İstibdadın patlayan kanalizasyonu: Pisliği temizlemiyor birbirlerine fırlatıyorlar
Süleyman Soylu, Sedat Peker’in Youtube üzerinden ortaya attığı bazı iddialar üzerine savcılığa suç duyurusunda bulunmuş. Soylu’nun avukatının dilekçesinde “müvekkilim hakkındaki gerçeğe aykırı tüm iddialar ile ilgili araştırma yapılması” ifadesi geçiyor ve bazı basın yayın organlarında Süleyman Soylu sanki “hodri meydan” demiş gibi bir hava yaratılıyordu. Süleyman Soylu, Sedat Peker için “hayatının bir noktasında benimle temasın varsa ve bu ispatlanırsa, idam dahil her türlü cezaya, aşağılanmaya razıyım” diyerek de çıtayı epey yüksek tutmaktaydı. Soylu adına savcılığa verilen dilekçede Süleyman Soylu’nun kendisi ile ilgili konularda “araştırma” yapılması istenirken, Sedat Peker’le ilgili ise hakaret ve iftira suçlamasıyla “gerekli soruşturmanın yapılmasının, soruşturma tedbirlerinin uygulanması suretiyle delillerin toplanmasının, şüpheli ve tespit edilecek diğer şüpheliler hakkında ceza davası açılmasının” talep edildiğini görüyoruz.
Söyledik yine söylüyoruz. Sedat Peker bizim için dün de muteber değildi bugün de değil. Sözlerine itibar etmeyiz. Ama iddiaların araştırılmasını soruşturulmasını istemek hakkımız ve sorumluluğumuz. Bir mafya şefinin sözlerine asla güvenmeyiz. Yalan atsa, iftira atsa kabarık suç listesi içinde bunların lafı mı olur? Ama bir mafya şefi Soylu’ya “akrabam Reşat Fazlıoğlu aracılığıyla bana haber gönderdin” diyor; Soylu “hayatının bir noktasında benimle bir temasın var ve bu ispatlanırsa idam dahil her türlü cezaya aşağılanmaya razıyım” diye cevap veriyor. Sonra adı geçen Reşat Fazlıoğlu’nun yeğeninin nikah şahidi olduğu fotoğraflar ortaya çıkıyor. Sedat Peker, Soylu bana aracılarla mesaj gönderdi diyor. Soylu, ispatlarsa idama razıyım diye cevap veriyor. Sonra Soylu’nun gayriresmi basın sözcüsü gibi çalışan Hadi ve Süleyman Özışık’ın bu aracılığı yaptığı ortaya çıkıyor. Gazeteciler inkâr ediyor. Sedat Peker, kayda aldığı telefon görüşmelerini ifşa ediyor.
Biz mafya şefinin yalan söylemesini dert etmeyiz ama halk İçişleri Bakanı koltuğunda oturan kişiden doğruyu konuşmasını bekler. Kuşku duyarsa da hesap sorar. Biz idama karşıyız. Aşağılanmak da aşağılamak da bizden uzaktır. Sadece gerçeğin peşindeyiz. Ve istibdad rejiminin nasıl sistematik olarak gerçeğin üzerine kalın bir perde çektiğini görüyoruz. Emekçi halkın da görmesini istiyoruz.
Soylu’nun evdeki hesabı çarşıya uymadı
Soylu’nun kendisiyle ilgili araştırma yapılmasını istediği konular, Sedat Peker’in Soylu’nun bazı yakınlarına söylediğini iddia ettiği “İstanbul’u ben değil Berat yönetiyor”, ifadesi Soylu’nun Peker’in ülkeye dönüşü için söz verdiği iddiası, vaktiyle DYP kongresinde Sedat Peker’in adamlarının Süleyman Soylu’yu desteklemiş olması gibi çok önemli ama derhal delillendirilmesi zor, delil olmazsa da her yöne çekiştirilebilecek konular. Dilekçede adı geçen farklı tek olay Sedat Peker’e polis korumasının Süleyman Soylu tarafından verildiği iddiası. Korunma talebinde bulunan vatandaşların dosyaları, yılda bir kez düzenlenen bir komisyona sunuluyor ve kararı vali başkanlığındaki 12 kişilik heyet veriyor. Dolayısıyla onda da ilgili kararlarda İçişleri Bakanı’nın imzasının bulunması zaten söz konusu değil. Soylu’nun bu hamlesiyle yargıdan Sedat Peker’e yönelik bir “iftira” kararı çıkartıp konu her gündeme geldiğinde bu kararı kullanmayı, meseleleri kurcalayan herkesi müfteri olmakla, suç örgütü liderinin sözlerini tekrarlamakla, neden olmasın belki de suç örgütü üyesi olmakla suçlamayı hedeflediği belliydi. Sonuçta denenmiş ve işe yarayan bir yöntem değil mi bu?
