Solda sosyal şovenizme sapanlar ve Kürt hareketinin kuyruğuna takılanlar nasıl ve nerede buluşuyor?

Türkiye sosyalist hareketinde Kürt sorunu bağlamında iki karşıt uçta iki yanlış tutum var. Bir uçta, anti-emperyalist bir görüntü altında yurtseverlik vurgusu yapan ama Türk milliyetçiliğine yakınsayan, Kürt sorununu küçümseyen ve Kürt halkının taleplerini görmezden gelen, sömürgeci bakış açısını soldan tekrarlayan, devrimci Marksist geleneğin verdiği ad ile sosyal-şovenist eğilimler var. Diğer uçta ise enternasyonalist görünüm altında, halkların kardeşliği vurgusu yapan ama Kürt hareketine neredeyse eleştirisiz bir destek pozisyonunda olan, bu hareketin ne Türk sömürgeci burjuvazisiyle ne de emperyalizmle girdiği politik ittifakları eleştiren, Öcalan’dan başlayarak hareketin farklı kanatlarının Marksizm’e teorik, politik saldırılarını görmezden gelen ve ittifak politikasını iltihaka dönüştüren siyasetler yer alıyor.
İki farklı uçta görünen bu eğilimler yer yer birbirlerine karşı Kürt sorununa dair yaklaşımları konusunda sert polemikler yürütüyorlar. Ama aslına bakılırsa en önemli konuda buluşuyorlar. Her iki uç da mevcut sürecin bir tür “çözüm süreci” olduğu konusunda hemfikir. Sosyalist solda sadece Devrimci İşçi Partisi bu sürecin, Kürt sorununun çözümüyle ilgili olmadığını, sömürgeci burjuvazinin Kürt bölgelerine yönelik yayılmacı çıkarlarına dayandığını söyleyerek süreci bir “petrol açılımı” olarak tanımlıyor. Meselenin özünde Kürt sorununun çözümü değil emperyalizmin icazetiyle Türkiye’nin Kürt bölgelerini himaye ederek, sömürgeci burjuvazinin bu bölgelerdeki enerji kaynaklarını kontrol etme çabası vardır.
Bu konuda sol hareketteki aymazlık gerçekten şaşırtıcı. Çünkü Devrimci İşçi Partisi’nin analizlerine kulak asmasalar dahi sürece dair iktidar kanadının açıklamaları ortadadır. Hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde bu sürecin Kürt sorununun çözümü ile ilgili olmadığını defalarca söylemişlerdir. Misak-ı Millî sınırlarının Musul’u ve Kerkük’ü kapsadığından dem vurmakta, bazıları daha da ileri gidip yayılmacı projeye Türkiye Birleşik Devletleri adı dahi takmaktadır. Sürecin diğer muhatabı Öcalan da tüm açıklamalarında bu yönelişten sapmıyor. Kürt sorunu artık çözülmüştür demeye getiren de kendisidir. Silah bırakma sürecini Ortadoğu’daki (Batı Asya’daki) güç mücadeleleri bağlamına yerleştiren ve Türkiye burjuvazisine Kürtlerin desteğini vadeden de odur.
Kürt hareketinin kuyruğuna takılmış olanlar iktidara yönelik eleştirel olsalar dahi ne olursa olsun bu sürece katkı sunmak gerektiğini savunuyorlar. Örneğin Emek Partisi (EMEP) ve Türkiye İşçi Partisi (TİP) bu doğrultuda mecliste oluşturulan komisyona katıldılar. Dahası süreci genel olarak olumlu buldukları için MİT ve TSK’nın sunum yapacağı toplantıların gizli tutulmasına onay verdiler. Bu toplantıda gizli saklı bir şey konuşulacağı yoktu ve konuşulmadı da zaten! Ama sosyalistler verdikleri evet oyu ile istibdadın “millî mutabakat” tiyatrosunun figüranları oldular. Kürt hareketi ve onun kuyruğuna takılarak siyaset yürüten sol öyle bir aymazlık içinde ki yüzlerine defalarca “biz Kürt sorununun çözümüyle falan ilgilenmiyoruz” dendiği halde “bakmayın öyle dediklerine aslında onların da gönlü var bu işe” havasındalar.
