Uludere hangi milleti dünya sahnesinden silme planı?

Her gazeteyi ve her köşe yazarını okumak olanaksız. Her televizyonda her programda konuşanları dinlemek mümkün değil. Dolayısıyla, bu yazıda ileri sürülecek olan görüşün daha önce başka birileri tarafından ifade edilip edilmediğini bilemeyiz. Ama şunu açıkça söyleyebiliriz: Tayyip Erdoğan’ın Uludere ile kürtajı bir nefeste ele alıp karşılaştıran demeci konusunda aşağıdaki yorum, birileri bunu dile getirdiyse bile, neredeyse duyulmadı. Hâkim yorum olarak dolaşması ise elbette söz konusu bile değil. Bu demeç konusunda birçok insan, bütünüyle haklı olarak, dehşete düşmüş, karşılaştırmayı hayret, mide bulantısı ve öfke karışımı duygularla yerden yere vurmuştur. Bu söz, hiç kuşku yok, AKP liderinin (ve onu izleyerek, ondan öğrenerek, ondan cesaret alarak partinin diğer sözcülerinin) ileri geri konuşmada, saldrıganlıkta, safsatayı fikir gibi parlatmakta, saldırganlıkta, ne dediğini kulağı duymama halinde ne kadar ileri gitmiş olduğunu en çarpıcı olarak ortaya koyan sözlerden biridir.

Ama esas anlamı hiç ama hiç deşilmemiştir. Oysa bize çok yalın görünüyor: Bu demeciyle Tayyip Erdoğan Türk ulusuna dönmüş ve “çoğalmamız gerekiyor, yoksa Kürtler baskın çıkacak” demiştir.

Bunu anlamak için Tayyip Erdoğan’ın Uludere-kürtaj benzetmesi hakkında söylediklerini dikkatli bir gözle bir bütün olarak yeniden okumak yararlı olacaktır:

“Bunların planlı, ülke nüfusunun artmaması için atılan adımlar olduğunu biliyorum. Bununla bu ülkenin nüfusu bir yerde durduruluyor. Kürtajı bir cinayet olarak görüyorum. Bu ifademe karşı çıkan bazı çevrelere, medya mensuplarına da sesleniyorum. Yatıyor-kalkıyorsunuz; Uludere diyorsunuz. ’Her kürtaj bir Uludere’dir’ diyorum. Anne karnında bir yavruyu öldürmenin, doğumdan sonra öldürmekten ne farkı var, soruyorum size. Bunun mücadelesini her birlikte vermeye mecburuz. Bu milleti dünya sahnesinden silmek için sinsice bir plan olduğunu bilmek durumundayız. Bu milletin çoğalması için de asla bu oyunlara prim vermemeliyiz.”

Bu paragrafta kürtaj, yalnızca bir cinayet olma bakımından Uludere ile karşılaştırılmıyor. Saçmalığı ile insan zihninin kavrayış kapasitesini sonuna kadar zorlayacak bu karşılaştırmanın kendi içindeki anlamına birazdan döneceğiz. Erdoğan’ın sözlerinde gözden kaçırılan şey, burada Uludere’nin aynı zamanda ve daha da önemli biçimde bir “milleti dünya sahnesinden silme” açısından da bir karşılaştırma noktası olmasıdır. Erdoğan, prompter’ı olmadığında iyi bir konuşmacı olmadığı için ya da metin yazarı bir belagat hatası yaptığı için konuşmada sıralama iyi değildir. Ama bütün bağlam gösteriyor ki, kürtaj-Uludere karşılaştırmasında, paralelin kurulmasının tek nedeni (ve bizce daha önemli nedeni) “cinayet” değildir. Burada, bir “milleti dünya sahnesinden silme” bakış açısı belirleyicidir.

Bugüne kadar bütün tarih...

