90. yılında Ekim Devrimi: Ekim Devrimi’nin kısa tarihi
Tarihe Ekim Devrimi olarak geçen, Rusya’daki büyük sosyalist işçi devriminin 90. yılındayız. Ekim Devrimi, adını Rusya’nın o günlerde kullandığı takvime göre 25 Ekim’de gerçekleşmiş olmasından almıştır. Bugün kullanılan takvime göre Ekim Devrimi aslında 7 Kasım 1917’de gerçekleşmiştir. Tarihin bu güzel oyunu bizlere hem Ekim hem de Kasım aylarında bu büyük işçi devrimini kutlama olanağı sağlıyor. Ancak Ekim Devrimi hem onu hazırlayan tarihsel süreç hem de devrimin yıllara hatta koca bir asra yayılan etkisi söz konusu olduğunda 7 Kasım gününde başarıya ulaşan ayaklanmadan ibaret görülemez.
1905 yılına gelirken Rusya bir yandan devasa bir köylü ülkesi görüntüsü veriyor diğer yandan da Rus şehirlerinde koca koca fabrikalar boy göstermeye başlıyordu. Rusya’nın bu gelişmesi beraberinde birçok sorunu da gündeme getiriyordu. Ekonomik gelişme gelir dağılımındaki uçurumun derinleşmesine yol açmıştı. Kırda ve kentte yoksulluk hat safhadaydı. Bu süreçte sınıf bilinci de zorlu koşullar altında gelişmeye başlamıştı. Çarlık rejimi o dönemlerin en baskıcı diktatörlüklerinden biriydi. İşçiler illegal sendikalarda örgütleniyorlardı. Devrimci siyasi partiler de doğal olarak yer altında faaliyet göstermek zorundaydı. İşçiler 1905 yılında Petrograd şehrinde büyük bir ayaklanma gerçekleştirdiler. Bu ayaklanma Çar tarafından kanla bastırıldı. 1905 devrimi yenilmesine rağmen işçiler 1917’nin büyük devrimine çok önemli bir miras bıraktılar. Bu miras 1917’de kurulacak işçi devletinin temelini oluşturacak olan sovyetlerdi. Sovyetler işçilerin ayaklanma sırasında oluşturdukları ve bir araya gelip kararlar aldıkları meclislerdi.
1905 devriminin ardından büyük bir gericilik dönemi yaşandı. 1. Dünya Savaşı’nın başlaması ve Rusya’nın bu paylaşım savaşı içine boylu boyunca girmesiyle gericilik doruğa çıktı. Rus halkı milliyetçilik ve şovenizmin etkisiyle Çar’ı ve gerici partileri destekliyordu. Bolşevikler başından itibaren bu savaşa karşı çıktılar. Hedefleri emperyalist savaşı iç savaşa çevirmek ve devrim yoluyla barışa ulaşmaktı. Bu politikanın ne kadar zor olduğunu bugün Türkiye’nin içinden geçmekte olduğu süreci düşünürsek gayet iyi anlayabiliriz. Rusya’da Bolşevikler milliyetçiliğe karşı mücadelelerinde tamamen yalnız kalmışlardı. Başka sol partiler ise (Menşevikler, sosyal-devrimciler vb.) yurt savunması adı altında emperyalist savaşın destekçisi haline gelmişlerdi. Savaşın acı yönleri tüm açıklığıyla ortaya çıkmaya başlayınca, cephedeki ölümlere, açlık ve sefalet eklenince, birkaç yıl önce Çar için sokağa dökülen, Rus İmparatorluğu’nun savaştan gücüne güç katarak çıkacağını düşünen kitleler hızla bu fikirlerden uzaklaşmaya başladılar.
1917 Şubat’ına gelindiğinde kitleler bir kez daha ayaklanıyor ve Sovyetler yeniden sahneye çıkıyordu. Sadece 3 yıl önce gericiliğin kol gezdiği Rusya’da Çar, işçilerin başkaldırısının tüm toplumu sardığını, güvendiği askerlerin kendisine sırt çevirerek barış istemeye, işçilerin safına geçmeye başladığını görünce tahttan feragat etmekten başka çare bulamadı. 1917 Şubat’ında Çar devrildi. Şubat Devrimi ile Çar’ın devrilmesine karşın sömürücü sınıfların egemenliği son bulmadı. Çarlığın yerini alan geçici hükümet devrimin esas gücü olan Sovyetlerin meşruluğunu kabul etmek zorunda kaldı. Sovyetler geçici hükümetin karşısında alternatif bir iktidar odağı oluşturdular. Sovyetlerin örgütlü ve güçlü olduğu bölgelerde Sovyetlerin izni olmadan hiçbir şey yapılamıyordu. İşçi çıkartmak isteyen patronlar Sovyetleri gözetmek zorunda kalıyordu. Her açıdan işçiler büyük bir güç kazanmıştı. Üniforma giymiş işçi ve köylülerden başka bir şey olmayan askerler de örgütlenmeye başlamış ve asker Sovyetleri oluşmaya başlamıştı.
