir ilişki içinde olan New York Times’a) devletin sızdırdığı bilgilerin ve teşvikin çok önemli bir rolü vardı. Dünyaca okunan güçlü basını yoluyla başka ülkeler üzerinde baskı uygulamak ABD emperyalist devletinin dış politikasının asli ve yapısal unsurlarından biridir. Ama öte yandan ne Obama, ne de yönetim adına konuşan bir başkası Türkiye’yi kınamadı. Çünkü amaç bağcı dövmek değil, üzüm yemekti.

Daha ötesini söyleyelim. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, Senato görüşmeleri esnasında Türkiye televizyonlarında tekrar tekrar gösterilen sahneler boyunca terlerken hiçbir zaman Türkiye aleyhine bir şey söylemedi. IBSİD petrolünün Türkiye üzerinden ihraç edildiğini kabul ettikten sonra bile Türkiye ile sürekli diyalog içinde olduklarını belirtti. Bir aşamada bu meseleyi kamuya açık bir oturumda konuşamayacağını, gizli oturum gerektiğini belirtti. (Bu söylediği Türkiye’de ilerici geçinen ABD lobisi, mesela kendilerine sosyal demokrat ya da ulusalcı süsü veren tayfa tarafından “işte ABD Türkiye’yi terk ediyor” diye yorumlandı. Yani “Tayyip Türkiye’ye kötülük yapıyor” teranesi. Ulusalcılar ya! Oysa tam tersi idi doğru olan.) Bütün bunlarla şunu söylemeye çalışıyordu, çok uzun bir Senato deneyimi yaşamış olan ABD dışişleri bakanı: “Sayın senatörler kaygılanmayın, kameralar önünde de beni fazla konuşturmayın, pazarlık devam ediyor, Türkiye’yi ikna edeceğiz.”

İşte bu pazarlık sonunda meyvelerini vermeye başlamıştır. ABD çok bastırınca AKP hükümeti kara kara düşünmeye başlamıştır. “Mısır’daki darbe sırasında Katar dışında bütün Arap dünyasından yalıtıldım. Şimdi Katar bile benden daha tavizkâr davranıyor. ABD ile karşı karşıya gelirsem, bütün NATO silahlarının kilidi onun elinde. ABD elindeki bilgileri basına sızdırmaya devam ederse cümle âleme rezil olurum. Hatta TIR’ların içine ışık tutarsa cemaat bile bundan yararlanabilir. Hazır cumhurbaşkanı seçimini kazandık, yeniden iktidarımızın sarsılması çok istenmez bir şey. Üstelik 2015 geliyor. Ya yönetim 100. yılda soykırım kozunu oynamaya kalkışırsa? Vesaire vesaire. AKP hükümetinin, bir NATO müttefiki, ABD ile “model ittifak” içinde olan bir ülkede, AB ekonomisinin hâkimiyeti altında bir kapitalist ülkede yapabileceklerinin sınırı çok açıktır. Üstelik İsrail Erdoğan’ın altını oymak için bir atmaca gibi beklemektedir. O zaman bu keskin tavrı bırakarak pazarlığa girişmek gerekir.

Rehinelerin salıverilmesinin tam da Türkiye için uygun olmayan bir ana rastlaması bundandır. ABD Türkiye’ye rehinelerin salıverilmesi için yardım bile etmiş olabilir. (Şamil Tayyar’ın gülünç bir komplo diliyle ifade ettiği senaryodaki küçük gerçek payı işte bu olabilir. Küçük çünkü Türkiye’ye rağmen değil, Türk hükümeti ile birlikte.) ABD bal gibi bilmektedir ki, Türkiye’nin rehinelerin ardına saklanması sadece bir mazerettir. Ama mazereti ortadan kaldırmak esas tartışmaya gelmek için geçilmesi gereken bir merhaledir. Dolayısıyla ABD bu konuda Türkiye’ye yardımcı olmuş olabilir.

