Apolitik suskunluk ve açık çek politikası izleyen sosyalistlerin hezimeti

sosyalistler

Cumhur ve Millet İttifakları’nın ana kutuplarını oluşturduğu 2023 seçimlerinde sosyalistlerin önemli bir kısmı Emek ve Özgürlük İttifakı ile Sosyalist Güç Birliği (SGB) İttifakı çatısı altında yer aldılar. Seçim sonuçlarından, alınan oy oranlarından bağımsız olarak değerlendirilmesi gereken ve esas önemli olan konu bu ittifakların Cumhur ve Millet İttifakları’ndan bağımsız üçüncü birer siyasal odak işlevi görmemiş olmasıdır. Kılıçdaroğlu’na verdikleri destek ile iki buçukuncu ittifak olarak Millet İttifakı’na yedeklendiler. Bu ittifaklar içinde farklı tutumlar elbette ki oldu. Devrimci İşçi Partisi olarak NATO’ya ve emperyalizme karşı eylem birlikteliği içinde olduğumuz Türkiye Komünist Hareketi, Kılıçdaroğlu’na oy çağrısı yapmayarak SGB içinde ayrıksı bir tutum aldı. SGB içinde Devrim Hareketi bağımsız bir Cumhurbaşkanı adayı için çalışma başlattı. Ancak daha sonra Kılıçdaroğlu’nun adını vermeden de olsa Erdoğan’a karşı ona oy çağrısında bulunmuş oldular. Emek ve Özgürlük İttifakı’nda ise Ezilenlerin Sosyalist Partisi’nin Kılıçdaroğlu’na destek politikasına karşı çıktığını ve üçüncü cephe çağrısı yaptığını belirtmeliyiz. Halkevleri de bu süreçte Kılıçdaroğlu’na açık destek çağrısı yapmaktan imtina edenler arasında yer aldı. Bununla birlikte burjuvaziye destek politikasını her iki turda da kesin olarak reddeden, Erdoğan’a da Kılıçdaroğlu’na da diğer düzen siyaseti adaylarına da açıkça ve hiçbir turda oy yok diyen tek parti, SGB’de de Emek ve Özgürlük İttifakı’nda da yer almayan Devrimci İşçi Partisi oldu.

Bağımsız bir sosyalist odak ve cumhurbaşkanı adayı ihtiyacı

Devrimci İşçi Partisi bu süreçte bağımsız bir sosyalist odak inşası için ve bu odağın bağımsız cumhurbaşkanı adayı göstermesi için çağrılarda bulundu. Sosyalist örgüt ve partilerle bu doğrultuda görüşmeler yaptı. Ancak bu çağrılar karşılık bulmadı. Devrimci İşçi Partisi bu durum karşısında kendisi bir aday çıkarma girişiminde de bulunmadı. Zira bağımsız sosyalist bir odağın temsilcisi olarak öne çıkacak ve işçi sınıfına dayanan alternatif oluşturması hedeflenen bu girişimin altından tek bir partinin, ne DİP’in ne de başka bir sosyalist partinin de tek başına kalkması mümkündü. Bu, ortak bir çabanın ürünü olabilirdi. Aksi ülke politikasına müdahale eden bir hamle değil, bir partinin propaganda faaliyetinden ibaret kalacaktı. Bu da elbette anlamsız değildir. Ancak propaganda faaliyetini sosyalist bir siyasal odağın yerine ikame etmek söz konusu olamaz.  Dolayısıyla DİP bu süreçte propaganda ve örgütlenme faaliyetlerini seçim çalışması biçiminde yaymak yerine fabrikalara odaklanarak sürdürmeyi tercih etti ve tek başına bir cumhurbaşkanı adayı çıkarma girişiminde bulunmadı.

DİP neden protesto oyu kullandı?

Bu elverişsiz koşullar altında partimiz işçi sınıfını burjuvaziden ve düzen siyasetinden koparmak, öncü işçileri sınıf siyaseti doğrultusunda eğitmek ve bilinçlendirmek, istibdada karşı mücadelenin sermaye ve emperyalizmin çıkarlarına bağlı bir başka düzen siyaseti odağını desteklemekle örtüşmediğini göstermek üzere çalıştı. DİP, Cumhurbaşkanlığı pusulasına çarpı atarak protesto oyu kullanma çağrısı yaptı. Pek çokları bu tutumu Erdoğan’ın işine yarayacak bir politika olarak gördü. Erdoğan gitsin diye oylar Kılıçdaroğlu’na verilmeliydi. Bu yorum yanlıştır. Çünkü sosyalistler CHP’nin de Kılıçdaroğlu’nun da seçmeni değildir. Sosyalistlerin bunlara oy vermemesi otomatik olarak Erdoğan’ın işine yaramaz. Çünkü bu tutum Kılıçdaroğlu’na olduğu kadar Erdoğan’a da oy vermeme çağrısıdır. DİP’e yapılan eleştirinin altında örtük olarak, sosyalistlerin Erdoğan’a oy veren seçmenlere seslenmeyeceği varsayımı yatmaktadır. Bu, sosyalizmi bir kimliğe indirgeyen ve bu kimliği de CHP’nin etrafında konumlandıran bir anlayıştır ve son derece yanlıştır.

