Fırat kapanı kapandı
TSK ve ÖSO kuvvetlerinin yürüttüğü Fırat Kalkanı harekâtı uzun süredir ele geçirmeye çalıştığı El Bab’da kontrolü sağladı. Genelkurmay Basın ve Halkla İlişkiler Daire Başkanlığı'nın yayınladığı açıklamaya göre Antep ve Kilis'te teftişlerde bulunan Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, El Bab'ın alınmasıyla birlikte Fırat Kalkanı'nın başında planlanan hedeflerine ulaştığını söyledi.
Zafer havası yok
El Bab'ın alınmasının ardından iktidar cephesinde beklenin aksine bir zafer havası oluşmuş değil. Yeni Şafak yazarı İbrahim Karagül'ün bir yazısının başlığı bu hayal kırıklığını yansıtıyor: "El Bab büyük zafer! Peki bu ne sessizlik? Sizi kim susturdu?" Aslında kimsenin kimseyi susturduğu yok. Zira bırakın basında, genelkurmayda bile bir büyük zafer havası gözlemlenmiyor. Hatta iktidar cephesinde de El Bab’da kazanıldığı söylenen zafer, çok da vurgulu şekilde propaganda konusu edilmiyor.
Tüm bunların sebebi, bizim uzunca bir süredir "Fırat Kapanı"na dönüştüğünü söylediğimiz askeri harekâtın El Bab'ın ele geçirilmesinin ardından tam bir çıkmaza sürüklenmiş olması. Yani El Bab alındıktan sonra Fırat Kapanı kapanmış oldu. Kapanın içinde kalan ise TSK ve ÖSO güçleri...
Türkiye Suriye ile açık bir savaşın eşiğinde
El Bab'ın TSK ve ÖSO tarafından alınmasının ardından bu ilçe merkezinin karşısındaki Tadif kasabası Suriye ordusu tarafından ele geçirildi. Ardından ilerleyişini sürdüren Suriye ordusu, PYD'nin başını çektiği Suriye Demokratik Güçleri'nin (SDG) kontrolündeki Mınbiç sınırına kadar dayandı. TSK ve ÖSO güçlerinin güneye doğru ilerlemesi artık Suriye ordusu ile çatışmadan mümkün değil. Nitekim gerek Tadif'te gerekse bir dizi başka köy ve kasabada ÖSO ile Suriye ordusu arasında şiddetli çatışmalar yaşanıyor. Bu çatışmalarda TSK güçlerinin yer aldığına dair bir bilgi henüz yok. Ancak Türkiye açıkça bölgedeki ÖSO güçlerinin hamiliğini yaptığı için çatışmalar her an Türkiye ile Suriye'yi açık bir savaşa sürükleyecek tehlikeli bir potansiyel taşıyor.
Suriye ordusu ve SDG arasında bu aşamada bir koordinasyon olmasa da dostça bir ilişki ve işbirliği olduğunu gözlemlemek de mümkün. Bir yandan SDG yetkilileri, Suriye ordusunun hâkimiyetindeki bölgeler üzerinden kantonlar arasındaki yolun açıldığını söylüyorlar. Diğer yandan TSK ve ÖSO'nun bağlantısının kesildiği güneyde SDG güçleri askeri olarak ilerlemeye başlıyor.
El Bab’dan sonra Mınbiç mümkün mü?
Bu gelişmeler yaşanırken, Moskova'da bulunan Cumhurbaşkanı Başdanışmanlarından İlnur Çevik, El Bab’daki başarılı operasyon için Putin'e teşekkürlerini sunduktan sonra Türk ordusunun Fırat'a yani Mınbiç'e doğru ilerlediğini ve Mınbiç alındıktan sonra Türkiye'nin Suriye'deki operasyonlarının sona ereceğini söylüyor.
