Françafrique’e yeni bir darbe: Madagaskar’da devrim öncesi durum

Françafrique’e yeni bir darbe: Madagaskar’da devrim öncesi durum

Ekim’in başında yazdığımız, iki Afrika ülkesinde (Madagaskar ve Fas) yaşanan gençlik isyanlarını ele aldığımız bir yazıda, bu ülkelerin birer Françafrique ülkesi olduğunun altını çizmiştik.  Ne demek bu Fransızca terim? Afrika’nın 19. yüzyılda başlayan sömürgeleşme tarihinin en büyük iki failinden biri olan Fransa’nın, sömürge çağının sona erişinden (dekolonizasyondan) sonra, yani 1960’lı yıllardan beri, eski sömürgelerini hâkimiyeti altında tutmak için kullandığı ekonomik, politik, kültürel-ideolojik yöntemlerin tamamına verilen ad. Fransa ve Afrika sözcüklerinin Fransızca karşılığının birleştirilmesiyle elde edilmiş bir terim. (“Fransafrik” olarak okunuyor.)

Aslında söylediğimizin elinizdeki yazının konusu olan Madagaskar açısından anlamı şuydu: Afrika’nın güneydoğu kıyısında bulunan, 32 milyon nüfuslu, maden zengini, jeostratejik değeri yüksek Madagaskar adası hâlâ Fransa’nın sultası altında yaşıyor. Bu iddianın kanıtı yalnızca on beş gün geçtikten sonra ortaya çıktı. Madagaskar’da gençlerden sonra sendikaları da kavrayan ve böylece geniş bir toplumsal isyan karakterini kazanan mücadele, ordu birliklerini de kendi yanına çekince, ülkenin cumhurbaşkanı Rajoelina ükeden kaçmak zorunda kaldı. “Ben görevimin başındayım” diyor ama kimse inanmıyor. Kaçtığı az çok kesin.

Ama kaçmış olsa da olmasa da bütün dünya, Fransa ve Madagaskar onu Fransa’nın kaçırdığını konuşuyor. Herkes dönüp Macron’a soruyor: “Kaçırdın mı kuşu?” O ise susuyor. “Ne alaka?” falan demiyor. Yani kaçtığına ilişkin haber doğru olsa olmasa da her şey Madagaskar’ın Fransa’nın aguşunda yaşayan bir yarı-sömürge olduğunu teyit etmiş oluyor. Bunu herkes biliyor. Gerisi önemsiz!

Devrim öncesi durum

Bir halk ya da halkın iktidarı zorlayacak kadar güçlü bir kesimi (mesela işçi sınıfı, mesela köylüler, mesela gençlik) uzun yılların sömürü ve zulmüne karşı ayağa kalktığında, şayet bu mücadele (nesnel veya öznel koşullar açısından) doğrudan siyasi iktidarı hedeflemiyorsa buna “devrim”den farklı olarak “isyan” demek gerekir. Eylül sonunda, Asya’daki Nepal ve Endonezya’dan esinlenerek kendine Gen Z (Z kuşağı) adını takan hareket böyle bir gençlik isyanıydı. Her ne kadar tek kaşı havada züppe postmodern teorisyenler bu gerçeği saklamak için bir bin takla atıyor olsa da, bu gencecik kuşak bile bugünkü toplumların en büyük mücadele gücünün proletaryada olduğunu bildikleri için mücadelenin bir aşamasında gayet olgun şekilde sendikaları genel greve çağırdılar. Nesnel koşullar buna uygun olduğu için, yani halk sınıfları, yaşadıkları sefaletin son dönemde neredeyse daimi hale gelen elektrik ve su kesintileri dolayısıyla yoğunlaşması dolayısıyla greve ve direnişe hazır oldukları için, sendikalar da harekete geçti. Bu iki güç birleşince, yani bütün toplumsal hareketlerin en diri unsuru gençlik proletarya ile birleşince bütün toplum peşlerine düştü. Sonunda Gen Z hareketi bir gençlik hareketi olmaktan çıktı, içinde işçi sınıfının ekonomik örgütlerinin de olduğu bir genel halk isyanı oldu. Aşağıdaki fotoğraf bunu gösteriyor.