Sosyalizm kimliği değil, sınıfı esas alır. İşçi sınıfına seslenir. İşçi sınıfına güvenir ve işçi sınıfından güç alır. Bu anlamda örneğin DİP, fabrikalarda emekçi mahallelerinde CHP’liler kadar ve hatta pek çok yerde daha fazla AKP’li MHP’li seçmen olan işçilere seslenmektedir. Bu açıdan bakıldığında Kılıçdaroğlu’na açık çek veren ve Millet İttifakı’nın programına güven oyu veren sosyalistler işçi sınıfına ulaşması gereken bağımsız sesi kısarak esas Erdoğan’a yarayan tutumu almışlardır.

Emek ve Özgürlük İttifakı’nın apolitik suskunluğu ve açık çeki

Emek ve Özgürlük İttifakı’nın ana doğrultusunu belirleyen, HDP’nin Millet İttifakı’na ve Kılıçdaroğlu’na destek kararı alması olmuştur. HDP’nin sosyalist solla geliştirdiği ilişki biçimi öteden beri ittifak değil iltihakı dayatmak olmuştur. Bu dönemde de HDP kapatma tehdidi altında Yeşiller ve Sol çatısı altında seçime girmiş ama bu biçimsel bir zorunluluk olarak kalmamış, “Yeşil ve Sol” liberalizm bir ruh olarak ittifaka hâkim olmuştur. Bir dizi sosyalist milletvekili adayı, ittifak değil iltihak ilişkisinin neticesinde Cengiz Çandar ve Hasan Cemal gibi sabık yetmez ama evetçi, emperyalist uşağı sağ liberallerle aynı listelerde olma zilletini yaşamışlardır. HDP’nin Kılıçdaroğlu ve Millet İttifakı’na desteği zamanla bir açık çek niteliğine bürünmüş ve ikinci tura giderken Kılıçdaroğlu bu açık çeki alarak faşist Ümit Özdağ’la HDP’li belediyelere kayyım atanmasını dahi içeren, göçmen ve Kürt düşmanı ruha sahip bir protokol imzalamıştır. Kayyımların mahkeme kararına bağlanmasının bir güvence olarak görülmesi kendi İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı mahkeme kararıyla siyasi yasaklı konumuna düşürülme tehdidi altında olan CHP için gülünçtür. Bu protokole apolitik bir suskunlukla ortak olan Emek ve Özgürlük İttifakı bileşenlerinin tutumu ise utanç vericidir.

Emek ve Özgürlük İttifakı bileşeni Türkiye İşçi Partisi sürecin en başında Millet İttifakı’na açık çek sunmuştur. Yeter ki Ekmeleddin olmasın demekle yetinmiştir. Ve bu politikayı da savunmuştur. Ekmeleddin olmamıştır ama başka her şey olmuştur. TİP CHP’nin ve Kılıçdaroğlu’nun tüm gerici politikalarına karşı suskun kalmasının yanı sıra tüm süreç boyunca sermaye ve emperyalizm karşıtı bir tutum almaktan imtina etmiştir. Seçim sürecinin başlangıç aşamasında mecliste Finlandiya’nın NATO’ya alınması için yapılan oylamaya katılmayarak utanç verici bir pozisyon almış, sonrasında da ne seçim çalışmalarında ne 1 Mayıs’ta ne propaganda konuşmalarında anti-emperyalist bir tutum almıştır. Sermayenin Millet İttifakı’nı destekleyen TÜSİAD kanadına karşı suskunluk, bazı illerde sanayi odalarına ziyaretler, düzen siyasetine adapte oluşu perçinlemiştir. Örneğin “yargılanacaksınız” söyleminin muhatabı hiçbir aşamada Türkiye tarihinin en büyük vurgununa imza atarak ülkenin en büyük sanayi kuruluşu Tüpraş’a “çöken” Koç Holding olmamıştır.

Birinci tura giderken TİP’in seçime ayrı girmesi YSP’ye milletvekili kaybettireceği iddiası ile tartışma konusu olmuştur. Kılıçdaroğlu’na oy verme çağrısı yaparken kitleleri basit aritmetik hesabıyla ikna etmeye çalışan TİP, kendi listelerini savunurken karmaşık matematik hesaplarına girişerek gülünç duruma düşmüştür. HDP tarafından TİP’in ayrı girme kararının sürekli eleştiriye tabi tutulması ve yine bu eleştirinin matematiksel hesaplara dayandırılması, iltihak anlayışının bir tezahürü olarak karşımıza çıkmıştır. TİP ve YSP’nin birbirine milletvekili kaybettirip kaybettirmediği tartışmaları bir sonuca bağlanmadan sönümlenmişse de Millet İttifakı’na yedeklenen siyasal çizginin sonucunda faşistlerle ve siyasal İslamcılarla dolu bir meclis aritmetiğinin oluşmasına dair bu saflarda aynı hararette bir kaygı ya da tartışma gözlemlenmemiştir.