ABD yardımcı olmuş olsun ya da olmasın, bir kez politikasını gözden geçirme eğilimi doğduğunda Türkiye açısından rehineler konusu bir avantaj olmaktan çıkıp bir engel haline gelmektedir. Politika değiştiğinde bütün dünya soracaktır:“Hani rehineler dolayısıyla elin kolun bağlıydı?” İşte Tayyip Erdoğan aynı Dış İlişkiler Konseyi toplantısında hemen söyleyiverdi: “49 rehineyi kurtardıktan sonra konuşacağımız birçok boyut olabilir. Teröre karşı asla tereddütümüz, zaafımız yok.” Aslında iş tam tersine işliyor. 49 rehine kurtulduğu için politika değişmiyor. Politika değiştiği için 49 rehine kurtarıldı!

Takasın ardına saklanan takas

Fransızların bir sözü vardır: “Bir tren bir başka treni gözlerden gizleyebilir.” Kırda yaşayan insanlar için söylenmiş anlaşılan. “Tren geçer geçmez kendini demiryoluna atma, ters yönden de tren gelebilir.” 49 rehinenin salıverilmesi konusunda da tablo şu ana kadar söylenenlerden ibaret değil gibi görünüyor. Önce bir başka soru soralım: Neden rehinelerin salıverilmesi ile Kobani’ye saldırı aynı ana rastladı? Bu eşzamanlılık bize AKP hükümetinin IBSİD’e rehineler karşılığında esas olarak Rojava’ya saldırı iznini verdiğini, Tevhid’in elindeki tutsakların bunun paravanı olduğunu (öteki treni gizlemek için kullanıldığını) düşündürüyor.

IBSİD Kobani’ye saldırısından birkaç yarar elde edebilir. Birincisi, koskoca bir devletler ittifakının kendisine saldırdığı, birçok bölgesinin bombalandığı bu aşamada yeni topraklar bile elde edecek kadar güçlü olduğunu göstererek savaşçılarının moralini yüksek tutmak. İkincisi, Rojava’nın en hassas merkez noktasını düşürerek bir sonraki hamlede diğer kantonlara saldırmak. Üçüncüsü, ve belki de en önemlisi, Ortadoğu’da kendisinin (asıl düşmanı olan Şiilerden sonra) en uzlaşmaz karşıtı olacak güce, Kürt ulusal hareketine büyük bir darbe vurmak.

Türkiye’nin IBSİD’in Rojava’ya saldırması karşılığında elde ettiği sadece 49 rehinenin iadesi değildir. Çok daha önemlisi, AKP hükümetinin ve bir bütün olarak Türkiye devletinin hiçbir biçimde hazmedemediği Rojava’nın ağır bir darbe almasıdır. Bütün resmi sözcüler, en başta verdiği çeşitli röportajlarda bu konu üzerinde duran Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan demagojiye başvurarak 100 binin üzerinde Rojavalı Kürtün sınırdan Türkiye’ye kabul edildiğini vurguluyor. Ne dayanışma değil mi? Oysa bunun amacı bambaşkadır. İkilidir. Bir, her gelen büyük göç dalgası, Türkiye devletinin “güvenli bölge” olarak adlandırdığı Suriye içinde bir tampon bölge talebini güçlendiriyor. İki, bu sığınmacı akınıyla birlikte Rojava’nın toplumsal dokusu çözülmekte, siyasi olarak altı oyulmaktadır.

AKP hükümeti Rojava’yı IBSİD aracılığıyla sıkıştırarak yola getirmeyi, Esad karşıtı cephede kendisine biat eden bir güce dönüştürmeyi ummaktadır. Öyleyse, Kürt halkının kurtuluş mücadelesinin odak noktası haline gelmiş olan Rojava ile dayanışmak bugün çok önemli bir enternasyonalist görevdir.

Naz

ABD ile ilişkilere gelince bundan sonrası pazarlıktır. AKP hükümeti dört konuda pazarlık ediyor.

·         Esad’la işbirliği yapılmamalı, tam tersine IŞİD vurulurken bir yandan da Esad’ın devrilmesi için hazırlıklar arttırılmalıdır. Hükümet, batağa saplanmış olan Suriye politikasını diriltmek için IBSİD dolayısıyla doğmuş olan kargaşayı bir fırsat olarak kullanmak istiyor.