Halbuki Fırat Kalkanı'nın kapanmasıyla Mınbiç'e yönelik bir harekât da zora girmiş durumda. Özellikle de siyasi olarak. Çünkü daha önce de Türkiye'nin Rakka'ya yürüme planlarının esas olarak Mınbiç'e yapılacak bir harekâtı meşrulaştırmak için öne çıkarıldığından bahsetmiştik. Ancak TSK ve ÖSO, SDG'yi Fırat'ın doğusuna sürse bile, yeni oluşan durum Suriye ordusu ile savaşmadan Rakka'ya yürümesini olanaksız hale getiriyor. Bu duruma Moskova'da bir Kürt konferansı toplanmasının ardından İlnur Çevik'in teşekkür ettiği Putin'in Cenevre'de Kürtlerin de masada olması gerektiğini savunduğunu ve yine Rusya'nın yetkili ağızlardan sadece PYD'yi değil PKK'yi de terörist olarak görmediklerini açıkladığını eklersek Mınbiç'e yapılacak bir operasyona Rusya ve Suriye ordusunun nasıl yaklaşacağı gayet açık şekilde görülecektir.
Türkiye'nin Mınbiç'i hedef tahtasına yerleştirdiği sırada ABD'nin de YPG'ye zırhlı araçlar ve tank savar füzeleri verdiğini ve ağır silah sevkiyatını tartışmaya başladığını da hesaba katmak gerekir. Hatta TSK ve ÖSO'nun kontrol ettiği bölge ile SDG kontrolündeki Mınbiç arasında ABD bayraklı zırhlı araçların tampon olarak durmaya başladığına dair görüntüler de basına yansımış durumda.
Durum böyle iken Mınbiç'e yönelik kurulmak istenen askeri ve siyasi baskı çok etkili olabilecek gibi görünmüyor. Böyle bir operasyonun her şeye rağmen başlatılması ise çok yönlü ve büyük riskler barındırıyor. Mevcut siyasi ve askeri pozisyonlarda değişiklik olmazsa Türkiye'nin Rusya, Suriye ordusu, ABD ve SDG ile aynı anda karşı karşıya gelmesi söz konusu olur ki böyle bir girişimin sonuçları önceden bellidir.
Kuzey Suriye'de NATO koridoru ve ABD işgali tehlikesi
Elbette ki Türkiye, askeri ve siyasi açıdan bu tabloyu değiştirmek için hamleler yapacaktır. Erdoğan ve AKP iktidarı açısından bu hamlenin ABD ile anlaşmak yönünde olduğu anlaşılıyor. TSK'nın komuta kademesi de bunda mutabık görünüyor. Biz ise çok önceden Fırat Kapanı'nın kapanması ile birlikte AKP'nin Kürtleri baş düşman belleyen ve Suriye ile işbirliğini reddeden politikasının Türkiye'yi daha fazla ABD'nin nüfuzuna sokmakla sonuçlanacağını söylemiştik. Türkiye'nin "Kürt koridorunu engelleme" stratejisinin yanlış olduğunu Kürtleri ABD'ye doğru ittiğini ve TSK ile ÖSO'nun girdiği bölgeyi de kapsayacak şekilde tüm Kuzey Suriye'de bir NATO koridoru oluşmasına neden olacağını belirtmiştik.
Nitekim Abdülkadir Selvi'nin Hürriyet'te çıkan yazısındaki şu sözler analizimizi tamamen doğrular nitelikte: "Türkiye’nin birinci önceliği yeni ABD yönetimi ile iyi ilişkiler kurmak. PYD-YPG ve DAEŞ’le mücadele konusu ona göre ikinci planda geliyor." İşte biz de baştan beri bunu söylüyorduk. Fırat Kalkanı ile birlikte Türkiye'nin ister istemez ABD'nin oyununu oynadığını ve tüm milliyetçi retoriğin bu gerçeğin üstünü örtmekten başka bir işe yaramadığını vurguluyorduk.
Korkarız ki gelişmeler bunlarla da sınırlı kalmayacaktır. Bir yanda Türkiye'nin, diğer yanda Rojava'nın daha fazla ABD nüfuzu altına girmesinin yanı sıra Kuzey Suriye'de doğrudan bir ABD işgali tehlikesi de adım adım gündeme gelmektedir. Bilindiği gibi Türkiye'nin Rakka operasyonuna katılma planı için iki alternatif konuşuluyordu. Bunlardan ilki Fırat Kalkanı'nın güneye doğru sürmesiydi. Bu planın giderek olanaksız bir hale gelmekte olduğunu yukarıda anlatmaya çalıştık. Alternatif plan ise Tel Abyad'dan Rakka'ya doğru çok daha kısa olan bir güzergâh izlenerek Rakka'ya gidilmesi. Bu güzergâh tamamen PYD'nin kontrolünde olduğu için söz konusu plan önceleri pek gerçekçi bulunmamıştı. Ne var Barzani'nin son Ankara ziyareti ile artan trafik ve peşinden yaşanacak siyasi gelişmeler dikkatle takip edilmeli. Bir süredir ABD'nin Türkiye'yi PYD ile barıştırmak üzerine inşa ettiği planların yavaş yavaş daha fazla gündeme gelmeye başladığına tanık olabiliriz.