CHP’ye yönelik eleştirilere Sol Parti göğüs gerdi

Sol Parti Millet İttifakı’na politik desteğin ve açık çek vermenin Sosyalist Güç Birliği içindeki en ileri temsilcisi olmuştur. Temsilcileri Kılıçdaroğlu’nun NATO’culuğunu ehveni şer olarak savunmuş, makroekonomik dengeler adı altında TÜSİAD’cı kemer sıkma programına güven oyu sunan açıklamalar yapmıştır. Televizyonlarda Sol Parti temsilcileri CHP’ye ve Kılıçdaroğlu’na yönelik, eleştirel olmak bir yana, ona yönelen eleştirilere göğüs germe motivasyonuyla hareket etmiştir. Birgün gazetesi CHP yayın organı gibi çalışmış, bir aşamada Kılıçdaroğlu’nun Özal’ı öven açıklamasını yorumsuz haberleştirerek, işi Türkiye tarihinin en büyük işçi düşmanlarından Özal’ın aklanmasına aracılık etmeye kadar vardırabilmiştir.

TKP’nin çelişkilerle dolu politikası

Türkiye Komünist Partisi de bu süreçte Kılıçdaroğlu’na açık oy çağrısı yapan partilerden biri olmuştur. TKP’nin tutumu baştan aşağı çelişkilerle maluldür. Bir yandan Millet İttifakı’na karşı durduklarını söylemiş ama onun adayına oy çağrısı yapmıştır. Sırf Erdoğan gitsin diye bunu yaptıklarını söylediler, Millet İttifakı’nın sermaye ve emperyalizm yanlısı karakterini inkâr etmediler ama Cumhurbaşkanlığı seçiminde yürütmenin başının seçildiği yani adaya oy verenin onun programına da peşinen güven oyu verdiği gerçeğini gizlemiş oldular. Oysa TKP, Kılıçdaroğlu’na yönelik takındığı bu fazlasıyla esnek tutumu HDP’den ve Emek ve Özgürlük İttifakı’ndan esirgedi. Neden orada değilsiniz diye sorulduğunda TKP Genel Sekreteri PYD’nin ABD’yle işbirliğini gerekçe göstererek cevap veriyordu. Ancak aynı Kemal Okuyan ve TKP için Kılıçdaroğlu’nun NATO’yu demokrasinin bekçisi olarak nitelemesi herhangi bir sorun teşkil etmedi. Bu, sosyalist hareketin tarihinde sosyal-şovenizm olarak bilinen milliyetçi sapmanın tipik bir tezahürüdür. TKP bu tutumunun altını TRT propaganda konuşmasını Kürt milliyetçiliğini eleştirmeye hasrederek kalın şekilde çizmiştir. Bu tercihin Kürtlere seslenmek kaygısı gütmediği, “biz bölücü değiliz” mesajı vermek için zorlama bir çaba olduğu apaçık görülmüştür.

Ya sosyalist odak ya zillet!

Biz bu güçleri asla düşman olarak görmüyor, potansiyel müttefiklerimiz olarak değerlendiriyoruz. Bu güçlerle bağımsız bir sosyalist odak inşa etmeyi ve işçi sınıfının siyasette ağırlık kazanması için birlikte mücadele etmeyi istiyoruz. Sınıf düşmanıyla işbirliği politikasından ve düzen siyasetinden kopma çağrısı yapıyoruz. Eleştirilerimiz sert olabilir. Ancak bu konuda hiçbir muhatabımız bize sitem edemez. Çünkü biz eleştiriyoruz. Birlikte mücadele etmek istiyoruz. Destekledikleri ve son süreçte birlikte yürüdükleri CHP ise sosyalistleri kendine payanda olarak görüyor. CHP sözcülerinin ve Kılıçdaroğlu’nun emperyalizme biat etmeleri, Özalları övmeleri, geçmişin faşistlerine methiyeler düzmeleri, bugünün faşistlerinin önüne kırmızı halılar sermeleri, bunların hepsi sosyalistlerin hiçleştirilmesidir, aşağılanmasıdır. Bizim önerdiğimiz yol, bu kirli düzen siyasetinden kopmak, ayağa kalkmak, işçi sınıfının ve emekçi halkın sermayeye, emperyalizme ve istibdada karşı ihtiyaç duyduğu bağımsız odağı hep birlikte inşa etmektir.  

 

Bu yazı Gerçek gazetesinin Haziran 2023 tarihli 165. sayısında yayınlanmıştır. Bu yazıyı Gerçek'in podcast hesaplarından sesli olarak dinlemek için aşağıdaki resmin üzerine tıklayın. 

apolitik suskunluk haziran 2023 podcast