AKP-Ordu elele: yalanların ve kirli hayallerin kardeşliğine!

18 Haziran 2012 tarihinde Türkiye gibi bir ülkenin bile tarihinde sıra dışı sayılabilecek bir görüşme gerçekleşti. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel, Büyük Birlik Partisi genel başkanı Mustafa Destici ve arkadaşlarını makamında kabul etti. Görüşmenin ana konusu, BBP’nin o dönemki genel başkanı Muhsin Yazıcıoğlu’nun öldüğü şaibeli kaza imiş. Görüşmenin sıra dışılığı (doğru deyimle abesliği) şurada: BBP’nin (MHP’den sonra gelen ikinci faşist/ırkçı parti olmasını saymazsak!) hiçbir özelliği yok, ne mecliste grubu var, ne de herhangi bir ciddi etkinliği. Genelkurmay Başkanı’nın ise, söz konusu kazayla ilgili ne özel bir yetkisi var, ne de bir sorumluluğu. Hatta olayla ilgili savcılığın açmış olduğu soruşturma sürmekte olduğu için aslında konuşması ve yorum yapması bile yasal olarak mümkün değil.

Ama gelin görün ki burası Türkiye, seçilmiş belediye başkanları, mecliste vekilleri bulunan BDP neredeyse hiçbir kurumda ve hemen hemen hiçbir şekilde muhatap alınmazken, ülkenin askeri aygıtının bir numaralı adamı BBP gibi bir partinin lideri ve yöneticileri ile görüşme yapabiliyor, üstelik basında çıkanlara göre görüşme daha çok “sohbet” havasında geçiyor. Buraya kadarını bile kabul ettik diyelim, asıl bombalar sonra başlıyor. Özel, Roboski (Uludere) katliamı ile ilgili olarak daha önce hiç kimsenin söylemediği şu sözleri söylüyor: “Olayda ölenler arasında silahlı teröristler vardı, biz ulaştığımızda silahlar toplanmıştı. Bu gerçekler yakında ortaya çıkar”.

Bu sözlerin düpedüz yalan olduğu ve kamuoyunu aldatma amacı taşıdığı gün gibi ortada. Zira Roboski ile ilgili sürekli çelişkili açıklamalar yapan ve sonunda “Biz yaptık oldu, zaten onlar da masum değildi” gibi korkunç ve insanlık dışı bir noktaya gelmiş iktidar ve emrindekiler (bilindiği gibi genelkurmay doğrudan başbakanlığa bağlıdır) katliamla ilgili kendi lehlerine yorumlanabilecek tartışmalı da olsa en ufak bir delil bulsaydı, şimdiye dek bin kere basına servis ederlerdi. Dolayısıyla bu saatten sonra devlet cephesinden sunulacak herhangi bir “bilgi” ya da “belge”nin sonradan uydurulmuş, yaratılmış olacağından kimsenin kuşkusu olmasın.

Bu samimi sohbetin başka bir “özelliği”ni ise Özel, BBP lideri Destici’nin “Kandil’e niye girmiyoruz?” (“empati”ye dikkat!) sorusu üzerine baklayı ağzından çıkararak ortaya koymuş: “Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), PKK’nın üssü olan Kandil’i yok edebilecek güce sahip, ancak Kandil’i vurabilmenin üç şartı var: devlet kararı olmalı, ABD ikna edilmeli ve muhtemel ağır kayıplara karşı kamuoyu hazırlıklı olmalı”. (Sabah gazetesi, 21 Haziran 2012)

Durup dururken, hem de böylesi abes bir görüşmede bu sözlerin söylenmesi elbette rastlantı değil. Zira tıpkı Roboski ile ilgili yukarıdaki açıklamada olduğu gibi, aslında bu konuda da söz ve karar sahibi değil, eğer söylediği gibi “Kandil’e girilecekse”, bu kararı verecek olan kendisinin tâbi bulunduğu siyasi otorite. Peki, yetkisini aşarak yaptığı bu “anlamlı” konuşma üzerine hükümet kanadından bir yorum, eleştiri var mı? Elbette yok. Bu durum, bizim yıllardır söylediğimiz bir şeyi açıkça ortaya koyuyor: Kürt sorununda devlet politikası söz konusu olduğunda, özellikle AKP’nin 2011 seçimlerinin öncesinden başlayarak iyice sarılmış olduğu ırkçı/şovenist çizgi hatırlanırsa, birbiriyle gerilim içinde olan AKP de ordu da gayet uyumlu bir işbirliği halindeler.

Bunlardan da önemli bir nokta var ki, Erdoğan ve AKP kurmaylarının nasıl “akıllı” bir hamle yaptığını ortaya koyuyor. Aslında Özel’in ağzından Roboski katliamı ve Kandil için çıkan sözler, bal gibi AKP’nin (ve devletin) sözleri. Ama Erdoğan ve AKP bu hamleyle özellikle Taraf gazetesi aracılığıyla yaydığı “demokrat/barışçı AKP, darbeci/savaşçı orduya karşı mücadele ediyor” imajını daha da güçlendirerek, yalanlarını ve savaş hayallerini ordu sözcüsüne söyleterek “iyi polis/kötü polis” oyununda yine “iyi polis” rolünü kapmış oluyor.

Bu görüşmeden sadece bir gün sonra Dağlıca’da sekiz asker, on gerillanın yaşamını yitirdiği çatışmanın ardından yapılan asker cenazesinde, aynı Necdet Özel’in döktüğü ve burjuva basınının pek bayıldığı gözyaşları, tıpkı Tayyip Erdoğan’ın, Bülent Arınç’ın daha önce benzer sahnelerde döktüğü gözyaşları gibi bir “halkla ilişkiler operasyonu” sahnesidir. Bütün yalanlarını ve daha da kanlı savaş hayallerini bu gözyaşlarıyla yıkayacaklarını, gizleyeceklerini sanıyorlar. Ama artık bu oyunlarının tutmayacağını hemen her cenazede geçmişte söylenilen “Şehidim vatana feda olsun” sözlerini bırakıp, “Yeter artık bitsin bu acı, çocuklarımız ölmesin” diyen annesi, babası, eşi, kardeşi, sevgilisi, dostu ile işçiler, emekçiler, köy ve kent yoksulları gösteriyor. Bu kirli savaşı bitirecek olan da; sadece ve sadece yıllardır samimi gözyaşları döken, “yalanların ve kirli hayallerin kardeşliği”ne karşı “halkların kardeşliği”ni haykıran onlardan başkası değil!

 

Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Temmuz 2012 tarihli 33. sayısında yayınlanmıştır.