Biz Marksistler tarihin motorunun sınıf mücadelesi olduğunu söylüyoruz. Liberaller tarihi, en azından modern çağ tarihini devlet ile sivil toplumun mücadelesi açısından okuyor. Aydınlanmacılar, tarihi hareket ettiren gücün insan aklının doğanın vahşi güçlerine ve batıl itikatlara dayalı örümceklenmiş gerici kafaya karşı mücadelesi olduğunu düşünüyor. Köktendinciler, bütün tarihi, bir kez hak dini yeryüzüne indirildikten sonra, şer güçlerinin bu dini yeryüzünden silmek için verdiği mücadeleye karşı “Asrı Saadet”in yeniden yaratılması mücadelesi olarak görüyorlar. Ama bir de ta 19.yüzyılda başlamış bir gelenekle tarihi uluslar arasında bir mücadele olarak okuyan bir bakış açısı var. Ne emperyalist ırkçılık, ne de Nazizm gökten düşmedi. Mesela Nazizm söz konusu olduğunda Germen ırkının üstünlüğüne ilişkin fikirler Hitler’in kafasının değil, 19. yüzyılın bir dizi akımının ürünüydü. Bu bakış açısına göre tarih, Alman ulusunun zayıflatılması, hatta yeryüzünden silinmesi yolundaki çabalar ile ulusun bağrından çıkan zinde güçlerin Germen üstünlüğüne dayanarak buna karşı mücadele etmesi arasında bir mücadelenin ürünüdür.

Tabii, bir kutuptaki milliyetçi hastalık karşı kutupta da mutlaka benzeri hastalıkları yaratacaktır. İşte tarihin ulusal mücadeleler temelinde okunuşu da böyle yayılmıştır. İnsan aklının bu sapmasından tabii Türkiye de nasibini almış bulunuyor. Osmanlı gibi bir zamanlar “cihan imparatorluğu” iddiasında olan bir mirasın sahibi olmak isteyen necip Türk milletinin içinden böyle bir ideolojinin çıkmayacağını düşünmek saflık olurdu. Enver Paşa’nın pantürkizmi de, Mustafa Kemal’in Güneş-Dil Teorisi de, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana süregiden tarihi artık 70 yıla yaklaşan Türk faşizmi de işte bu hastalıklı bakış açısının ürünüdür. Bugüne kadar bütün tarih milletlerin mücadelesi olmuştur ve Türk milletini “dünya sahnesinden silme”ye çalışanlara karşı ulusun hakiki evlatları mücadele etmiştir! Tayyip Erdoğan’ın da bu kervanın yolcusu olduğu anlaşılmıştır!

Türkler, çoğalın!

Marx Komünist Manifesto’da tarihin sınıf mücadeleleri tarihi olmasından yola çıkarak ünlü çağrısına ulaşıyordu: “Bütün ülkelerin işçileri, birleşin!” Tayyip Erdoğan ise kararlı biçimde ulusları bölmek istiyor ve kendi çağrısını yapıyor: “Türkler, çoğalın!” İki-üç senedir tekrarladığı “üç çocuk” edebiyatının ardında ne yattığı şimdi daha da berrak görülüyor.

Yalnız, şimdiye kadar bu konunun itiraf edilen yanı başka idi. Yayılmacı bir perspektifle yapılıyordu çağrı. Türkiye burjuvazisi Sovyetler Birliği dağılınca eski Osmanlı coğrafyası (Balkanlar, Ortadoğu, Kuzey Afrika vb.) üzerinde yeniden iddia sahibi olmaya yönelmişti. Buna, Türki ve İslami bütün dünyayı katıyordu yeni yayılmacı eğilim: Kafkaslar, Orta Asya, Afrika vb. Öyleyse çoğalmak, üç çocuk vb. bunun gayet anlaşılır mantıksal bir sonucuydu.

