Hepimiz Charlie de Gaulle’üz!

“Özgürlük için” (Cumhuriyet), “Milyonluk dayanışma” (Evrensel), “1 milyon Charlie Hebdo” (BirGün), “Avrupa ayağa kalktı” (Aydınlık), “İnsanlık yürüdü” (Hürriyet), “Pour la liberté” (Milliyet), “Paris’te omuz omuza” (Sabah ve Habertürk “pişti olmuş”!). Türkiye basını sağıyla soluyla böyle karşıladı Pazar günü Charlie Hebdo katliamını kınamak için Paris’te yapılan yürüyüşü. Kalabalıklar öylesine büyülemiş ki gazetecilerimizi, Akşam gazetesi anlaşılmaz bir manşet atmış: “Teröre karşı 6 milyar”. Milyon dese olmaz. Bütün Fransa için verilen en yüksek rakam 3,7milyon. Paris için 1,5 milyon. Milyar dese, dünya nüfusu 6 milyar değil, “bütün dünya teröre karşı” anlamında afaki bir cümle kurmuş olsa gaza gelip.

Toplam olarak bir şey açık: Sağda ama en çok solda “teröre karşı birlik” havası pek yaygın. Böyle durumlarda herkesin ağzında çiklet gibi çiğnenmiş sloganı (“Je suis Charlie”) atmanın yavanlığı anlaşılan insanları rahatsız etmiyor. Ama yapılanın ucuz kahramanlık olmanın ötesine uzanması için bu tür soyut kınamaların yetmeyeceğini anlamak gerekir. Ne birliği?

Şayet mesele her şeyden önce, bizim de anladığımız gibi, basın özgürlüğünün ya da daha geniş kapsamlı olarak ifade edilirse düşünce özgürlüğünün silahla cezalandırılmasına karşı bir tepki ise, Paris yürüyüşündeki liderler fotoğrafına bir kez daha bakın: Kör değilseniz gözünüz hemen Ahmet Davutoğlu’nu seçecektir! 12 yıldır Türkiye’de basın özgürlüğü namına pek az şey bırakan, gazetecileri işlerinden kovdurtan, karikatüristlere defalarca dava açan, twitter ve youtube’a kadar aklın almayacağı medya yasaklarıyla düşünce özgürlüğünün üzerinde tepinen Tayyip Erdoğan’ın başbakan olarak atadığı yaver! “İnsanlık özgürlük için tek yürek”, öyle mi Cumhuriyet? “1 milyon Charlie Hebdo”, öyle mi BirGün? Bari “bir milyon eksi bir” yazsaydınız!

Bu sayın beyefendi halkla ilişkiler yapmak için twitter’dan Fransızca olarak “Fransız halkıyla teröre karşı birlik olmak için Paris’teyim” yazmış. Fransızlar bilmez elbette ama Türkiyeliler de unutmaz. DAİŞ (IŞİD) için Davutoğlu “terörist” kelimesini kullanmaya inatla direnmiştir. Oysa Fransa’daki saldırıda Kouachi kardeşleri desteklemek için bir Yahudi helal gıda (koşer) mağazasını ele geçirerek içeridekileri rehine alan Amedy Coulibaly, kendi çektiği videoda kendi ağzıyla DAİŞ lideri Ebu Bekir el Bağdadi halifeliğini ilan ettiğinde ona bağlılığını derhal açıkladığını söylüyor. Charlie Hebdo katliamını Yemen’de El Kaide örgütü üstlenmiştir, ama ortada tuhaf bir El Kaide-DAİŞ işbirliği kokusu vardır. Öyleyse, siz terörist olarak anmadığınız bir örgütün yaptığı bir eyleme karşı nasıl “Fransız halkıyla teröre karşı birlik” oluyorsunuz? İkiyüzlülüğün doruğu!

Teröristler geçidi

HürriyetParis’te “İnsanlık yürüdü” demiş. Bu “insanlık” içinde 2008 sonunda ve geçtiğimiz yıl Gazze’de, 2006’da ise Lübnan’da taş taş üstüne bırakmayan, Filistinliler bir “suç” işlediklerinde evlerini yıkan İsrail’in gerici başbakanı Binyamin Netanyahu da var. Terörist İsrail devletini temsilen “insanlık” adına yürüyor! Milliyet’e göre “özgürlük için” yürüyormuş, herhalde Filistin halkının özgürlüğü özgürlükten sayılmıyor!

