Üniversitede hürriyet mücadelesi nasıl kazanılır?

2015’te AKP’den milletvekili aday adayı olmuş, AKP Sarıyer ilçe teşkilatı kurucularından olan Melih Bulu’nun Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör yapılması kararı büyük bir tepkiyle karşılaştı. Daha ilk günden “Melih Bulu bizim rektörümüz değildir, kayyımdır” diyen Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri derhâl mücadeleye başladılar. 4 Ocak’ta birçok üniversiteden bini aşkın öğrencinin katılımıyla Boğaziçi Üniversitesi Güney Kapı’da başlayan eylemler, sonrasında ülke geneline yayıldı ve İstanbul Üniversitesi, İTÜ, ODTÜ, Ankara Üniversitesi, Mimar Sinan, 9 Eylül, Ege dâhil olmak üzere onlarca üniversitede kayyımlara karşı eylemler yapıldı. Şu an salgın nedeniyle çeşitli şehirlerde bulunan Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri, bulunduğu şehirlerde eylemler düzenledi. Artık hemen hemen her üniversitenin başında bir kayyımın oturması ve istibdadın bu kayyımlar aracılığıyla üniversiteleri tahakküm altına alması öğrencileri mücadeleye iten sebepti. Dolayısıyla daha ilk günden itibaren verilen tepki Melih Bulu’nun şahsından öte, bir bütün olarak istibdadın kayyım siyasetine karşı yükselen bir tepkiydi. Aynı sebeple de üniversite sermayenin istibdadına karşı hürriyet mücadelesi dinamiği taşıyordu. Her ne kadar eylemlerin Boğaziçi Üniversitesi’yle sınırlı kalmaması olumlu bir gelişme olsa da hareketin önünde de pek çok engel mevcuttur. Kazanmamız için ardımızda kalan günleri dürüstçe değerlendirmeli ve önümüzdeki günlerde doğru adımları atmalıyız.

Elimizden fırsatın kaçtığı gün: 4 Ocak! Kazanabilir miydik? Nasıl kazanırdık?

Başta şunu belirtmeliyiz, 4 Ocak günü farklı kararlar alınsaydı bu mücadelenin kazanmasının yolu açılabilirdi. O gün, Güney Kampüs kapısında toplanan öğrenciler üniversitenin yakınındaki diğer kampüs olan Kuzey Kampüse yürümek yerine Güney Kampüs içerisindeki Rektörlük binasına yürümeyi tercih etmeliydi. 2016’daki rektörlük atamasına karşı yapılan eylemlerde öğrencilerin Güney’den Kuzey’e yürümesine izin vermeyen polis, bu sefer kitlenin gücüne bakarak buna izin verdi. Ancak böylece polis, öğrenciler Kuzey’de forum yaparken asıl önemli yer olan Rektörlüğün güvenliğini sağlamak için, Güney Kampüs kapısının önüne yığınak yapma fırsatını elde etmiş oldu. Şayet ilk anda Rektörlüğe yürünseydi öğrenciler fiili ve meşru bir zeminde binayı kontrol altına alabilir, bir sonraki gün yapılacak olan rektörlük devir teslimine ve kayyımın rektörlük koltuğuna oturmasına fiilen izin verilmeyebilir, mücadele bizim kazanabileceğimiz başka yöne doğru evrilebilirdi. İstediklerini yapmak için zor kullanmaktan hiçbir zaman çekinmeyen istibdadın karşısında kurulacak fiili bir mücadele hattı, meşruluğunu hürriyet mücadelesinin bir mevzisi olarak sağlayabilir; sermayenin istibdadına karşı ekmek ve hürriyet mücadelesinin birleştirme çağrısı bu mevziden yükseltilebilirdi. Bu, Melih Bulu’nun istifasının da, kayyımın üniversiteden sökülüp atılmasının da, kazanmanın da yolunu açacak asıl mücadele hattı olurdu.

6 Ocak Kadıköy eylemi: Gövde gösterisi ama yanlış yerde!

4 Ocak sonrası 6 Ocak’a eylem çağrısı yapan öğrenciler karşılarında, üniversite bölgesine özel, uydurma bir eylem yasağı ve binlerce polis buldu. Akademisyenler de yasağa uyarak üniversite içinde sürdürdükleri rektörlüğe sırtlarını dönme eylemini iptal etmişti. Bunun üzerine öğrenciler eylem çağrısını Boğaziçi Üniversitesi önünden Kadıköy’e aldılar. Her ne kadar Kadıköy’e yüzlerce öğrenci gitse de üniversite önünde istibdadla karşı karşıya gelinmemiş, 4 Ocak’ta yüklenilen barikat aşılamamıştı. Oysa sadece Melih Bulu’yu değil kayyımları götürmenin yolu ilk olarak üniversite önünde kurulan barikatın aşılmasından geçiyordu. 6 Ocak’ta sonunda kazanmanın da kaybetmenin de olduğu bu yola girmeyen öğrenciler, yolu değiştirmiş, eylemini üniversitelerle ilgisi olmayan bir yerde, Kadıköy’de yapmıştır.