Ama belli ki Soylu’nun evdeki hesabı çarşıya pek de uymuyor. Çok güvendiği, adeta medyadaki gayriresmi sözcüsü olarak kullandığı Hadi Özışık’ın, Sedat Peker’e hak verip neredeyse onu Soylu’ya karşı kışkırttığı görüntülü telefon görüşmesini hep birlikte izledik. Hadi Özışık’ın Peker’in çektiği videoda kendisiyle ilgili bazı bölümlerinin kesilmesini istemesinden, videoları yayınlanmadan önce görmüş olduğunu da anladık. Soylu’nun güvendiği dağlara yağan karlar Hadi Özışık’la sınırlı değil. Soylu, Sedat Peker’e “mafya pisliği” diyerek onu ve iddialarını itibarsızlaştırıyor. Ama bir kere lağım patladı mı pislik her yandan fışkırmaya başlıyor. Hadi Sedat Peker mafya lideri Soylu onunla muhatap olmuyor. Peki aynı iddiaların çok daha ağırını söyleyen, Peker’e sadece koruma polisi ve çakarlı araba değil Jammer denen sinyal karıştırıcı cihazın (teknik izleme ve dinlemeyi engelleyen bir teknolojik cihaz) tahsis edildiği iddiasını dile getiren CHP Mersin Milletvekili Ali Mahir Başarır’a ne cevap verecek? Üstelik Ali Mahir Başarır bu iddiaları Halk TV’de katıldığı programda ortaya atarken kaynak olarak Peker’in videolarını değil bizzat Soylu’nun idaresi altındaki polisleri gösterdi. Soylu bu konuda da gerekli araştırmanın yapılması, ilgili polislerin tanık olarak dinlenmesi için dilekçe verebilecek mi?
Peki İçişleri Bakanı olan Süleyman Soylu ile ilgili konuların sadece doğrudan Süleyman Soylu’nun yaptığı ya da söylediği şeylerle sınırlı olduğu söylenebilir mi? İçişleri Bakanı’nın sorumluluk alanındaki ihmal ve suistimaller yani Soylu’nun görevi olduğu halde yapmadığı ya da göz yumduğu konular ne olacak? Nitekim Sedat Peker’in iddiaları arasında cinayet, tecavüz, uyuşturucu kaçakçılığı, suç örgütü gibi doğrudan polis ve jandarmanın yetki ve sorumluluk alanına giren konular da var.
Mesela Kolombiya ve Panama’da gemilerde yakalanan uyuşturucunun, hangi şirketlere sevk edilmek üzere olduğunun bilindiği söyleniyor. O gemilerin Mersin ve İzmir limanında, eğer yakalanmasaydı malı teslim edeceği belli olan şirket ve kişiler hakkında hiçbir araştırma, soruşturma yapılmıyor olması normal mi? Polise “torbacıların bacaklarını kırın” diye açıkça yasaya aykırı talimat vererek şov yapan, sorumlusu benim diyen Soylu’yu uyuşturucu deniz trafiğinin Türkiye ayağının üzerine gitmesini engelleyen nedir? Bir kadının kendisine tecavüz edildiğini söyleyerek Jandarma’ya başvurduğu, başvurusunun sümen altı edildiği, bu kadının ertesi gün şüpheli bir intihar sonucunda ölü bulunduğu söyleniyor. Sonra basına sızan otopsi raporunda iddiaları güçlendiren çelişkiler ortaya çıkıyor. Bunlar Süleyman Soylu’nun görev ve sorumluluk alanında olan ve araştırılmaya değer konular değil mi? Tüm bunlarla ilgili savcıların harekete geçmesi için tecavüz ve cinayetle suçlanan Tolga Ağar ile aynı partiden olan, yine iddiaların hedefi olan Mehmet Ağar ile AKP’den de öncesine DYP dönemine kadar giden bir yakınlığı bulunan Süleyman Soylu’nun yine suç duyurusunda bulunması mı bekleniyor?
