Barolara karşı başlatılan soruşturmalar istibdadın savunmayı etkisizleştirme çabasıdır
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın geçtiğimiz Cuma hutbesinde kullandığı “Ey insanlar. İslam, zinayı en büyük haramlardan kabul ediyor. Lutiliği, eşcinselliği lanetliyor. Nedir bunun hikmeti? Hastalıkları beraberinde getirmesi ve nesli çürütmesidir bunun hikmeti. Yılda yüz binlerce insan gayrimeşru ve nikahsız hayatın, İslami literatürdeki ismi zina olan bu büyük haramın sebep olduğu HIV virüsüne maruz kalıyor. Geliniz bu tür kötülüklerden insanları korumak için birlikte mücadele edelim” ifadelerine karşı eleştirel bir açıklama yayınlayan Ankara Barosu’na soruşturma başlatıldı. Sadece Ankara Barosu’na değil, baroya destek amaçlı açıklama yayınlayan Diyarbakır ve İstanbul Baroları hakkında da soruşturma başlatıldı.
İstibdadın temsilcileri baroları hedef alan pek çok açıklamada bulundu. Erdoğan, Ankara Barosu’nun açıklamasını devlete yapılan bir saldırı olarak niteleyerek baroyu faşistlikle suçladı. AKP Sözcüsü Ömer Çelik baroyu hem faşistlikle hem de islamofobik olmakla itham etti. Meclis Başkanı Mustafa Şentop İslam düşmanlığı, Devlet Bahçeli dine vahim bir saldırı dedi. Aralarında Adalet Bakanı’nın da olduğu pek çok isim ise baronun açıklamasını kınadı. Özcesi; istibdad tüm kanallarıyla barolara karşı bir saldırı başlattı. Bu saldırı istibdadın yargıyı halkın üzerinde bir sopa olarak kullanmak için savunmayı baskı altına alma politikasının bir devamı. İstibdadın temsilcilerinin, meseleyi hukuktan çıkarıp, halkın dini duygularını istismar ederek tüm kamuoyu nezdinde tartıştırması ve buradan halkı kışkırtması elbette bilinçlidir. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi adını verdikleri rejimle birlikte yürütmenin sultası altına alınmak istenen yargının sacayaklarından biri olan savunma, yani avukatlar, yani onların temsilcisi barolar hâlâ bir ölçüde yürütmeden bağımsız davranabiliyor. Bu yüzden istibdad rejiminin temsilcileri baroları dize getirmek, bunun bir uzantısı olarak da savunma kurumunu etkisizleştirmek için mücadele vermektedir. Açıkça görüldüğü üzere istibdadın temsilcileri yekvücut olmuş bu amaç için saldırmaktadır.
Diyanet İşleri, istibdad rejiminin güdümünde bu rejimin çıkarları doğrultusunda hareket etmektedir. Sadece mezhepçi açıklamalarla da değil, emekçi halkın karşısında yer alıp emek sömürüsünün meşruluğunu savunan, TOKİ’nin aldığı faize dinen caizdir diyen açıklamalarıyla da bu konumunu açıkça ortaya koymaktadır. Türkiye’nin AIDS diye yakıcı bir gündemi yoktur. Erdoğan ve iktidarı, kendisini dinin savunucusu, baroları da “İslamofobik” deyip hedef göstererek kendi iktidarının ve Diyanet’in sınıf olarak sermayenin aygıtı olduğunu gizlemeye çalışıyor. Türkiye’de işçiler Korona yüzünden ölürken, işsizlik 10 milyona doğru giderken, kısa çalışma, ücretsiz izin diyerek zaten kıt kanaat geçinen işçiler iyice sıkıntıya düşmüşken, AIDS, eşcinsellik tehlikesi gibi gündemler icat edip tartıştırmak hangi sınıfın işine yarıyor? Gayet açık ki sermayenin!
Erdoğan’ın Diyanet ile devleti eş tutan açıklaması ise açıkça dini siyasete alet etmektir, laikliğe de aykırıdır. Ve laiklik de işçi sınıfının ve emekçi halkın sahip çıkması gereken bir ilkedir. Baroların susturulması, yargının daha da fazla istibdadın sopasına dönüşmesi en çok işçi ve emekçilerin aleyhinedir. Bu gelişmeyi iş mahkemelerinin patronlar lehine verdikleri kararlardan, işçinin hakkını yasalardaki süre kısıtlarına rağmen yıllarca davaları uzatıp gasp etmesinden görüyoruz. İşçi ve emekçiler için yargıdaki sorunlar bunlardır.
Halkın yararına olan; baroların baskı altına alınması, avukatların susturulması değil mezhepçi olan ve halkı temsil etmeyen, iktidarın ve patronların yanında dini gündem saptırmaya ve emekçi halka karşı sınıf saldırısına alet eden Diyanet İşleri Başkanlığı’nın lağvedilmesidir. Tüm kurumlarıyla halka saldıran istibdad rejimine karşı hürriyet mücadelemiz sürecektir.