·         IBSİD’le mücadelede Kürtlere öncelik verilmemeli, hele hele PKK’nin “terör örgütü” statüsünü değiştirecek herhangi bir şey yapılmamalıdır.

·         Rojava’nın sürükleyici siyasi gücü PYD Esad karşıtı, Türkiye’ye biat eden bir güç haline gelmedikçe geniş ittifakın içinde görülmemelidir.

·         Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde bir tampon bölge kurmasına Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden onay verilmelidir.

Özet şudur: AKP hükümeti ABD’nin basıncına dayanamamış ve IBSİD konusunda politikasını değiştirmeye yönelmiştir. Rehine takası bu yüzden bugünlerde yaşanmıştır. Ama şimdi IBSİD’le mücadeleye destek karşılığında daha fazla şey almak için naz yapmaktadır.

Kutup yıldızı: Ortadoğu Sosyalist Federasyonu

Yaşananlar bizim saflar için de birçok ders içeriyor. ABD’nin AKP hükümetinin politikasına yaklaşımı en genel anlamda mükemmel bir politika dersidir. Ama bundan çok daha önemlisi, ABD devletinin Tayyip Erdoğan çizgisiyle çelişkileri ne kadar sert olursa olsun, Türkiye’ye kolay kolay sırtını çevirmeyeceğidir. Kürt hareketinde 2003 Irak savaşının ertesinde çok yoğun olan, ABD’nin Irak’ın yanı sıra Suriye, İran ve Türkiye’de de Kürtlere öncelik vereceği, demokrasiyi kabul etmeyenin Amerikan sopası ile yola getirileceği yanılsaması, memnuniyetle gözlüyoruz ki büyük ölçüde dağılmış durumda. Ama Şengal’de Kürt ulusal kurtuluş güçlerinin gerici IBSİD’in katliamını durdurmada oynadığı önemli rol hevallerimizde yeniden “uluslararası camia”nın Kürtleri desteklemesi ihtimali düşlerini kışkırttı. NATO içinde Türkiye ordusunun, dünya kapitalist sisteminin yapısı içinde Türkiye finans kapitalinin, İslam dünyası karşısında kırılgan Türkiye burjuva demokrasisinin önemi çok yüksektir. ABD-Türkiye ilişkilerini küçümseyen, Ortadoğu politikasında sürekli yanlış yapmaya mahkûm olur.

ABD ve IBSİD iki terörist güçtür. İkisi arasındaki düellodan Ortadoğu’nun işçilerine ve yoksul köylülerine, fellahlarına ve marabalarına, ezilen halklarına, Kürtlerine ve Filistinlilerine, ezilen dinlerine ve mezheplerine, Ezidilere, Süryanilere, Keldanilere, hiçbir Hıristiyan topluluğuna hayır gelmez. Üstelik IBSİD’in aşırılıklarına karşı ABD savaşı, Ortadoğu’yu tehdit eden daha geniş tehlikeyi, yani geleceğin olası mezhep savaşları tehdidini de ortadan kaldırmaz. Bakın, ABD’nin kurduğu koalisyon İran ve Suriye’yi içeriyor mu?

Bizim yolumuz, Ortadoğu’nun işçi sınıfına, emekçilerine, yoksul köylülerine ve ezilen uluslarına halklar arasındaki boğazlaşmanın tek kalıcı çözümünün işçi sınıfı iktidarında olduğunu anlatmaktır. Ancak Ortadoğu’nun petrolü ve doğal gazı için birbirinin gözünü oymaya hazır emperyalizmin kovulması ve bölge hâkim sınıflarının ortadan kaldırılmasıyla bu topraklar huzura kavuşacaktır. Bu da Arabın ve Yahudi’nin, Kürdün ve Türk’ün, Acem’in ve Azeri’nin kucaklaşacağı bir Ortadoğu Sosyalist Federasyonu demektir.