HDP nereye?
“Bana kiminle arkadaş olduğunu söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim.” Birçok dilin paylaştığı bu söyleyiş, sadece kişiler için değil, siyasi akımlar için de geçerli. 1 Şubat 2014 Cumartesi günü Ankara’da Halkların Demokratik Partisi (HDP) bir konferans düzenledi. Konferansın konusu “Yeni Siyaset Arayışları”. HDP yeni bir parti. Dolayısıyla “yeni siyaset arayışları”nın bu partiyi ilgilendirmesi olağan. Olağan olmayan, HDP’nin yeni siyaset ararken kiminle arkadaş olduğu!
Arkadaşlar içinde birini baştan ayıralım. Rojava’da onurlu bir çabayla Kürt halkına yepyeni bir ev kurmaya yönelen PYD’nin eşbaşkanı ve bir başka yöneticisinin Türkiye’ye gelerek kitleye hitap etmesine fırsat yaratılması konferansın yüz akı, hiç kuşku yok. Ama öteki arkadaşlar arasında kimler yok ki!
En yakından başlayalım: Uzun süre boyunca Kıbrıs’ta iktidar partisi olmuş, AKP ile içli dışlı hale gelmiş, emperyalizmle bütünüyle barışmış, Kıbrıs burjuvazisinin partilerinden biri niteliğini çoktan kazanmış Cumhuriyetçi Türk Partisi’nin bir yetkilisi. “Yeni siyaset” bunların deneyimlerinden mi öğrenilecek?
Konferansın büyük kozunu sona bırakarak biraz uzağa sıçrayalım sonra: Demokratik Alman Cumhuriyeti adını taşıyan işçi devletini batırdıktan sonra birdenbire Stalinizm’den hızla liberalizme kaymış kadroların, yüz yıllık (Batı) Alman sosyal demokrasisinin biraz daha kamucu kanadıyla birleşmesinden doğan katır misali Die Linke. Fırsatını bulsa bir bölümünün koptuğu “sosyal demokrat” etiketli liberal parti SPD’nin yedeğinde koalisyon kurarak Avrupa’nın merkezi emperyalizmi Alman kapitalizmini yönetmeye talip olacağından hiç kuşku duyulmaması gereken bir parti. Onların deneyimlerinden mi öğrenilecek “yeni siyaset”?
Nihayet büyük koza geliyoruz. Yunanistan’da yaşanan büyük kriz ve kemer sıkma barbarlığı içinde sarsılmış bulunan burjuva partilerinin yarattığı boşluğu dolduran Syriza koalisyonunun sözcüleri. Bunların arasında bir de Çipras var. (Biz böyle yazıyoruz. Oysa HDP’liler hep Tsipras yazmışlar. Onların yazış tarzı, Batılıların Yunanca’nın seslerini anlayabilmek için geliştirdikleri kuralların bir ürünü. Oysa “ts” ardı ardına kullanıldı mı bu, Yunanca’da ses olarak bizim “ç”ye karşılık geliyor.) Herkes biliyor ki Çipras Syriza’nın lideri, Yunan politikasının yükselen yıldızı, bütün Avrupa’nın dikkatini üzerine toplamış genç lider (39 yaşında). Şimdi Avrupa Sol Partisi’nin AB’nin en önemli organı olan Avrupa Komisyonu’nun Başkanlığı için önerdiği isim. İşte büyük koz bu.
Yalnız bir ayrıntı var. Çipras’ın ilk ismi programda Georgios olarak yazılmış. Biz HDP yöneticilerinden yine ayrılalım. Biz olsak Yorgos olarak yazardık. Daha kırk yıl önce bile Türkiye’de ne çok Yorgos yaşardı. “Kırk yıllık Yani, olur mu Kâni?” diye bir söz vardır. Kırk yıl önceki Yorgos şimdi Georgios mu olacak? Şimdi işin esasına gelelim: Syriza konuşmacısı Yorgos Çipras. Ama yükselen yıldızın adı tam bu değildi! Yok yok, Aleksis Çipras olması gerekirdi. Yanlış mı yazılmış? Nedeni sonra belli oluyor, bir başka Çipras’mış gelen! O da önemli, milletvekili, partinin merkez yöneticisi falan ama, Aleksis değil!