Elbette ki yakın vadede, hızla böyle bir barış ve işbirliği sağlanmasının zor olduğu açıktır. TSK ve ÖSO'nun PYD'nin hâkimiyetindeki bir bölge içinden Rakka'ya gitmesi askeri açıdan çok risklidir. Ancak pekâlâ ABD tüm yolu bizzat kendi askeri güçleriyle kontrol etmeyi ve TSK-ÖSO ile PYD arasında tampon oluşturmayı önerebilir. Nitekim Trump'a sunulan yeni Suriye planında her halükârda ABD'nin bölgedeki askeri varlığını arttıracağı öngörülmektedir. Bu öngörü şu şekilde dillendiriliyor: "Eğer ABD, Kürtlere ağır silahlar verirse bu silahları kullanacak güçleri eğitmek için daha fazla asker göndermek zorunda kalacak. Eğer ağır silah göndermezse bu sefer sahada doğrudan savaşmak için asker sayısını arttıracak." Her durumda Obama'nın "postallar yere değmeyecek" politikası mazide kalıyor demektir. Bu da Suriye'de açık ABD işgali tehlikesinin somut bir olasılık olarak karşımızda durduğunu gösterir.
ABD himayesinde barış da kardeşlik de olmaz
Biz başından beri Türk ve Kürt halklarının kardeşliğini savunuyoruz. Ancak bu kardeşlik ABD'nin himayesinde sağlanamaz. Başka ezilen halkların ezilmesine, somut durumda Suriye'nin ABD tarafından işgaline vesile olacak bir barış, barış değildir. Biz "Kürtlerle barış, ABD ile savaş!" diyoruz ve demeye devam edeceğiz. Irak'ın işgaline ortak olan ve mazlum Kürt halkını Arap halkıyla karşı karşıya getiren işbirlikçi Barzani'nin yeniden devreye girmesini masum ve barışçı bir girişim olarak görmenin imkânı yoktur. Emperyalizmin, Türkiye sömürgeci sermayesinin ve işbirlikçi Barzani'nin derdi barış, kardeşlik değildir. Petroldür. Dün petrol açılımı olarak adlandırdığımız süreçler nasıl Kürt halkına yıkım getirdiyse yarın da benzer felaketleri getirecektir. Milliyetçi duygularla sömürgeci sermayenin petrol açılımının peşinden giderse Türkiye işçi sınıfı için de sonuç aynı olacaktır.
Fırat kapanı kapanmıştır. Bu kapandan çıkış emperyalizmin eliyle olamaz. Çünkü bu emperyalizme tam teslimiyet yoludur. Bu kapandan çıkış, emperyalizmle mücadele ederek olur. Bu mücadeleyi kazanmak için Suriye ile savaşmak değil barışmak gerekir. Fırat kalkanı ile DAİŞ'ten arındırılan bölgeler Suriye ordusunun denetimine bırakılmalıdır. Rojava adım adım bir NATO üssüne dönüşüyor. Bu, İncirlik’in ABD’ye Ortadoğu’da askeri hareket kabiliyeti vermesi sayesinde oluyor. Kürtlerin ABD’ye doğru itilmesiyle oluyor. Bu gelişmeyi engellemek için öncelikle Türkiye Suriye’de Kürtlere düşmanlığı bırakmalıdır. Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkına saygı gösterilmelidir. Ayrıca, NATO'dan çıkmalı ve İncirlik başta olmak üzere emperyalist üsleri kapatmalıdır. Ancak bu şekilde ABD himayesini de işgalini de reddeden, bölge halklarının kardeşliği üzerinden yükselen yeni bir alternatif inşa edilebilir.