Öbür uçta yer alan sosyal-şovenist eğilimin başını ise Türkiye Komünist Partisi (TKP) çekiyor. TKP diğer uçta görünse de onlar da aynı havadalar. TKP yayımladığı bir bildiride diyor ki: “Yıllar boyunca PKK ve bir kısım ‘sol’, ‘Kürt sorunu çözülürse bu ülkenin bütün sorunları çözülür’ diyordu. Bir süredir iktidar da aynısını söylüyor. ‘Kürt sorunu’ demiyor belki ama adı hâlâ konamayan bir süreç, her şeyin anahtarı hâline geldi.” TKP de aynı diğerleri gibi iktidar kanadı için “Kürt sorunu demiyorlar ama” diyerek aslında sürecin Kürt sorunu ile ilgili olduğunu söyleyip bu sürecin her şeyin anahtarı haline getirilmesinden şikâyet ediyor. İşte aslında tam da bu yüzden TKP en başından itibaren adı konamayan bu sürece hiçbir zaman açıkça karşı çıkmadı. Çünkü tıpkı iktidar gibi onlar da Kürt sorununu PKK ile özdeşleştiriyorlar ve PKK’nın silah bırakmasını bu sorunun çözümü ile eş tutuyorlar. Bu anlamda da defalarca bu gelişmeyi olumlu bulduklarını açıkladılar.
Dahası var. Kürt sorunu konusunda da TKP, PKK lideri Öcalan’la aynı noktada buluşuyor. Bu nokta Öcalan’ın dilinde, Kürt sorununun büyük oranda çözüldüğü ve PKK’yı anlam yoksunluğuna sürüklemesi iken, TKP açıklamalarında ise “her şeyin üzerinde ve diğer sorunlardan ayrı bir Kürt sorunu yoktur” ifadesiyle karşımıza çıkıyor. Öcalan’ın vardığı siyasal sonuç “devletle bütünleşme” iken TKP de bu konuda düzenlediği imza kampanyasıyla alışılmış şekilde aydınları, sendikacıları da aşarak devletin emekli general ve amiralleriyle buluşuyor. Bu buluşmanın motivasyonu ideolojik değil sınıfsaldır. Kürt hareketi ve onun kuyruğuna takılan sol, postmodernist kimlik politikası yolundan gitmiş, TKP ve benzerleri yurtsever-milliyetçi bir hattan yürümüş, sonunda her iki yol da sömürgeci burjuvazinin yayılmacı politikasına çıkmıştır. Her iki uçta olanlar da dün Özal’ın “bir koyup üç almak” politikasının yeni sürümünü açıkça karşısına alamıyor. Çünkü sürece siyaseten angaje olan Kürt hareketi, bu sürecin temel motivasyonu olan bu yayılmacı politikaları da haliyle reddetmemektedir. TKP Merkez Komitesi ise böyle bir eleştiriye girişirse Musul-Kerkük hayallerini asla terk etmemiş olan Kemalist general ve amirallerle buluşamayacağını bilecek kadar bilinçlidir.
Sosyalist solun büyük kısmı bir yanda sosyal-şovenizmin diğer tarafta kuyrukçu bir kimlik politikasının izinden düzen siyasetiyle buluşurken “petrol açılımı” tam gaz devam ediyor, Kürt sorunu ise bu petrol açılımından hiçbir çıkarı olmayan Kürt işçileri, emekçileri ve yoksul köylülerinin nezdinde tüm çözümsüzlüğü ile olduğu yerde duruyor. Kürt halkının eşitliğini savunan, Kürt ve Türk işçilerinin, emekçilerinin ortak sosyal, ekonomik ve siyasal menfaatlerini yansıtan politika enternasyonalist ve anti-emperyalist olmak zorundadır. Sosyalistlerin görevi de sürece dair gerçekleri ortaya koyarak bu politikayı inşa etmektir.