Daha önce yurt savunması adı altında emperyalist savaşı destekleyen Menşevik ve sosyal-devrimciler bu sefer demokratik olduğu iddiasıyla burjuva karakterli geçici hükümete destek verdiler. Sınıf mücadelesi yükseldikçe ve kendini Sovyetler aracılığıyla güçlü biçimde ortaya koydukça hükümetin gerici yüzü daha da açık biçimde belirdi. Kornilov adındaki gerici bir general Çarlığın geri gelmesini amaçlayan bir ayaklanma başlattığında hükümetteki burjuvalar bir tercih yapmak zorunda kaldılar. İktidarı işçilere kaybetmektense, darbeye ve Çarlığın geri gelmesine hayırhah bakmaya başladılar. Burjuvalara hiçbir zaman güven olmayacağı gerçeği, kitlelerin bilincinde daha fazla yer almaya başlıyordu. Kornilov darbesinin püskürtülmesinde, burjuva geçici hükümetine hiçbir siyasi destek vermeksizin elde silah çarpışan Bolşevik devrimciler öne çıkmıştır. Böylece burjuvazinin “burjuva demokrasisi”ni bile koruyamayacağı, demokratik görevlerin de işçi sınıfı tarafından üstlenilmesi gerektiği ortaya çıkmış oluyordu.
Şubat Devriminin ardından sürgünden dönen Lenin, Nisan ayından itibaren Bolşevik Partisi içinde demokratik devrim stratejisi adı altında burjuva hükümetini destekleme politikasına karşı işçi devrimini hedefleyen bir stratejiyi savunmuştur. Bu stratejik yöneliş Ekim Devrimi’nin temel sloganı olan “Bütün İktidar Sovyetlere” sloganında cisimleşmiştir. Bolşevikler Sovyetlerde çoğunluk olmadıkları halde bu sloganı benimsemişlerdir. Çünkü Bolşeviklerin hedefi kendi partilerinin diktatörlüğünü kurmak değil işçi sınıfının yönetici sınıf olarak örgütlendiği yeni bir toplum yaratmaktı. Bunun için de işçilerin öz örgütleri olan Sovyetler Bolşevikler için geleceğin işçi devletinin temel organları olarak görülüyordu. Bolşevikler kitlelere olan güvenlerini hiçbir zaman kaybetmediler. Sovyetlerde diğer reformcu partiler daha fazla destek aldığı halde ısrarla devrimci siyasetlerini sürdürdüler. Sovyetlerde giderek etkisini arttıran Bolşevikler elde ettikleri gücü Menşevik ve Sosyal-Devrimciler’in yaptığı gibi işçileri burjuvaziyle uzlaştırmak için kullanmadılar. Tam tersine son derece bilinçli ve sistematik biçimde işçileri devrime yönlendirdiler. Bolşevik Partisi kitlelere güvenini kaybetmedi. Bununla birlikte Lenin, Bolşevik Partisi’ni işçi sınıfının öncüsü olarak örgütlemişti. Bolşevik Parti yükseliş dönemleri kadar gericilik dönemlerinde de politik çizgisini ve örgütsel yapısını korumuştu. Gün geldiğinde de işçi sınıfının devrimci kurmayını oluşturmakta tereddüt etmediler ve bu görevi başarıyla yerine getirdiler.
Ekim Devrimi, Tüm Rusya Sovyetleri Kongresi’nin toplanacağı gün başladı. Bolşevikler Petrograd Sovyeti bünyesinde bir Askeri Devrimci Komite oluşturmuşlardı. Bu komitenin başında Lev Trotskiy vardı. Trotskiy’in önderliğindeki Bolşevik kadrolar ayaklanmayı adım adım yürütüyorlardı. Garlar, PTT, elektrik santrali, önemli köprüler, cephanelikler, erzak ambarları, büyük matbaalar ve nihayet sembolik önemi çok büyük olan Devlet Bankası kansız biçimde ele geçirildi. Kışlık Saray kuşatıldı. Kışlık Saray gece yarısı devrimciler tarafından ele geçirildi. Aynı anlarda Petrograd’daki devrimcilerin karargahı haline gelmiş olan Smolniy Enstitüsü’nde Sovyet Kongresi toplanıyordu. Lenin, coşkulu alkışlar eşliğinde kürsüye yöneldi. Uzun süren alkışların sonunda Lenin, devrimin zaferini ilan ediyordu. Sovyet kongresi yeni devletin hükümeti konumunda olan Halk Komiserleri Konseyi’ni seçti. Devrimin ilk kararları alındı: Geçici hükümetin tüm görevlileri görevden alındı, ölüm cezası kaldırıldı, devrimci siyasi suçlular özgürlüğüne kavuşturuldu, büyük toprakların kamulaştırılması, küçük üreticinin korunmasına yönelik kararlar alındı, cinsiyetçi ve ayrımcı yasalar kaldırıldı, fabrikalarda işçi denetimi getirildi ve uluslara kendi kaderlerini tayin etme hakkı tanındı. Nihayet en önemli sorun olan dünya savaşı sorununda derhal bir barış sağlanması kararı alındı.