Arap dünyasını kimin temsil ettiğine bakın, yürüyüşün nasıl bütün “insanlığı” temsil ettiğini görürsünüz. ABD’nin 50 eyaletine 51. eyalet olarak katılabilse çıkıp oynayacak bir Ürdün Kralı Abdullah! Başka kimse yok! Bir de Netanyahu’nun yanı sıra “özgürlük için” yürümeyi kendine yedirebilen Mahmud Abbas! Yasir Arafat hayattayken Filistin Körfez Savaşı’nda (1991) ABD’nin Irak’a saldırısını terörist olarak görüyordu. Şimdi onun yerini almış olan Mahmud Abbas “uluslararası topluluk”la terörizme karşı omuz omuza yürüyor!

Afrika'yı temsilen kim var dersiniz? Liderlerin “aile fotoğrafı”nda dikkatinizi çekmiştir. Bir tane siyahi lider var. Mostralık gibi. Mali devlet başkanı İbrahim Boubacar (Bubekr) Keita. Beyefendi ülkesinin eski sömürgeci gücü Fransa’nın cumhurbaşkanı François Hollande’ın koluna yapışmış, bırakmıyor. Çünkü memleketinde onun sayesinde iktidarda. Fransa bir buçuk yıldır Mali’yi El Kaide güçlerinden “kurtarmak” amacıyla o ülkeyi askeri işgali altında tutuyor. Paris’e başka hangi Afrikalı liderin gelip Fransız devletine yağ yapması beklenir?

Daha kimler kimler yok! Mesela Ukrayna devlet başkanı Poroşenko var. Daha yakın döneme kadar hükümetinde Nazi sembollerine açık referans yapan, Sovyetler Birliği’nin Nazi işgali altına girdiği İkinci Dünya Savaşı döneminde Hitler’i desteklemiş Stepan Bandera adlı milliyetçi önderi destekleyen faşistlerin koalisyon ortağı olarak oturmakta olduğu bir hükümetin başında görev yapıyordu! O da Cumhuriyet’e göre “Özgürlük için” yürüyor!

Bütün bunlardan önemlisi elbette kendine “uluslararası toplum” adını vermiş olan emperyalist dünyanın sayısız ülkesinden gelmiş liderler. Örneğin Britanya başbakanı David Cameron. “Teröre karşı savaş” sırasında ABD’nin yardakçılığını yapmış, Irak ve Afganistan’da binlerce insana işkenceyi reva görmüş bir ülkenin başbakanı. “Obama neden gelmedi?” diye soranlar var. Obama’nın bütün varlığı, “Hüseyinliği” nüfusu İslam ağırlıklı dünyaya ABD’yi unutturmak üzerine kurulu. Irak’ta bir milyondan fazla insanın hayatını söndürmüş, Afganistan’ı 14 yıldır harabeye çevirmiş, Guantánamo cehennemini kurmuş ve bir türlü kapatmamış, en son kendi Senato’sunun raporuyla CIA’sına sistematik işkence uygulatmış olduğu ortaya çıkmış bir ülkenin başkanı gelip Fransa’da “teröre” karşı yürüseydi, bu olsa olsa ters teperdi. Ama Britanya ABD’nin çizgisini yeterince temsil etmiştir Paris sokaklarında!

Cameron’un göçmen politikasının da son derecede gerici olduğu biliniyor. Ama işin bu yanını en iyi temsil eden, Yunanistan’ın, 25 Ocak’ta halkın oylarıyla muhtemelen devrilecek olan, şan ve şöhret yolunda belki de son fırsatını kullanmak için seçim faaliyetini kesip Paris’e koşan sağcı başbakanı Antonis Samaras oldu. Hazret Charlie Hebdo katliamının hemen ardından bu olayı Yunanistan’a kontrolsüz göç ile karşılaştırmayı bilmiş! Şimdi de gelip Fransa’nın Arap ve Afrikalı nüfusuyla birlikte özgürlük için yürüyor!

Say say bitmez! İspanya’nın gerici başbakanı, Katalan halkının bir referandum yapmasını dahi yasaklayan Mariano Rajoy, “özgürlük için” yürümüş oldu. Daha kimler var özgürlük aşığı: Almanya şansölyesi Angela Merkel, İtalya başbakanı Matteo Renzi, Avrupa Komisyonu başkanı Jean-Claude Juncker (soyadı bile güzel!) hepsi özgürlük için yürüyor. Hayır, Paris’teki bu gösteri bir emperyalizmle dayanışma gösterisi olmuştur. Ve Sosyalist Enternasyonal denen sosyal kapitalist enternasyonalin mensubu, Sosyalist Parti adını hâlâ gereksiz yere işgal eden Fransız burjuva partisinin saflarından başka seçilmiş bir hiç olan François Hollande, Fransa halkını bu emperyalist koalisyonun ardına takmıştır!