Şayet aslı gelseydi, diyecektik ki, bu beyefendi 2012 Mayıs ve Haziran seçimlerinde Syriza ikinci parti haline geldikten sonra, hele hele o zamandan bu yana bütün kamuoyu yoklamalarında seçim yapılsa birinci parti olarak çıkacağı sonucu görüldükçe, her geçen gün daha “sorumlu”, daha “ağırbaşlı”, daha bir “devlet adamı” oluyor. Diyecektik ki, bu beyefendi son yıllarda yaşanan büyük avro krizi çerçevesinde AB’nin “efendisi” olduğu iyice anlaşılmış olan, Yunanistan gibi, Portekiz gibi, İrlanda gibi, İspanya gibi, hatta İtalya gibi iflasın eşiğine yaklaşan ülkelere kredi açarken bir yandan da her şeyi dikte eden, hükümet düşürüp hükümet kurdurmaya başlayan Almanya’lara gidiyor, AB’ye bağlılık ilan ediyor, “aynı teknedeyiz, hiç sallar mıyım?” anlamına gelen güvenceler veriyor. Bu Syriza’nın, bu Çipras’ın deneyimlerinden mi öğrenilecek “yeni siyaset”?
Çipras’ın maceraları
Buraya gelmemiş olabilir, ama Aleksis Çipras sonuç olarak Syriza’nın lideri. O zaman onun bazı deneyimlerinden ne öğrenebileceğimizi görelim. Mesela Kıbrıslı yoldaşımız Aziz Şah’ın tatlı tatlı anlattığı bir deneyimi dinleyelim (Aziz’in Die Linke üzerine yazdığı bir yazıyı da önümüzdeki günlerde okuyacağız bu sitede):
“Sol liberalizmin Yunanistan’daki şefi Çipras’ın Yunan Girişimciler Federasyonu’nda yaptığı konuşmayı hatırlamakta fayda var: ‘Karşıtlarından olsa dahi öğrenmek bir insan için iyi olduğundan, size Lenin’in yıkılmış olan ülkesinin yeniden kurulması hakkında söylediği o çok iyi bilinen cümlesini hatırlatmak istiyorum: Sosyalizm eşittir Sovyet iktidarı artı elektrifikasyon. Bu cümle, elbette geçmiş bir zamana atıfta bulunmaktadır. Bu günün tarihsel koşullarını göz önünde tutarak biraz da gelişigüzel diyebiliriz ki: Gelişmişlik eşittir demokrasi artı yatırımlar. Özgürlükler, sosyal haklar, eşit ücret, işçilerin katılımı. Artı girişimcilik, yenilikler, kaynak ve sektördeki işgücü yatırımının ülkeyi ve ekonomiyi ileriye götürecek şekilde planlanması.’
Yunan sol liberalizminin partisi SYRİZA’nın şefi Çipras’a Yunan Girişimciler Federasyonu’nun başkanının verdiği cevap ise şöyle: ‘Marx’ın söylediği gibi (çok ünlü bir deyişini yorumlayarak söylüyorum) bizler sadece ülkenin içinde bulunduğu durumu yorumlayacak filozoflar değiliz. Biz onu değiştirmeliyiz, yeniden kurmalıyız (…) Marx’ın kendisi her zaman üretimin, ve özellikle sanayinin, ‘insanlığın en önemli gücünün’ ifadesi olduğuna inanırdı. Yunan Girişimciler Federasyonu (SEV) olarak, onunla kesinlikle aynı fikirdeyiz.’