Bu büyük devrim sadece bir iktidar değişikliği değildi. Ekim Devrimi aslında bir yöntemdi. İşçi sınıfının sorunlarını çözmek için geliştirdiği son derece radikal ve bir o kadar da etkili bir yöntemdi. İşçi sınıfının ve halkın çoğunluğunu oluşturan emekçilerin karşısına çözüm diye çıkartılan her şeyin aldatmacadan başka bir şey olmadığının kanıtıydı. Ekim Devrimi, onu gerçekleştirenler tarafından her zaman Dünya Sosyalist Devrimi’nin bir parçası, bir başlangıç noktası olarak görülmüştür. Devrimin ardından ülke iç savaşın pençesine düştüğünde, o en zor günlerde Lenin ve Trotskiy önderliğindeki Bolşevikler Komünist Enternasyonal’i kurmak için tüm güçlerini seferber etmişlerdir. Çünkü sosyalizmin inşası bir ülkede başlayabilir fakat kesin zaferi ancak dünya devriminin başarıya ulaşmasıyla mümkündür. Lenin ve Trotskiy Rusya’da başlattıkları devrimin yayılamaması halinde büyük zorluklarla karşılaşacaklarını biliyorlardı. Tecrit oluşun yarattığı ortam, bürokratik bir katmanın serpilip güçlenmesi için uygun bir ortam yaratıyordu. Lenin ve Trotskiy hayatlarının sonuna kadar bürokratik yozlaşmaya karşı mücadele ettiler. Buna karşın Stalinistler bürokrasinin sözcülüğüne soyunarak bu asalak katmanı devletin yönetiminde belirleyici hale getirdiler. SSCB bürokratikleşirken bu aynı zamanda sosyalizm hedefinden uzaklaşmayı da beraberinde getirdi. Bürokratlaşan SSCB’de ilk terk edilen düşünce Dünya Devrimi oldu. “Tek ülkede sosyalizm” adlı gerici teoriyle birlikte işçi sınıfının çıkarlarının yerine bürokrasinin çıkarları, dünya halklarının ortak mücadelesi yerine Rusya’nın milli çıkarları getirildi. Tüm bunlar nihayet SSCB’nin sonunu hazırlayacaktı.
SSCB bürokrasinin ellerinde ne kadar yozlaşsa da Ekim Devrimi’nin büyük kazanımlarını silmek mümkün değildi. En kötü dönemlerinde bile SSCB, en ileri kapitalist ülkeden daha insani yaşam koşullarına sahipti, dünya krizler içinde kıvranırken SSCB’de insanlar işsizlik yüzü görmediler. İnsanlar ücretsiz eğitim görmeye devam ettiler. Parasız sağlık hizmeti sayesinde kimse hastane kapılarında sürünmedi, hayatını kaybetmedi. 20. Yüzyılın başındaki o geri kalmış Rusya’nın bilim insanları yüzyıl ortasında herkesten önce uzaya çıkmayı başardılarsa bu Ekim Devrimi’nin kazanımlarının sonucudur. SSCB yıkıldığında, Ekim Devrimi’nin yarattığı kazanımların nasıl yağmalandığını, kısa zamanda birçok trilyonerin peydah olduğunu, işsizlik ve yoksulluğun pençesine düşen Rusya’da her türlü yozlaşmanın nasıl ayyuka çıktığını tüm dünya gördü.
Kapitalizm, 20. Yüzyıl boyunca işçilerin başka ülkelerde yeni Ekim Devrimleri yaratmasının korkusuyla yaşadı. Hala daha, Ekim Devrimi’nin ülkesi SSCB yıkıldıktan onca yıl geçtikten sonra korkmaya devam ediyorlar. Hala, burjuvazinin yazar, çizer takımı sosyalizmi baş düşman olarak görüyor. Hala orak ve çekiç kâbuslarına girmeye devam ediyor. Bizler için ise hem işçi sınıfının bu güne kadar kazandığı en büyük zafer olmasıyla hem de yaşanan sorunlardan çıkarttığımız devrimci derslerle Ekim Devrimi kurtuluşumuzun yolunu aydınlatmaya devam ediyor.