Sakine’den Charlie Hebdo’ya

Said Kouachi and Cherif Kouachi 30’lu yaşlarındaymış. Hamyd Mourad ise 18. Fransa’nın başkenti Paris’te, provokatif karikatürler basmakla ünlü Charlie Hebdo’ya saldırarak en az 12 insanı öldüren kişilerin adları şimdiden biliniyor. Dahası bir ABD “terörle mücadele uzmanı”na göre bu üç kişiden biri Yemen’de El Kaide kamplarında eğitim görmüştür.

Bütün bu bilgiler saldırıdan sonra 12 saat geçmeden basına sızıyor. Fransız polisi yıldırım hızıyla davranıyor. Kim bilir önümüzdeki günlerde daha neler belirlenmiş, daha kimlere ulaşılmış olacak! Bir Bingöl vakası mı? Yani bizde Ekim serhildanı sırasında Bingöl’de iki polis şefinin suikaste uğraması sonrasında dört kişinin katil zanlısı olduğu iddiasıyla öldürülmesine benzer bir durum mu? Uydurma mı? Olamaz diyemeyiz. Ama Charlie Hebdo’ya baskın yapanların isimlerinin keşfedilmiş olması ihtimali yüksektir. İstihbarat denen şey bunun için vardır!

7 Ocak 2013’ten 9 Ocak 2015’e

Türkiyeliler, hele hele Kürtler için Charlie Hebdo baskını çok tuhaf duygular uyandırtacak türden bir olay. Bu baskın 7 Ocak 2015’te gerçekleşti. Yeni yıl henüz başlamıştı, insanlar yeni yıla umutla bakıyordu, birdenbire sayısı dahi kolay saptanamayacak kadar çok insan bir saldırı sonucunda hayatlarını yitirecekti. Bundan sadece iki yıl önce, 9 Ocak 2013’te ise PKK’nin kurucu üyelerinden Sakine Cansız ve iki arkadaşı Paris’teki bir Kürt kurumunda bir suikaste kurban gidiyordu. Bu sefer sadece yılın ilk günleri dolayısıyla değil, “süreç” başlamakta olduğu için umutluydu Kürtler! Ama Paris suikasti bu umudun üzerine kapkara bir felaket gibi indi.

Ama sonra her şey Charlie Hebdo vakasında olduğundan farklı gelişti. Ömer Güney adlı biri zanlı olarak tutuklandı. Ama hakkında basına sadece Kürt hareketi içinde çalışan biri olarak bilgi verildi. Böylece, olayın ilk şoku yaşanırken, halkın dikkati henüz olayın üzerindeyken, Türk ana damar basınının “PKK içinde hesaplaşma” tezinin halk nezdinde kuvvetlenmesi sağlanmış oldu. Neden sonra Ömer Güney hakkında sağcı olduğu, üç hilalli yüzük taşıdığı, birçok cep telefonu ve kendi koşullarına uymayan giysileri olduğu bilgileri yayılmaya başladı. Daha sonra soruşturma hâkimi, Ömer Güney’in sık sık ailesinden de gizli Ankara’ya gidip geldiğini ortaya çıkardı. Zanlının Kürt derneklerine gece yarısı gizli girerek üyelerin kayıt fişlerinin fotoğraflarını çektiği keşfedildi. En sonunda da internete bir ses kaydı düştü: bu kayıtta Ömer Güney iki MİT görevlisi ile konuşuyor ve KNK sorumlusu Remzi Kartal’ın da hedefte olduğu bir suikastler dizisi hakkında planlarını anlatıyordu!

Ama ne kadar geç, ne kadar yarım yamalak! Aradan iki yıl geçti, Ömer Güney hakkında dava hâlâ açılmadı! Sizce Fransa devleti gerçekten bu kadar az şey mi biliyor, yoksa Fransa ve Türkiye arasında, başka kozların da oynandığı pazarlıkların sonucu olarak bu cinayet karanlıkta mı bırakılıyor?