Yunan Girişimcileri Federasyonu, Çipras’ın cahil cesaretinden cüret kazanmış: ‘Mülksüzleştirenleri mülksüzleştirme’nin programını uygulayan bir devrimciyi fabrikada üretim müdürü sanmaktadır. Çipras ise ‘mülksüzleştirenleri mülksüzleştiren’ Lenin’i devlet planlama teşkilatında bürokrat sanmaktadır. Tam da 100 yıl önce bu sıralarda Lenin, Marx’ın Alman sosyal demokratları tarafından içinin boşaltılmasına karşı mücadele ediyordu. O, Marx’a sahip çıkarak ayakta durabildi, bizse ona sahip çıkacağız. Çipras da Tony Blair gibi çürüyecek!” (http://gercekgazetesi.net/uluslararasi/alman-emperyalizminin-komedyeni-olarak-sol-parti).
Bir başka deneyim de Çipras’ın Almanya ziyaretinden. Yine bizim siteden, bu sefer bir karşı manşet yazısının tamamını aktaralım. Bir yıl önce, 2013 Ocak ayında yayınlanmış. Yani Çipras’ın burada anlatılan özellikleri henüz keşfedilmemiş olacak kadar yeni değil (http://gercekgazetesi.net/karsi-manset/cipras-almanyaya-dilekce-verdi):
“Bir sosyalistin liberal olmasının, reformist olmasının, parlamentarist olmasının kendi sağlığına çok zararları vardır. Bunlardan biri de bütün hayatını ikiyüzlülük içinde yaşamak zorunda oluşudur. Yunanistan’da geçen yılın Haziran ayında yapılan seçimlerde az kaldı birinci parti haline gelecek olan SYRİZA’nın başkanı ve simge ismi Aleksis Çipras’ın son günlerde yaptıkları bunu bir kez daha ortaya koyuyor.
Almanya’da sosyalist sol her yıl 15 Ocak tarihine yakın bir Pazar günü, 1918-1919 Alman devriminin büyük önderleri, karşı devrim güçlerince katledilmiş olan Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’i anmak için Berlin’de bir gösteri düzenler. Bu gösteriye Avrupa’nın her yerinden sosyalistler de katılır. Avrupa solunun son yıllarda yaptığı ender iyi işlerden biridir bu. SYRİZA’nın başkanı Çipras da bu yıl yapılan gösteriye katılmak için Almanya’ya gelmiş. Durun, bunun için mi gelmiş birazdan karar verelim. Ama geçtiğimiz Pazar günü yapılan gösteriye katılmış. Buraya kadar güzel. Çipras Yunan halkına ve Avrupa soluna ‘ben solcuyum’ diyor.
Sonra sevgili sosyalistimiz, ‘hazır Berlin’e gelmişken, bir de gidip bizim Wolfgang’ı göreyim’ diyor anlaşılan. Wolfgang öyle sıradan biri değil. Çipras Haziran’da aldığı yüzde 30’a yakın oyu nakte çeviriyor. ‘Hazır gelmişken’ görüşmek istediği Wolfgang, Almanya’nın Maliye Bakanı Wolfgang Schaeuble!
Şimdi herkes biliyor ki, Almanya iki yıldır Yunanistan’a Memorandumlar (muhtıralar) vererek Yunanistan işçi sınıfını ve emekçilerini bir sosyal yamyamlık programına tâbi tutan emperyalist Troyka’nın (yani Avrupa Komisyonu, Avrupa Merkez Bankası ve İMF üçlüsü) ardındaki esas güç. Her şey Almanya Şansölyesi Angela Merkel’in iki dudağının arasından çıkacak söze bakıyor son tahlilde. Bu yüzden, Yunan halkı Almanya’ya düşman oldu, Merkel’i Nazi kılığında çizen karikatüristlerin sayısının hesabını tutmak zor.
Sevgili sosyalistimiz işte ‘hazır gelmişken’ bu Merkel’in Maliye Bakanı ile görüşmek istiyor! Peki ne görüşmek istiyor? Kendisi, Yunan halkından yüzde 30’a yakın oyu, Memorandum’u iptal edeceği vaadi ile almıştı. Şimdi ise Schaeuble’ye Memorandum yoluyla uygulanan politikaların ‘bütünüyle başarısız’ olduğunu anlatmak istiyor. Bir de ekliyor: ‘reformlar’ın gecikmesi kırtasiyeciliğe ve hükümetin iş çevreleriyle iç içe olmasına bağlıdır. Çipras, Memorandum’a karşı olmayı bırakmış, neden başarı kazanamadığını tartışıyor emperyalist dayatmanın mimarlarıyla!
