İstila

Kentsel yağma anlamına gelen ama kentsel dönüşüm adı altında yürütülen proje tüm hızıyla devam ediyor. 6 Nisan'da proje kapsamındaki ikinci yıkım atağı başlatıldı bile. İş bulma umuduyla büyük kentlere göç eden işçi-emekçi aileleri, bu saldırılarla evini kaybediyor ve daha da yoksullaşıyor. Sadece evlerini değil, işlerini, mahallelerini, sosyal bağlarını da kaybediyor. Emekçiler yaşadıkları semtlerden dışlanıyor, boşalttıkları alanlar da çekirge sürüsü gibi çöken sömürücü sınıflar tarafından istila ediliyor. Yaklaşık 1,3 milyon binanın bulunduğu İstanbul’da, yapıların yarısından fazlasının kentsel dönüşüm projesi kapsamında yıkılması hedefleniyor. Bu rakam Türkiye genelinde 7 milyon konutu buluyor.

Bu arada, sırf müteahhitler için bile Türkiye genelinde yaklaşık 400 milyar dolarlık bir kâr potansiyeli taşıyan kentsel dönüşüm projelerinin iyi bir alternatif olduğunu sadece AKP hükümeti değil CHP de vurguluyor. Sadece AKP’li belediyeler değil CHP’li belediyeler de kentsel dönüşüm adı altında saldırılar yürütüyor. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “kentsel dönüşümle ilgili olarak atılan en önemli adımların altında CHP'nin imzası olduğunu” öne sürmekte son derecede haklı. Mesela CHP’li İzmir Belediyesi kendi planları dahilinde 43 bin hektar alanda en az 220 bin konut yıkmayı planladığını açıkladı bile. CHP ara sıra itiraz etse de eleştirilerinin sebebi emekçilerin zor duruma düşecek olması değil, kendilerinin temsil ettiği Batıcı-laik sermaye kanadının geçmişte topladığı rantın, şimdi İslamcı sermayeye gideceğini düşünmesi. Görüldüğü üzere, kâr deyince bütün patron partileri için akan sular duruyor, binalar da deprem riski bahane edilerek yıkılabiliyor.

“Kentsel dönüşümle mega şehir” savunucularının en önemli tezi deprem tehlikesi. Evet, bu anlamda çarpık yapılaşmanın ciddi bir risk oluşturduğu ve şehirlerin yeniden planlanması gerektiği açık ama egemenlerin derdi bu değil. Onların derdi, böyle bir tehlikeyi ve ondan duyulan korkuyu bile kâra dönüştürmek. Kaygıları deprem olsaydı, kent tarihini, su havzalarını, yeşil alanları yok edip yerine gökdelenler ve alışveriş merkezleri dikmeye çalışmazlardı. Ayrıca şu an depreme dayanıklı olmadığı için yıkılan binaların yerine yapılacak olanlar da depreme dayanıklı olmayacak. Çünkü sağlık, güvenlik kaygısıyla değil para kaygısıyla yapılıyorlar. Yasa, “afet riski taşıyan alanlar” diyor ama risk belirlemesi bilimsel ölçütlere göre değil, alanın getireceği kâra göre yapılıyor. Hatta üzerinde hiçbir bina olmayan meralar bile kentsel dönüşüm alanı olarak kapsama alınarak imara açılıyor. Deprem olursa mera yıkılmasın diye herhalde!

Yağma sırasında şöyle oyunlar dönüyor: Belediye, yıkılacak evleri tespit ediyor, evlere kasıtlı olarak düşük bedel biçiyor, sonra belediyenin iş yaptığı bazı müteahhitler gelerek bu bedelden daha yüksek ama piyasa değerinden düşük fiyatlarla evlerin üstüne konuyor. Riskli kabul edilen alanlarda 30 gün içinde yıkılmayan binaların bakanlıkça yıkılması ve yıkım giderlerinin sahiplerinden tahsili için mülkiyet üzerine bir de ipotek tesis ediliyor. İtirazı olanlar yargıdan önce bakanlık bürokratlarından oluşan bir komisyona başvurmaya zorlandığı için mahkemeye gitme süreleri aşılıyor, dava açma hakkı da buhar oluyor. Bu arada sadece inşaatçılar ihya olmuyor, bankalar da evini kaybedenlere “uygun kredi” vaadinde bulunarak soymaya hazır bekliyor. Yani her türden sermayenin ekonomik krizi aşıp yeniden palazlanma hayalleri emekçinin borç batağında yüzmesine bağlı!

Olması gerekense emekçilerin barınma ihtiyaçlarının ücretsiz karşılanması, sağlıklı bir çevrede yaşama haklarının garanti altında olmasıdır. Fakat bu garanti, kâr peşinde koşanların düzeninde sağlanamaz. Çünkü kentleri mahveden, patronların kaos yaratan rekabetleridir ve bu rekabet yaşadığımız çevreyi ancak bir cehenneme dönüştürür. Bir kentte yaşayanların gerçek ihtiyaçlarının ne olduğuna ise ancak o kenti emeğiyle var edenler karar verebilir. Dolayısıyla belediyeler, üretenlerin yani emekçilerin denetimi ve yönetimi altına girmelidir. Bu da sadece oy kullanıp meydanı patron partilerine bırakmakla değil, bizzat iktidara talip olmakla gerçekleşebilir.

 

Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Mayıs 2013 tarihli 43. sayısında yayınlanmıştır.