Soylu’nun göz açtırmıyoruz dediği suç örgütleri ve gözden kaçan eylemleri
Soylu biz suç örgütlerine göz açtırmıyoruz o yüzden üzerimize geliyorlar diyor. Evet, polis ve jandarma operasyon yapıyor. Mesela Demirören Milli Piyango’yu satın aldığı dönemde bir furya başlıyor ve yasadışı bahis siteleri çökertiliyor. Asla Demirören daha fazla kâr etsin diye değil elbette… Uyuşturucu operasyonları da yapılıyor yapılmıyor değil. Ama nedense bu operasyonlara rağmen Türkiye’de uyuşturucu kullanım oranları artıyor. Dünya çapında şehirlerin kanalizasyon atıklarının analizini temel alan bilimsel araştırmalarda İstanbul ve Adana dünyada en çok uyuşturucu kullanılan şehirlerde başa güreşiyor. Demek ki Soylu’nun göz açtırmadıkları kadar gözünden de kaçanlar olmalı… Asla uyuşturucu ticaretinde pazar kavgası içinde olan ve devlet içindeki bazı odakların koruması altında faaliyet yürüten mafya grupları olduğu için değil elbette…
Süleyman Soylu’nun bugün “mafya pisliği” dediği Sedat Peker Beykoz’da binlerce kişiyle “referandumda evet” mitingi düzenliyorken, videolar çekip referandumda iktidara muhalif tutum alacak insanları tehdit ediyorken de herhalde yine gözden kaçmaktaydı. Aynı bugün İçişleri Bakanlığının suç örgütleri listesinin başında yer alan Alaattin Çakıcı’nın CHP lideri Kılıçdaroğlu’nu kendisine mafya dediği için “kazığa oturtmakla tehdit etmesi”nin gözden kaçırılması gibi…
Sedat Peker herhangi biri değil. Herhangi bir suç örgütü lideri de değil. İktidarla her yönüyle içli dışlı olan hatta kendi ifadelerinden anlaşıldığı üzere iktidar için suç işlemiş olan ve bugün bir anlamda bu hizmetlerinin karşılığını isteyen bir kişi. Erdoğan’dan “abi” diye bahsediyor. Soylu için kendisine göz açtırmamak şöyle dursun “dönüş biletimdi” diye bahsediyor. Belli ki kendisine göz açtırılmadığı için değil eskiden kendisi suç işlerken kapanan gözler şimdilerde başkaları için kapatıldığı için tepki gösteriyor.
Araştırmak, soruşturmak, kovuşturmak, yargılamak zorundasınız!
Bu kişinin yaptığı ifşaatın araştırılmaya, soruşturulmaya, kovuşturulmaya değer olduğu, dahası bunu yapmanın bir zorunluluk olduğu açıktır. Bunu yapmakla sorumlu olanlar ise bu ülkenin savcılarıdır. Harekete geçmeleri için de ne Soylu’nun ne de bir başkasının suç duyurusuna ya da talebine gerek yoktur. İktidarı ve bilhassa Erdoğan’ı eleştiren bir sosyal medya paylaşımı üzerine evleri basan, yıllar öncesinin bir paylaşımını gerekçe gösterip muhalif milletvekilinin dokunulmazlığını kaldıran, halkın seçilmiş temsilcilerini hapse yollayan yargı temsilcileri, bu konuda harekete geçmiyorlarsa bu elbette hukuki mevzuatı bilmediklerinden değildir. Tüm bunlar istibdad rejiminin yargıyı bir sopa olarak kullanmasındandır. Soylu da bu sopayı elinde tuttuğunu düşünenlerdendir. Yarın o sopayı elinden düşürürse bugün karşı karşıya geldiği kişilerle aynı konuma da düşebilir. O zaman belki o da pek çok ifşaatta bulunacaktır. Biz onların da araştırılmasını, soruşturulmasını, kovuşturulmasını isteyeceğiz.