Bütün bunların Charlie Hebdo’nun anısına hakaret olduğunu anlayabilmek için derginin Hollandalı çizeri Bernard Holtrop’un (müstear adı Willem) bu devlet yöneticilerinin yürüyüşe katılacağını duyduğunda söylediği söze kulak vermek gerek: “Kendilerini birden bire bizim dostumuz ilan eden bu insanların üzerine tükürürüm!”

“Unité  nationale”!

İşin bir de Fransa’nın iç politikası ile ilgili yanı var. Uluslararası alandaki propaganda bir yana, bu yürüyüş en başından itibaren bir “ulusal birlik” yürüyüşü (“unité nationale”) olarak lanse edildi. Charlie Hebdo katliamı gibi bir olayın ardından “ulusal birlik” fikrinin ortaya atılması bile yadırganmalı. Mesele her şeyden önce bir basın özgürlüğü meselesi. Sadece Fransa değil bütün dünya “Je suis Charlie” derken herhalde “bakın artık Fransızca cümle kuruyorum, ben de Fransızım” demek istemiyor. Söylenen açıktır: Biz yapılan saldırıya karşı Charlie Hebdo’nun silahla susturulmaya çalışılan özgürlüğünün arkasında duruyoruz. “Je suis Charlie” cümlesi, başka dillere “fikirlerimizi söylemekten korkmuyoruz” diye tercüme edilebilir. Zaten protestoların, dayanışma eylemlerinin kullandığı görsel sembol de aynı şeyi ima ediyor: Kurşun kalem karikatüristle, sanatçıyla, gazeteciyle dayanışma gösteren bir semboldür. Üç renkli Fransız bayrağıyla ya da Fransa’nın tarihi simgesi Marianne ile dayanışmıyoruz. Düşüncesi dolayısıyla öldürülen insanlarla dayanışıyoruz. Fransızca söylüyorsak bunun anlamı yaranın orada açıldığıdır. “Susmayın, arkanızdayız” diyoruz.

Fransız hükümeti, bu duyarlılığı kendi avantajı haline çevirmeye kalkışmıştır. Kamuoyu yoklamalarında yerlerde sürünmekte olan bay Hiç, yani François Hollande, suratındaki o anlamsız ifadeyle yürüdüğü Paris gösterisiyle kahraman olmak ve popülaritesini yeniden sağlamak peşindedir. Charlie Hebdo katliamını bahane edinerek özgürlükleri kısıtlamak isteyen Fransa devleti şimdi bu atmosferden yararlanarak bir Fransız “Patriot Act”ini (yani ABD’de 11 Eylül sonrasında bir sürü özgürlüğün askıya alınmasını sağlamış olan yasanın benzerini) piyasaya sürmüştür. Ortadoğu, Kuzey Afrika ve kara Afrika’da sürdürdüğü emperyalist politikayı, ABD’nin Çin üzerinde odaklaşması dolayısıyla tırmandırma göreviyle karşı karşıya olan Fransız burjuvazisi, halkı bu politikaların ardına dizmeye çalışmıştır bu yürüyüşle.

Bazıları, Marine Le Pen önderliğindeki proto-faşist Front National’in (FN - Ulusal Cephe) yürüyüşe davet edilmemiş olmasını “Cumhuriyetçi” meşruiyet bakımından zafer sayıyor. Aslına bakılırsa, François Hollande başta FN’in katılımına karşı değildi. Ancak soldan ve kendi partisinden bile birçok ağır top göçmen karşıtı ırkçı FN’in meydanda yeri olmadığını keskin bir dille ifade ettikten sonradır ki Hollande Marine Le Pen’i davet etmemeye karar verdi.

FN’in katılmamasının önemi sınırlı. Çünkü meydanda, liderler kolunun hemen ikinci sırasında Nicolas Sarkozy vardı. Fransa’nın bu eski sağcı cumhurbaşkanı, bir ara protokol görevlilerini atlatıp birinci sırada görünmeye çalışınca alay konusu oluyordu. Bir protokol görevlisi koskoca eski cumhurbaşkanına “yerinize dönün” diye apaçık uyarıda bulundu kameraların önünde! Bunlar böylesine aşağılık adamlar işte! Ama bundan çok daha önemlisi, önümüzdeki seçimlerde yeniden cumhurbaşkanlığı için yarışmaya hazırlanan bu adamın Fransa’nın Arap ve Müslüman azınlık nüfusuna karşı tavrı. Sarkozy İçişleri Bakanı iken 2005’te başta Paris olmak üzere Fransa’nın yoksul banliyölerinin isyanı yaşandı. Haftalarca banliyölerin (“cité”ler) yoksul, kötü eğitimli, işsiz, uyuşturucu belasıyla karşı karşıya gençliği araba yaktı, polisle çatıştı, içini dışarı döktü. İşte bu Sarkozy son derecede sert bir bastırma politikasının yanı sıra, bu gençlere kinini kustu. Onlara “racaille” dedi (“çapulcu” olarak çevrilebilir!), “voyous” dedi (“vandal” olarak tercüme edilebilir!), banliyölerin Karcher marka böcek ilacıyla temizlenebileceğini ileri sürdü. Bütün bunlar Sarkozy’ye gençlik arasında “Sarko facho” ünvanını kazandırdı. Said ve Chérif Kouachi kardeşler o zaman 20’li yaşlarının başlarındaydı. Bu baskıcı politikaların, resmi toplum tarafından kendilerine layık görülen bu aşağılamanın onların ruhu üzerinde nasıl bir etki yarattığını düşünmeyi okura bırakıyoruz. İşte bu Sarkozy ile birlikte “özgürlük için” yürüdü “1 milyon Charlie Hebdo”!