Devrim öncesi durum

Burada bir parantez açmazsak olmaz. Çünkü mükemmel bir örnekle karşı karşıyayız. Yoksul ve geri Madagaskar gençliğinin yaptığını 2013 Gezi hareketi yapamamıştı! Gezi isyanı içinde mücadelenin işçi sınıfına taşınması için sistematik olarak çaba gösteren bir tek Devrimci İşçi Partisi vardı. Solun çoğunluğu, Gezi’nin gençliğinin ideolojik ve politik tutsağı haline gelmiş olduğu için bu yöneliş (elbette yoksul Madgaskar’da muhtemelen ancak çok kısmi bir gücü olan ama Türkiye’de 1950’li yıllardan beri beslenmiş, 12 Eylül karşı-devrimince işçi sınıfının kontrol altında tutulması çabasının ana direği haline getirilmiş olan sendika bürokrasisinin de katkısıyla) pratikte uygulanamadı.

Ordu sahneye çıkıyor

Parantezi kapatıyor, Madagaskar’a dönüyoruz. Bu büyük toplumsal hareket, bu halk isyanı karşısında ordu önce bölündü. Personel işlerini (ve yanı sıra idari ve teknik görevleri) üstlenmiş, bu yüzden bir bakıma ordu içinde stratejik ağırlığa sahip, uluslararası medyanın kullandığı terimle “elit bir birlik” olan Capsat, bir basın toplantısı yaparak “kardeşlerimize ateş etmeyeceğiz” açıklaması yaptı. Biz sosyal medyada derhal, Madagaskar’da durum, “bir devrim ya da iç savaş yolunda gelişiyor” yazdık. Bu aşamada, ordunun bazı kanatları halk hareketine katıldığı halde genelkurmay ve üst kademe subaylar siyasi iktidarın yanında kalsaydı, başkaldıran kanat halk hareketine katılmış olurdu ve bir ihtimalle daha güçlü çıkıp iktidarı ele alarak bir politik devrimi gerçekleştirmiş olurdu ya da iki taraf yenişemediği için bir iç savaş başlardı. Yine de hâlâ ordunun iktidarı eline aldığına ilişkin açıklamayı Capsat’tan bir albayın yapmış olması ordunun bölünmüş olduğu yolunda bir gösterge de olabilir.

Ordu sahneye çıkıyor

Uluslararası medyanın aktardığı kadarıyla durum şudur: Ordu bir bütün olarak cumhurbaşkanının karşısına geçmiş ve iktidarı üzerine aldığını (medyaya göre, biraz ürkek bir tavırla) ilan etmiştir. Cumhurbaşkanı Rajoelina’nın olayların orta yerinde orduyu kendi yanında tutabilmek amacıyla eski hükümeti görevden alarak yerine başbakanlığa bir üst düzey kara generalini atamış olması da durumu kurtarmamış, o da (Birleşmiş Milletler’e göre) 15 günde iki düzine ölümle sonuçlanan baskı politikasını uygulamakta olan biri olduğu halde, son dakikada “ben her şeyden önce askerim, silah arkadaşlarımla birlikte yurtseverlik görevimi yerine getiririm” palavrasıyla ordunun yanına geçmiştir!

Şimdi doğan duruma henüz “devrim” diyemeyiz. Ordunun genelkurmayı ve generalleri Fransız sömürgeciliğinin kucağında yetiştirilmiş ajanlar olarak görülmelidir. Bir genelkurmay darbesi, istisnai vak’alar hariç, en yoksul bir ülkede bile yeni-sömürgecilikten kopamaz. (Bizim gibi ülkelerde o istisnalar da olamaz.) Örneğin 2020’li yıllarda Batı Afrika’nın Sahil (Sahel diye de biliniyor) ülkelerinde (en başta Burkina Faso, Mali ve Gine) yaşanan askerî darbeler alt kademe subayların hâkim olduğu siyasi iktidarlar olduğu içindir ki bugün emperyalizme karşı çok önemli bir cephe oluşturuyor. Bu ülkeler de Fransa’nın eski/yeni sömürgeleriydi. Françafrique modeli Afrika’da zaten büyük bir yara almıştı. Madagaskar o zincire eklenen bir halka oluyor.

cenaze

Ama her askerî darbe aynı yolu tutamaz. Sonuç olarak şimdiki devrik cumhurbaşkanı Rajoelina da 2009’da iktidara bir askerî darbe sayesinde gelmiştir! Şimdi “yasalar çiğneniyor” diye emperyalist sahiplerine gerekçe üretirken bunu nasıl da unutabiliyor! Ama halk unutmuyor ve halk harekete geçince her şey değişiyor.