Öğrenci dayanışması sadece sloganda mı yaşasın?

4 Ocak’ta polisiyle barikatı kuran ve öğrencileri içeri almayan istibdad, o günden itibaren ise medyası aracılığıyla mesaisini öğrencileri bölmeye harcadı. Öğrencilerin haklı mücadelesinin içerisine “teröristlerin” ve “provokatörlerin” sızdığını iddia eden havuz medyasının bu hikâyesine Soylu ve Erdoğan gibi istibdadın en tepesindeki temsilcilerinden de destek geldi. Bu şekilde Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin diğer üniversitelerden öğrencilerle arasına mesafe koymasını amaçlayan istibdad, bunun için de, sonunda ancak 2911’e muhalefetten dava açabildikleri farklı üniversitelerden öğrencilere şafak operasyonları düzenledi, evlerinin kapılarını özel harekâtla kırdı.

Boğaziçi öğrencilerinde karşılık bulan bu propaganda sonucunda Boğaziçi öğrencisi haklı mücadelesine “zeval” getirmemek amacıyla diğer üniversitelerdeki arkadaşlarından koptu, “güvenli” alanına, üniversite içerisine çekildi. Bu andan itibaren yalpalamaya başlayan hareket, kayyımı istifa ettirmenin yollarını aramaktan çok “terörist” ilân edilmeyecek, kamuoyuna duyurulacak “zeki” etkinlikler düzenleme çabasına girişti. Kamuoyu desteğini almak önemsiz olmasa da tek başına asla yeterli değildir. Hele istibdadın seçilmiş belediyeler dâhil çekinmeden icra ettiği kayyım siyasetinde geri adım atmasını sağlamak “eğlenceli” etkinlik yapmakla asla mümkün olmayacaktır! Emekçi halkın desteğini alacak esas güç mücadelenin haklılığıdır. İlk gün olan da buydu. Kampüs içi etkinlikler ise, bu desteğin yükselmesine, hürriyet mücadelesinin büyütülmesine, mücadelenin kazanmasını sağlayacak şekilde ekmek ve hürriyet mücadelesinin birleşmesine hizmet etmek bir yana zamanla konunun kamuoyu gündeminde gerilere düşmesine ve kayyımın kabullenildiği algısına yol açtı.

İstibdadın kayyımlarına, barikatlarına karşı birleşik mücadele!

Her şeye rağmen karşımızda büsbütün olumsuz bir tablo olduğunu asla söyleyemeyiz. Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri ilk günkü gibi bir irade olmasa da üniversite içinde eylemlerine devam ediyor. Akademisyenler azımsanmayacak bir kalabalıkla her gün sırtlarını Rektörlüğe dönüyor. Kayyımın üniversite bileşenleriyle görüşerek ısrarla elde etmeye çalıştığı meşruiyeti kimse ona vermiyor, aksine idari görevlerden istifalar geliyor. Her geçen gün bir başka üniversitede öğrenciler öz örgütlenmelerini kuruyor, eylemler yapıyor, seslerini yükseltiyor. Üniversiteler arası koordinasyonun ilk adımları atılıyor, ortak bir eylemin zemini aranıyor. İşte bütün bu gelişmeler mücadelenin daha bitmediğini gösteriyor. Boğaziçi öğrencisi bir an önce, polis kontrolüyle girdiği, sivil polis dolu üniversitesinin “güvenli” duvarlarının içinden çıkmalı ve istibdadın propagandasına geçit vermeyerek aynı amaç için mücadele eden diğer üniversiteden kardeşleriyle birleşmelidir. Her üniversite kendi kayyımı için ayrı ayrı eylem değil, bütün öğrenciler Melih Bulu’dan başlayarak bütün kayyımları yollamak için üniversitelerin önlerinde birleşmelidir. Bu mücadele gerçekten kazanacaksa elbette sadece öğrencilerden ibaret olmadığında, üniversite emekçisiyle, hocasıyla birleştiğinde mümkün olacaktır. Sermayenin istibdadına karşı bir hürriyet mücadelesi olarak yükseldiğinde, bu hürriyet mücadelesi ekmek mücadelesi ile birleştiğinde o zaman sadece üniversitelerin kapılarında kurulanlar değil, bütün barikatlar aşılacaktır.