Biliyoruz istibdad rejimi işine geldiğinde “bağımsız yargı” diyor, biz yargıya talimat vermeyiz diyor. Artık kim inanırsa? Peki madem saklayacak bir şeyiniz, veremeyecek hesabınız yok bir seferliğine tavrınızı değiştirin ve bu konuları araştırmak üzere bir meclis araştırma komisyonu kurulmasını reddetmeyin. Madem Sedat Peker’in muhalefetle birlikte hareket ettiğini, abisinin Kılıçdaroğlu, ablasının Akşener olduğunu söylüyorsunuz, Davutoğlu’yla Babacan’la ilişkilerinden, Pensilvanya’yla birlikte hareket etmesinden dem vuruyorsunuz o halde bunlar da ortaya çıksın! Hodri meydan demek böyle olur!
Bunu da yapmadınız. Hadi muhalefet partilerini işin içine katmayacaksınız peki Devlet Denetleme Kurulu (DDK) ne iş yapar? Susurluk döneminde birçok gerçeği ortaya çıkaran Kutlu Savaş’ın raporu o dönem DDK’nın muadili olan Başbakanlık Teftiş Kurulu adına hazırlanan bir rapordu. Üstelik Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde Devlet Denetleme Kurulu’na dönüştürülürken yetkileri de arttı. Genelkurmay, Kuvvet Komutanlıkları, Milli Savunma Üniversitesi dahil denetim, araştırma ve soruşturma yetkisine sahip. Bugün değilse ne zaman çalışacak bu kurul? Bu iddiaları soruşturmayacaksa neyi soruşturacak?
“Suç örgütleriyle aynı çuvala girerseniz başınıza geleceklere rıza göstermiş olursunuz”
Peki Erdoğan ne diyor? “Fırat’ın kenarında bir koyun kaybolsa sorumlusu benim” diyen Erdoğan, Dicle’nin kenarında genç bir kadının tecavüze uğrayıp cinayete kurban gittiği iddiaları karşısında, ülkenin limanlarını yol geçen hanına çeviren uyuşturucu trafiği suçlamaları karşısında, partisinin milletvekili Tolga Ağar’ın bu suçlara karıştığına dair ithamlar karşısında, doğrudan kendi atadığı ve ülkenin polis ve jandarma teşkilatını teslim ettiği İçişleri Bakanı’na yapılan suçlamalar karşısında susamaz! Ama bu konularda susuyor. Ama muhalefete yine ağız dolusu sövüyor. Bir sözü çok ilginç: “…suç çeteleri de zehirli bir yılan gibidir. Onlarla aynı çuvala girerseniz daha sonra başınıza geleceklere rıza göstermiş olursunuz” diyor. Sedat Peker’in bir elini bozkurt diğer elini rabia yapıp silahlı mitingler düzenlemesini, “hayırsever işadamı” ödülleri almasını, AKP’den ayrılan milletvekillerini karakolda dövdürtmesini hatırlayınca ve tüm bunların neticesinde aynı Sedat Peker’in bugün iktidarın başına ördüğü çorapları düşününce insan bu sözler acaba bir özeleştiri mi diye düşünmeden edemiyor. Ancak tabii ki bir özeleştiri yerine iddiaları gündeme getiren muhalefete eleştiri var. Erdoğan daha önce de cemaate hitaben “ne istediniz de vermedik” diye kürsülerden haykırıp tüm muhalefeti “FETÖ’cü” ilan etmeye hızlı bir dönüş yapabilmişti.