En güzeli de Luxemburg ve Liebknecht’i anma törenine katıldığı gün Deutsche Welle (Almanya’’nın Sesi) radyosunun Yunanca servisinde yayınlanan demecinde söyledikleri: görüşmenin amacını Alman hükümetini Memorandum’un içeriğini ‘gözden geçirme’ye ikna etmek olarak açıklıyor. Bu kadar açık: dün Memorandum’u reddeden Çipras, bugün içeriği konusunda pazarlığa başlıyor. Çipras’ın amacını da biz açıklayalım: Almanya’ya ve AB’ye, Yunanistan’da yarın durum güçleştiğinde, Memorandum’da bazı göz boyama önlemlerine yer verilirse, kendisinin ülkeyi sermaye adına selamete çıkarabileceği konusunda güvence vermek. Alman devletine dilekçe veriyor: gelecek defa seçimleri kazanırsam beni engellemeyin.
Belli, Çipras Almanya’ya güvence vermek istemiş, bunun için de Almanya’ya gelmenin bir yolunu bulmuş, devrimci Luxemburg ve Liebknecht’i vesile yapmış! Siz Pazar günü bu büyük devrimcileri ziyaret edin. Pazartesi günü de onları katlederek korunmuş olan devlete dilekçe verin. Bütün hayatını ikiyüzlülük temelinde yaşamak, insan sağlığına hiç de iyi değildir.
Selam olsun halka söyledikleri uğruna hayatlarını veren Luxemburg ve Liebknecht’e!”
Bu deneyimlerden sonra Çipras’ın ve Syriza’nın Marksist bilimsel bir analizini de Yunanistan’daki kardeş partimizin önderi Savas Mihail yoldaşımızdan yarın okuruz.
HDP ışık hızıyla Marksizmden uzaklaşıyor
Bu sitenin okuyucuları, Kürt hevallerimiz ve genel olarak sosyalist hareket bizim işçi sınıfı ile Kürt halkı arasındaki ittifakı, ta 1993-94’ten beri Türkiye politikasının anahtarı olarak sunmuş olduğumuzu, bir Emek ve Özgürlük Bloku’nu, burjuvazinin iki cephesine karşı bir “Üçüncü Cephe”yi ısrarla savunduğumuzu bilir.
Hevallerimiz aynı zamanda Devrimci İşçi Partisi’nin Kürt halkının haklarına ne kadar duyarlı olduğunu da bilirler. Ocak 2011’de “iki dilli yaşam” ilan edildiğinde partimizin yazdıkları bu sitede duruyor: http://gercekgazetesi.net/manset/turkiye-isci-sinifi-ve-iki-dilli-yasam. Demokratik Toplum Kongresi 14 Temmuz 2011’de “demokratik özerklik” ilan edince Devrimci İşçi Partisi (14 Temmuz büyük Fransız devriminin yıldönümüne denk geldiği için) “Kürt halkı Bastilleri topa tutuyor” başlıklı bir bildiri yayınlamış ve şöyle demiştir: “Yanınızdayız, kardeşlerimiz. Sizi kucaklıyoruz. Haklarınızı kendi haklarımızmış gibi savunacağız. Çünkü biliyoruz ki, başka bir halkı ezen bir halk kendi zincirlerini örmektedir!”
En son Ocak sonunda Rojava’da kantonlar ardı ardına demokratik özerklik ilan edince, DİP bir bildiri yayınlamıştır: “Devrimci İşçi Partisi Rojava’da demokratik özerkliği selamlıyor” (http://gercekgazetesi.net/gundemdekiler/bildiri-devrimci-isci-partisi-rojavada-demokratik-ozerkligi-selamliyor).