Tayyip Erdoğan son Uludere-kürtaj karşılaştırmasıyla buna yeni bir boyut katmış oluyor. Konuşulmayanı konuşmuştur. Uludere Kürtlerin ölümüdür. Kürtaj ise Türklerin. Ey, siz, Uludere ile yatıp kalkanlar, farkında mısınız, Kürtlerin ölümünü dert ediniyorsunuz, ama Türkler her gün ölüyor. Kaç Uludere olsa da, Kürtler çok hızlı çoğalıyorlar, üç çocuk ne demek, yedi çocuk yapıyorlar. Türkler ise kürtajla öldürüldükçe hızla çoğalamazoluyorlar. Böyle giderse Kürtler bir süre sonra çoğunluk haline gelir, Türkler (ah, “son Türk devleti”!) dünya sahnesinden silinir!

Erdoğan, bu çıkışıyla yıllardır Türkiye burjuvazisinin Batıcı-laiki ile, İslamcısıyla her eğiliminden temsilcisinin sadece siyasetin kulislerinde ve yemek sohbetlerinde dile getirdiği bir korkuyu kamusal tartışmanın bir parçası haline getirmiş oluyor. Kendine “usta” diyor, ama acemilik yapmıştır. Türkiye burjuvazisinin aile sırlarını ortaya döküvermiştir. Aile içinde tartışmayı kazanmak için başkalarının önünde itiraf edilmemesi gerekeni itiraf etmiştir.

Bir zamanlar Mehmet Ağar bir televizyon programında Türk milletinin “tahtel şuurunda bölünme korkusu vardır” demişti. Tahtel şuur, bilinçaltı demektir. Tayyip Erdoğan Türk milliyetçilerinin bilinçaltında nüfus bakımından azınlık kalmanın da olduğunu açığa vurmuştur.

İkrar

Bilinçaltı, adı üstünde, üstbenin kontrolünden kaçabilmiş alan olduğu için manipülasyona gelmez. Ortaya çıktı mı hakikatı gösteriverir. İşte Erdoğan’a da öyle oldu. İki noktada. Bir, bu daha önce başkalarınca da belirtilmişti, Erdoğan kürtaja cinayet demek isterken, Uludere’nin bir cinayet olduğunu teslim etmiş oldu. Operasyon hatası, istihbarat yanlışı, şu bu değil. Cinayet. Teşekkürler, Tayyip Erdoğan. İtirafınız bizim için çok değerli!

İki, madem kürtaj Türk milletini dünya sahnesinden silmek için sinsi bir plan ve madem her kürtaj bir Uludere, o zaman Uludere de Kürt milletini dünya sahnesinden silmek için sinsi bir planın parçasıdır. Uludere’nin yaşandığı günün akşamı biz “Sri Lanka çözümü mü?” diye sormuştuk. Sri Lanka, Tamil sorununu sivil Tamil halkını keserek (şimdilik) “çözdü”. “Sri Lanka çözümü” bunun adı. Şimdi bu katliamın kasten, Kürt halkını dünya sahnesinden silmek amacıyla yapıldığı başbakanın bilinçaltından fışkırıveriyor!

Aynı hafta içinde, mecliste Uludere komisyonu faaliyetleri dolayısıyla Heron görünütülerini incelemiş olan Ertuğrul Kürkçü dostumuz, “hata değil, kasıt” dedi. Yine aynı hafta içinde AKP Diyarbakır milletvekili Galip Ensarioğlu Uludere’de kasıt olduğunu düşündüğünü açıkladı.

Kürt halkının dünysa sahnesinden silinmesini engellemek hepmizin görevi. Kürtajın bütün kadınlara istek üzerine, parasız olarak sağlanmasını savunmanın hepimizin görevi olduğu gibi.

Milliyetçiliğin insanı nerelere sürüklediği gözle görülüyor. Öyleyse, enternasyonalizm de hepimizin en yüce hedefi.

 

Bu yazı 10 Haziran 2012 tarihinde BirGün gazetesinin Pazar Eki’nde yayınlanmıştır.