Bir olasılık daha var. Kimbilir belki de Erdoğan, işler iyice içinden çıkılmaz hale geldiğinde faturayı zaten rekabet içinde olduğu Soylu’ya kesip aradan sıyrılmak için bir ön hazırlık yapmaktadır: “Muhalefet sana söylüyorum Soylu sen anla!” Şimdilik manzara bu değil. Daha ziyade ortak düşmana karşı birlik görüntüsü var. Suçlamaların odağında olan Tolga Ağar’ı terfi ettirip AKP’nin Marmara Bölge sorumlusu yaptığına göre başka türlü düşünemeyiz. Sonuçta Erdoğan’ın yakın zamanda görevden aldığı Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan’ın hakkındaki iddialar Süleyman Soylu’yla ilgili olanların yanında devede kulak kalır. Ancak Erdoğan hâlâ Soylu’yla ilgili herhangi bir tasarrufta bulunmuş değil? Erdoğan’ın Soylu ile damadının değil bizzat kendisinin yaşadığı çelişki ve çekişmeleri daha önce yazdık. Erdoğan gerçekten adamlarına sahip mi çıkıyor? Yoksa Fırat’ın Dicle’nin kenarından Sakarya-İzmit-Düzce şeytan üçgenine koyunların değil insanların kaybolmasına sebep olan, sayısız faili meçhule adları karışmış, bin operasyon yapmakla övünen kişilerin verdiği fotoğraftan mı çekiniyor?
Derinleşen çatlaklar ve çözülme emareleri
Bugünlerde her şey çok hızlı gelişiyor, herkes çok hızlı yer değiştiriyor. Öyle de devam edecek gibi görünüyor. Düzen içindeki hesaplaşmadan, iktidar içindeki köşe kapmaca oyunundan etrafa daha çok pislik yayılacağa benziyor. Özışık kardeşlerin durumu ortada. Dün Soylu’nun propaganda sorumlusu gibi olan bu kişiler hakkında şimdi Soylu’nun suç duyurusunda bulunmaya hazırlandığından bahsediliyor. Süleyman Soylu’nun sol cenahtaki gayriresmi basın sözcüsü ise İsmail Saymaz. İşini ustaca fark edilmeden yapıyor. Mesela bütün bu olan bitenlerden sonra bile “90’ların günahına girmek” diye yazı yazıp içinde Süleyman Soylu’nun adını geçirmemeyi hâlâ başarabiliyor. (Tabii aynı yazıda Soylu ile kavgalı Metin Külünk’ü unutmamış!) Ancak onun da bu performansını, aynı şekilde sürdürmesi zor gözüküyor. Yandaş basındaki tek seslilik çoktan çatallanmaya başladı kakafoniye doğru yelken açmış durumda. Yargıdan sızan adli tıp raporlarından sonra polisten de Soylu’yu zora sokacak bilgilerin sızmaya başladığını görüyoruz. Erdoğan’dan, Soylu’dan ya da Numan Kurtulmuş’tan işaret almadan kılını kıpırdatamayan savcılar içinde de kıpırdanmalar başladı bile. Meseleyle ilgisiz görünebilir ancak Covid19 yasaklarına karşı isyan bayrağını çeken ve hızla aşı karşıtı siyasal İslamcı geniş bir çevrenin kahramanına dönüşen Şanlıurfa Viranşehir İlçesi Cumhuriyet Savcısı Eyüp Akbulut bir işaret fişeği işlevi görebilir.
Geçen yazımızda iktidarın kendi içindeki hesaplaşmaları açısından bu tarz bir gelişmenin olabileceğine işaret etmiştik: “Erdoğan’ın dere geçilirken at değiştirilmez dediği, Binali Yıldırım’ın açıkça darbe girişimini haber vermemekle suçladığı ama bir şekilde MİT Başkanlığında kalan ve gücünü koruyan Hakan Fidan’ın iktidar cephesinde olup da Davutoğlu ve Gül ile olan özel muhabbeti dolayısıyla bir ayağını muhalefetin içinde tuttuğunu da ayrıca not etmemiz gerekir. Sedat Peker’in ifşaatının en ciddi yankıyı Ayasofya, İstanbul Sözleşmesi, Hilafet, Uygurlar vb. başlıklarda, son günlerde ise aşı karşıtlığı üzerinden Erdoğan’ı sıkıştıran ve İslamcı tabanla arasına giren, İran, Rusya ve Çin karşıtlığında başı çeken, nihayet Davutoğlu ile dirsek teması içinde olan İslamcı cenahta bulması da ilginç. Bu aşamada bazı Akit gazetesi yazarlarının Sedat Peker’in ifşaatı konusundaki heyecanlı ve cesur tepkilerini takip etmekte fayda var diyelim.”