Sadece bildirilerle değil, meydanlarda da hep Kürt halkının yanında olmaya çalıştık. Milletvekilleri yasaklandığında koştuk bütün parti meydanlara, Roboskî bombalandığında da. Roboskî’ye Kürt hevallarimizle gittik.
Nihayet, solun yaygın kesimleri, DİP’i kuran siyasi geleneğin hiç de sekter olmadığını kuşkusuz hatırlayacaktır. Bu gelenek 1989-90 yıllarında “Kuruçeşme tartışmaları”na katılmış, 1996’da ÖDP’nin kuruluşunda yer almış, 1995, 2002 ve 2009 seçimlerinde Kürt hareketi ve sosyalist solun başka akımlarıyla birlikte seçimlere katılmış, ortak listelerden adaylar göstermiştir. 2010 referandumunda “boykot” cephesinde yer almamızın ana gerekçesi, “Bugün boykot, yarın Üçüncü Cephe” şiarı ile açıklanıyordu. 12 Haziran 2011 seçimlerinde Kürt hareketi ile sosyalistler arasında kurulan bloktan son dakikada, dayatılan seçim platformu bütünüyle Kürt hareketinin programatik anlayışıyla yazılmış bir metin olduğu için çekilmek zorunda kaldık.
Bütün bu tablodan dolayı, bugün Halkların Demokratik Partisi içinde yer alan akımların bazıları bizi Kürt düşmanlığıyla ya da sekterlikle suçlayamaz. O zaman da söyleyeceklerimize daha dikkatli kulak vermeleri gerekir.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, biz 2011 seçimlerinde platform belgesinin bütünüyle Kürt hareketinin Marksizm dışı programatik doğrultusuna yerleştirilmiş olduğuna işaret etmiştik. Ama seçim ne de olsa seçimdir. Tek bir tarihsel momentte bir güç birliği demektir. Lakin bundan sonrası çok daha ciddi bir sorun yaratıyor. Seçime birlikte giren ve ilk kez hatırı sayılır sayıda Kürt olmayan sosyalist milletvekili seçtirmeyi başaran ittifak adım adım kalıcı bir birliğe doğru yürüyecekti. Önce Halkların Demokratik Kongresi’nin, sonra da aynı adla bir partinin kurulacağı ilan edildi.
Biz o aşamadan itibaren uyarmaya başladık. Bir örnek BirGün gazetesinde yayınlanan "Sol Ne Yapmalı" isimli yazı dizisi bağlamında bize sorulan sorulara verdiğimiz cevaplarda söylediklerimizdi. Başka eleştirilerimizin yanı sıra sosyalist akımların Kürt hareketine programatik alanda teslimiyetini eleştiriyorduk (BirGün, 29 Eylül 2011):
“DİP Genel Başkanı Savran, Kongre/Parti’ye üçüncü eleştirilerinin, Türkiye sosyalist hareketinin epeyce önemli kesimlerinin Marksizm’in reddine dayalı bir program ve ideolojiye intisap etmesini içerdiğini söyledi. Savran, ‘Bugün sürekli olarak referans yapılan Blok seçim bildirgesi bu konuda açık. Amaç ‘demokratik ekolojik cinsiyet özgürlükçü paradigma’ya dayalı bir toplum kurmak. Bu paradigma Marksizm ve Leninizm’in reddine ve ‘aşılmasına’ dayandığı gizlenmeyen bir çerçeve. Yani Türkiye solunun birçok örgütü, ideolojik teslimiyet içinde, Marksizm dışı bir ‘paradigma’ya geçiyor bu vesileyle,’ dedi. Bu paradigmadan türeyen ‘katılımcı ekonomi’ programının ise küçük birimler üzerine yerleştiğini ve devletin ekonomiye müdahalesini (bu neoliberal çağda!) sınırladığını belirtti. Sosyalist solun, programında sosyalizme yer olmayan bir parti kurduğunu öne süren Savran, ‘Biz bunun Kürt hareketi ile ittifak olmadığını, solun ona iltihak etmesi olduğunu düşünüyoruz. Birlikte mücadeleye evet, bayrakların karıştırılmasına hayır!’ dedi.”(Bu röportaj sitemizde okunabilir: http://gercekgazetesi.net/gundemdekiler/sungur-savran-sol-iltihak-projesinin-icinde.)