Madagaskar dış yardıma muhtaç yoksul ve kendi cılız hâkim sınıfı tarafından mali tutsaklığa sürüklenmiş bir ülkedir. Bir siyasi iktidarın emperyalist sisteme el açmadan yaşaması için sosyo-ekonomik sisteminde ciddi değişiklikler yapabilmesi gerekir. Emperyalistlerin yanı sıra Afrika’nın hâkim sınıfları da bu tür başkaldırıya karşı şaşmaz bir muhafazakâr tutum takınmaktadır. Afrika Birliği denen alçaklar örgütü şimdiden Rajoelina’nın devrilmesine karşı ikirciksiz bir bildiri yayınlamış bulunuyor. Fransa ve muhtemelen Amerika da kolay kolay kendisine el açmayan bir rejime destek olmayacaktır. (Biz ordu işin içine girince devrim ihtimalinden söz ederken liberal New York Times hemen “darbe” korkuluğunu öne sürdü! Sanki demokratik olarak seçilmiş bir iktidar var da darbeden söz ediyor!)

Bu tür siyasi iktidarlar aslında Afrika’nın iyi tanıdığı bir modele uyar. Afrika dekolonizasyon döneminden bu yana bir darbeler kıtası olmuştur. Bu tür darbenin (yani halk kitlelerinin ayaklanmasının ürünü olarak doğan darbe çeşidinin) hangi yöne doğru evrileceği sorusu önceden, yani toplumsal ve politik mücadelelerde sınıfların ve siyasi önderliklerin öznel yönelişinden bağımsız olarak cevaplanamaz. Basit bir darbeden farklı olarak, burada kitle hareketi zafer duygusu ile büyük bir güç kazanmış bulunuyor. Ordunun bu kitleye bu hareketin yaşanmasından önceki durumda olabileceği gibi boynu eğik bir köleleştirilmiş halk muamelesi yapması mümkün değildir.  O zaman demek ki, gelişmeye halk hareketinin evrimi ile ordu içindeki saflaşmalar arasındaki etkileşim biçim verecektir. Biz bu yüzden bu tür kitlesel ayaklanmadan doğan askerî darbelerin bazen devrim öncesi olarak anılabilecek bir durum doğurduğunu söylemiş oluyoruz. Devrim öncesi durum, mutlaka devrim olacak demek değildir. Devrimin doğmasına yataklık yapabilecek durum demektir.

Afrika tarihinde bu türden en önemli örnek 1952-54 Mısır devrimidir. Kahire’de büyük bir ayaklanma askerî darbe ile sonuçlanmış, Necip-Nasır cuntası içindeki mücadeleden Nasır galip çıkınca Mısır anti-emperyalist bir burjuva devrimi yönelişine girmiş, bu da bütün Arap dünyasında devrimci dönüşümlere kaynak olmuştur.

Ne var ki Mısır çok zengin bir tarihî birikimi ve büyük devrimci mücadeleler (Arabi isyanı, 1920’ler başındaki devrim vb.) geleneği olan bir ülkedir. Üstelik dönem dekolonizasyon hareketinin Sovyetler Birliği’nin varlığından büyük güç aldığı bir dönemdir. Madagaskar çok daha geri ve yalıtılmış bir ülkedir ve dönem emperyalizmin hâkimiyeti altında ve faşizmin dünya çapında yükseldiği bir dönemdir. Elbette Sahil ülkelerinin Rusya ile kurduğu özel ilişki Madagaskar’a da örnek olabilir. Her şey kitle hareketi ve ordu kademelerinin mücadelesiyle belirlenecektir. Rusya’nın Sovyetler Birliği ile aynı rolü üstlenebileceğini söylemiyoruz. O sayede halk hareketiyle ittifak içindeki askerî iktidarın bir ölçüde emperyalizme karşı özerklik kazanabileceğini söylüyoruz.

Ama her durumda 2022’de Sri Lanka’da tohumları atılan, bu yıl Madagaskar’ın yanı sıra Bangladeş, Kenya, Nepal, Endonezya ve Fas’ta isyanlarla beslenen dalga, yoksul dünyayı sarsmaya devam ediyor.