Şimdi Akit gazetesinin önde gelen İslamcı yazarı Dilipak “Bir ilçede genç bir savcı" diyip geçmeyin. Çok büyük bir yanlış yaparsınız. Milletle inatlaşılmaz. Arkası gelir. Hesap soranlardan gün gelir hesap sorulur.” diye tivit atıyor. İslamcı kesimleri savcıya sahip çıkmaya çağırıyor. Bu savcının Sedat Peker’in ifşaatının hesabını sormaya ne yetkisi ne de gücü var. Ama bir adli tıp raporu sızıyorsa başka belgeler de sızabilir. Bir polis İçişleri Bakanı aleyhinde CHP’ye konuşuyorsa başka polisler de konuşabilir. Bir savcı iktidara isyan bayrağını çekiyorsa başka konularda başka savcılar da harekete geçebilir. Bu rejimi bir “tek adam” rejimi olarak kodlamışsanız bu gelişmeler baş döndürücü ya da inanılmaz gelebilir. Ama yarı askeri rejim gerçeği uzun zamandır başka olasılıklara kapıyı açık tutuyor. Jandarmayı geri isteyen bir Genelkurmay’ın ve/veya Milli Savunma Bakanı’nın, bir ayağı muhalefette olan istihbarat örgütünün olduğu bir siyasal ortamda, merkezkaç eğilimler tahmin edilenden çok daha hızlı ve güçlü bir ivmeyle gelişebilir. Erdoğan’ı devirmek için Amerikan muhalefetine her türlü desteği vermeye hazır olduğunu ilan etmiş bir Biden’ın, elinde yaptırım tehdidini Demokles'in kılıcı gibi tutan bir Avrupa Birliği’nin olduğu bir konjonktürde bu merkezkaç eğilimler dolar ve avronun da çekim alanı içinde olacaktır.
Bu pisliği emekçi halk temizler
Ne var ki düzen içi hesaplaşmadan kaynaklanan bu merkezkaç eğilimler ortaya saçılan pisliğin temizlenmesine değil etrafa daha fazla saçılmasına neden olacaktır. Susurluk’ta olduğu gibi daha sonraki Ergenekon, Balyoz vb. davalarda olduğu gibi hakikati ortaya çıkaracak bir hesaplaşma sürecinin yerini bir iktidar pazarlığı alabilir, yargılamayla komplo iç içe geçebilir, sonra bir bakmışız ki bugün birbirinin gözünü oyanlar yarın birlik olup yine halkın tepesine binmişler. Ancak bu olasılıklar asla ve asla hakikat için verdiğimiz savaştan bizi geri bırakmamalı. Emekçi halkın haklı ve meşru taleplerini yükseltmeye devam etmeliyiz.
Savcılar harekete geçin! Tolga Ağar’ın, Süleyman Soylu’nun dokunulmazlıklarını kaldırın! Mecliste araştırma komisyonu kurun! Devlet Denetleme Kurumu’nu harekete geçirin! Emekçi halk bu taleplerin arkasında durmalı, ama her durumda gerçeğe ulaşmak için düzenin iç kavgasından medet ummamalı, sadece ve sadece kendi gücüne güvenmeli. İstibdadın kanalizasyonu patladı, bu düzenin insanları etrafa yayılan pisliği temizlemenin değil birbirinin üstüne atmanın peşinde. Gerçeğin peşinde olan ve çıkarı sadece gerçekten yana olan ise emekçi halktan başkası değil.