Sonra geçtiğimiz Ekim sonunda HDK’nın içinden HDP doğdu. Biz bu partinin iltihak sürecinin tamamlanması olarak görülmesi gerektiğini söyledik. Gerçek gazetesinde yayınlanan bir köşe yazısında şöyle dedik:
“İşte burada program büyük bir önem kazanıyor. HDP, kendinden önce HDK’nin yaptığı gibi, Türkiye sosyalistlerinin Marksizmin terk edilmesine yaslanan bir programa iltihakı, ‘demokratik, ekolojik, cinsiyet özgürlükçü bir toplum’a bağlanması zemininde kuruluyor. Baskıcı, inkârcı bir moderniteden ‘demokratik modernite’ye geçiş mücadelesini hedefleyerek kuruluyor. Bunun sınıf mücadelesi ile hiçbir ilişkisi yoktur. Bu ‘demokratik cumhuriyet’ projesidir. Türk sosyalistleri Marksizm dışı bir programa iltihak etmektedirler. Türkiye sosyalizminin bazı bölükleri (bunlardan HDP’de çok sayıda var üstelik) kendi seslerini yitireceklerdir. Başkasının sesi olacaklardır. Öcalan mesajında boş yere mi ‘yılların deneyiminin kaçınılmaz olarak radikal demokrasiye evrileceği’ni söylemiştir? (Vurgu bizim.) HDP’yi kuran Marksist dostlarımız ‘radikal demokrasi’nin ‘post-Marksizm’in siyasi programı olduğunu bilmezler mi? Elbette bilirler. Öyleyse halkı aldatmaya gerek yok!” (http://gercekgazetesi.net/ulusal-sorun/hdkden-hdpye-bir-iltihak-oykusu-noktalandi.)
Radikal demokrasi: HDP Laclau-Mouffe ile aynı zeminde!
“Işık hızı” dedik. Ekim sonu ile Şubat başını sadece üç ay ayırıyor. Ekim sonunda Öcalan HDP kongresine mesajında “radikal demokrasi” diyor. Şubat başında HDP kendisi “Yeni Siyaset Arayışları” kongresinin alt başlığında aynı kavramı kullanıyor! Bu kavram 1980’li yıllardan itibaren post-Marksizm’in teori dünyasındaki ana temsilcileri olarak ünlenen Ernesto Laclau ile Chantal Mouffe’un programatik sloganı olmuştur! HDP yönetimini salt bundan dolayı övmek gerekir. Yukarıda bizim söylediğimizi onlar da yapıyor: Halkı aldatmıyorlar!
Alt başlığın tamamı şöyle: “Radikal Demokrasi Mücadelesinde Yeni Muhalefet ve Örgütlenme Biçimleri”. Görüldüğü gibi, hedef tanımlanmış: “Radikal demokrasi”. Şimdi başkalarıyla birlikte araçlar, yani muhalefetin ve örgütlenmenin yeni biçimleri tartışılıyor. Hem de kimlerle? Syriza ile, Die Linke ile, CTP ile!
HDP kurulduğunda biz “iltihak öyküsü tamamlandı” yazınca bazı dostlar bizim “sert” yazdığımızdan şikâyet ettiler. Ama geldiğimiz yer ortada değil mi? HDP’nin içindeki sosyalist akımlar arasında yer alan Yeşiller ve Sol Gelecek akımı bu gelişmelerden ancak mutlu olabilir. Biz DSİP’in de çok şikâyet etmesi için bir neden olmadığı kanısındayız. Ama ya SODAP? Ya TÖP’ten gelen kadrolar? Ya SDP? Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi’nin “yeniden kuruluş”tan anladığı Marksizmi terk etmek miydi? ESP? EMEP? Marksist Tutum?
Biz şimdi “sert” yazmazsak, Türkiye’de Marksizmin geleceğine karşı görevimizi yerine getirmekten kaçınmış olmaz mıyız?