Erdoğan'ın emriyle üç akademisyen tutuklandı

"Bu suça ortak olmayacağız" başlıklı bildiriye imza atan akademisyenler hakkında üniversiteler idari soruşturmalar açmış, bir çok akademisyen görevinden uzaklaştırılmıştı. Özellikle vakıf üniversitelerinden ilişikleri kesilen akademisyenler olmuştu. Geçtiğimiz hafta da Hrant Dink'in de yargılandığı kötü ünlü 301. madde ve terör örgütü propagandası suçlamalarıyla adli soruşturmalar başlamış ve akademisyenler ifade vermeye çağrılmıştı.

13 Mart'ta Ankara'da patlayan bombanın ardından Erdoğan akademisyenleri tekrar hedef gösteren açıklamalar yaptı. Hemen gerekli talimatı alan savcı harekete geçerek geçtiğimiz günlerde "Barış İçin Akademisyenler" adına "Tüm tehditlere rağmen geri adım atmayacağız" başlıklı basın açıklamasını gerçekleştiren dört akademisyen hakkında yakalama kararı çıkarttı. Kendiliklerinden ifade vermek üzere emniyete giden akademisyenlerden Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi Esra Mungan, Mimar Sinan Üniversitesi öğretim üyesi Kıvanç Ersoy ve baskılar sonucunda Nişantaşı Üniversitesi'nden atılan Muzaffer Kaya önce göz altına alındı ardından da çıkartıldıkları nöbetçi mahkeme tarafından tutuklanarak cezaevine gönderildi.

Hiçbir hukuki dayanak gösterilemeyen bu tutuklama kararının tek dayanak noktası Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın basın yoluyla gerçekleştirdiği hedef gösterme ve talimatları oldu. Elbette bu dayanak noktasının hiçbir meşruiyeti bulunmuyor. Erdoğan 13 Mart'ta Ankara'da gerçekleşen canlı bomba saldırısının ardından şu sözleri sarfetmişti: "Terör tanımını, terörist tanımını en kısa sürede yeniden yapılarak Ceza Kanunumuza derç etmeliyiz diye düşünüyorum. Terör örgütlerine destek verdikleri için güvenlik güçlerimizce yakalanan kişilerin adliyenin bir kapısından girip, diğerinden çıkıp gitmesi artık tahammül edebileceğimiz bir durum değildir. Bu mesele düşünce özgürlüğü, basın özgürlüğü veya örgütlenme özgürlüğü meselesi değildir. Ya bizim yanımızda olacaklar ya da teröristlerin yanında yer alacaklar. Bu işin ortası yoktur."

İşte bu sözleri talimat kabul eden savcılık düğmeye basmış mahkeme de talimatı uygulamıştır. Burada çok çarpıcı bir ayrıntı da şudur: Erdoğan, Sultanahmet'te gerçekleşen canlı bomba saldırısının ardından da kısaca bu saldırıyı kınamış ardından uzun uzun akademisyenleri hedef gösteren, hakaret eden konuşmalar yapmıştı. Erdoğan yine başka bir saldırının ardından yine siyasi sorumluluk üstlenmek yerine akademisyenleri hedef göstermeyi seçti. İzlediği politikalarla Türkiye'yi Suriyeleştiren Erdoğan, insanların onlarla, yüzlerle katledildiği bir süreçte bu politikaların sorumluluğunu üstlenmek ve hesabını vermek yerine bir kez daha muhalefeti susturmak için, halkı sindirmek için "en iyi savunma saldırıdır" politikası izliyor.

Ancak akademisyenlerin önce hedef tahtasına konması şimdi de tutuklanması Erdoğan ve AKP iktidarı adına ucuz ve bayağı bir güç gösterisinden ibarettir. Bu güç gösterisinin altında çürümüş bir iktidarın ve bu iktidarın çıkmaza girmiş politikalarının olduğu aşikardır. Erdoğan, bilindiği gibi uzunca bir süredir yasama, yürütme ve yargıyı kendi başkanlığı altında birleştirmeye çalışıyor. Bunu henüz başarabilmiş değil. Bu yüzden yasamayı, yürütmeyi ve yargıyı birleştirerek değil ama hepsini ayrı ayrı bitirerek tek erk olarak kendisini dayatmaya çalışıyor. Bir yandan da kendi deyimiyle "bu işin ortası yoktur" diyor ve kendisi gitmeden barışın da gelmeyeceğini ilan etmiş oluyor.