Tabii, halkı böylesine zehirlerseniz, olacağı bellidir. Le Monde gazetesine göre, polis bütün yürüyüş boyunca “sistematik olarak alkışlandı”. Yine ironinin doruğundayız. Fransız polisinin, “cité”lerin gençliğine yönelik olarak uyguladığı politika neredeyse “sıradan faşizm” olarak nitelenebilecek kadar serttir, aşağılayıcıdır. Burada demin Sarkozy’yi tartışırken üzerinde durduğumuz türden isyanları, toplumsal mücadeleleri kast etmiyoruz. Burada Arap veya siyahi gençlerin sokak köşesinde toplandığı ya da parkta müzik dinlediği ya da sadece işine gittiği gündelik durumlarda polisin nasıl onlara hayatı zehir ettiğini konuşuyoruz. Bu satırların yazarı en son 2003’te Paris’te düzenlenen Avrupa Sosyal Forumu çalışmaları sırasında bazı başka yabancı katılımcılarla birlikte (kim bilir kaçıncı defa) sokakta polisin Arap gençlere uyguladığı mezalimi gözüyle görmüş, öteki katılımcılarla birlikte o gençleri polisin elinden kurtarmak için seferber olmuştur. İşte bu polis için “Je suis Charlie” pankartlarıyla birlikte “Je suis policier” (“Ben polisim”) pankartları taşınıyordu Paris yürüyüşünde! Arap ve Afrikalı gençlerin kendilerini bu yürüyüşün “ulusal birlik” çağrısı içinde bulabileceklerini sanmıyoruz!

Bu yürüyüşe en doğru tepkiyi yine bir Fransız’ın pankartından okuyalım: “Je suis en deuil, pas ‘en guerre’. L’Otan, ‘unité nationale’, l’Europe forteresse… Non merci.” Yani: “Ben ‘savaşta’ değilim, yastayım. NATO, ‘ulusal birlik’, Avrupa kalesi… Hayır, almayayım.”

Hangi Charlie?

General Charles de Gaulle, Fransız burjuvazisinin tarihi bir lideridir. İkinci Dünya Savaşı sırasında Londra’da güvenli biçimde yaşarken Britanya ve ABD tarafından Fransız “Résistance”ının (direniş hareketinin) lideri olarak lanse edilmiştir. O Londra’da politika yaparken farklı eğilimlerden komünistler Fransa toprağında işgalci Nazi ordusuna karşı silah elde direniyorlardı. Fransa’yı onlar kurtardı, ama Yalta sisteminin cilvesi dolayısıyla de Gaulle yönetti. De Gaulle Cezayir Savaşı’nın (1954-1962) bir aşamasında da, 1968 ayaklanmasında da Fransa’nın başındaydı. 1968’de Almanya’daki bir NATO askeri üssüne kaçacak kadar zorlanmış, ama sonra geri gelerek Fransız Komünist Partisi’nin uzlaşmacı politikası sayesinde duruma hâkim olmuştu. İroniktir, 1968 isyanının ürünü olan Charlie Hebdo adını generalin adından almıştır. Dergi generalin yönetiminde kapatılınca, bizde Aziz Nesin’in Marko Paşa’sının Öküz Paşa olarak çıkması gibi yeniden başka adla yayınlanmıştır. Kendine Charles de Gaulle ile dalga geçmek için Charlie Hebdo (“Haftalık Şarli”) adını koymuştur.

Paris’te Pazar günü yapılan yürüyüş dağa taşa “Nous sommes tous Charlie” yazdı. Güya Charlie Hebdo içindi bu. Ama aslında düzenleyiciler Fransız burjuvazisinin koyu milliyetçi ve gerici tarihi önderine bağlılıklarını ilan eden bir sloganı benimseselerdi daha doğru olurdu: “Nous sommes tous Charlie de Gaulle”. Yani “Hepimiz Charlie de Gaulle’üz!”