Burjuva ana damar medyasının “iç hesaplaşma” tezi son derecede mantıksızdı, bugün büyük ölçüde çökmüş durumdadır. Kürt hareketi ve Türk solu ise Paris suikastini “süreç” tam başlarken Türkiye devleti içinde buna karşı olanlara atfetmiştir. Oysa MİT’in işin içinde olması, aslında “çözüm süreci”ni başlatanlarla suikasti düzenleyenlerin aynı güç olduğunu gösteriyor. Devrimci İşçi Partisi, aynen Roboskî’de olduğu gibi, Paris suikastinin Kürt hareketine bir mesaj vermek için devlet içindeki hâkim güçler tarafından kasten düzenlendiğini söyleyen neredeyse tek güçtür. Hedef, Kürt hareketine “benimle müzakere etmezsen, daha sonra da koşullarıma uymazsan, sinek gibi avlarım” demektir.

Suikastin ikinci yılında, Kürt sorununda demokratik bir çözüme gerçekten taraftar olan herkesin bir kez daha sorması gerekir: katil neden yargılanmıyor? Arkasındaki güçler kimlerdir?

Charlie Hebdo olayındaki bilgi akışının sürati, bu bakımdan göz açıcı olmuştur.

Barbarlığın savaşçıları

Tekfirci hareketin (yani kendine biat edenlerin dışında herkesi kâfir ilan eden hareketin) uluslararası düzeyde nasıl barbarlığın taşıyıcısı olduğu Charlie Hebdo olayıyla bir kez daha ortaya çıkmıştır. İslamın onurunu savunma gerekçesiyle hareket eden bu insanlar, bir ülkenin hayatında eleştirel bir işlev görmekte olan bir düşünce merkezi karakterine sahip bir kurumu kanlı yöntemlerle susturmaya çalışmışlardır. Üstelik bu ilk vaka da değildir. 2011’de bir sayının kapağı dolayısıyla dergi bürosu kundaklanmıştır. Gazete yakılması Türkiye’de Tansu Çiller’in adıyla anılan bir mücadele yöntemidir. Devletin bugün pazarlık etmekte olduğu Kürt hareketiyle ortak duyarlılıklar taşıyan yasal olarak yayınlanmakta olan bir gazetenin binası yakılmıştı. Gazeteci cinayetlerine gelince, Türkiye’nin son dönem tarihi bunlarla doludur.  Biz bu topraklarda bunun gerici bir yöntem olduğunu biliyoruz. El Kaide ya da hangi örgütse, Charlie Hebdo’ya saldıranlar, gazetecileri susturmak için hareket etmişlerdir. Bu suçun hiçbir gerekçesi, hiçbir özrü, hiçbir “ama”sı olamaz.

Fransa’nın emperyalist bir ülke olması da hiçbir şekilde gerekçe gösterilemez. Üstelik Charlie Hebdo, İslam düşmanı değildir. Üslubu provokatiftir. Onlarca yıldır bu derginin sayfalarında nice peygamber, papa ve politikacı ağır, hatta kaba ve bayağı bir üslupla acımasızca hicvedilmiştir. Daha son yıllarda, Fransa eşcinsel evliliği mücadelesi ile çalkalanırken Katolik kilisesi özgürlüklere karşıt bir tavır takınınca, Charlie Hebdo İsa’yı Tanrı ile cinsel ilişki içinde gösteren bir kapak yapmıştır! Ama nedense hiçbir imanı güçlü Hıristiyan böyle bir saldırı yapmayı düşünmemiştir.

Gerçek gazetesi olarak tekfirciliğin, kapitalizmin 21. yüzyılın başında ürettiği barbarlık eğilimlerinden biri olduğunu vurguluyoruz. Charlie Hebdo olayı yalıtılmış bir olay olarak kalmayacaktır. Zaten geride bıraktığımız dönemde, Salman Rushdie’nin Şeytan Ayetleri dolayısıyla ölüme mahkûm edilmesinden Danimarka karikatür krizine, peygamberin hayatı üzerine bayağı video filmine verilen tepkiden Charlie Hebdo’ya saldırılara kadar sicil kabarıktır. Gelecekte de, fikirlerine ve üsluplarına katılmasak da gazetecilerin ve yazarların ölüme karşı savunulması için mücadele devem etmek zorunda kalacaktır.