Komisyon tiyatrosu ve figüranları: Petrol açılımına çözüm makyajı! Yayılmacı projeye barış süsü!

Komisyon tiyatrosu ve figüranları: Petrol açılımına çözüm makyajı! Yayılmacı projeye barış süsü!

İktidarın adlandırmasıyla “Terörsüz Türkiye”, Kürt hareketinin verdiği isimle “Barış ve Demokratik Toplum” gerçek içeriğiyle ise bizim sömürgeci sermayenin, emperyalizmin himayesindeki bir “petrol açılımı” olarak tanımladığımız süreç kapsamında oluşturulan meclis komisyonu 5 Ağustos günü toplandı. İktidar açısından komisyonun tek bir amacı var o da yürüttükleri petrol açılımını iyice cilalayıp, sürecin halkla ilişkiler kampanyasını yapmak. Komisyonun isim tartışmasının absürtlüğü bunun bir kanıtı. Herkes toplandı ve içeriğinin, işlevinin, görevinin ne olacağı belli olmayan, üzerinde tartışacağı konuyla ilgili bilgilerin gizli tutulduğu bu komisyona ne isim verileceği tartışılmaya koyuldu. Herkes kendi meşrebince bir şeyler dedi. Daha dün her söze “PKK terör örgütü mü değil mi?” diye başlayan ve bu süreci de başından beri “Terörsüz Türkiye” diye adlandıran iktidar kanadının hele hele MHP’nin muazzam bir işbirliği ve hoşgörü sergilemesi manidar değil mi? Zaten amaç petrol açılımına paravan oluşturmak olduğu için ortaya karışık bir şey çıkardılar: Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu!

Tiyatro ve figüranları

İlk defa MHP lideri Bahçeli’nin 100 üyeli bir bileşimle önerdiği komisyon son olarak 51 üye ile tasarlanmıştı. Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş’un himayesinde kurulan komisyona AKP 21, CHP 10, DEM Parti 4, MHP 4, Yeni Yol 3, Hüdapar 1, YRP 1, TİP 1, EMEP 1, DSP 1 ve DP 1 üye gönderdi, kendisine 3 sandalyelik kontenjan ayrılan İyi Parti ise komisyona katılmayacağını açıkladı. Özellikle muhalefet partileri açısından bir süre boyunca bu komisyona katılıp katılmama tartışmaları yaşandı. En büyük kaygı iktidarın gizli kapılar ardında yürüttüğü süreci, tamamen işlevsiz, görev ve sorumlulukları hatta adı bile belli olmayan bir komisyonda figüranlık yaparak meşrulaştırmaktı. Bu haklı bir kaygıydı. Ne komisyon toplanmadan önceki hazırlık görüşmelerinde ne de komisyonun toplandığı 5 Ağustos günü bu kaygıları giderecek herhangi somut bir gelişme gördük. Ama nasıl olduysa herkes bu komisyonun bir sorunu çözmek için (partilerin meşrebine göre terör, Kürt sorunu, barış, demokrasi gibi başlıklarla tarif edilen sorunlar) kurulduğuna ikna olmuştu. Komisyona katılmayan İyi Parti de aslında buna dahildir! Çünkü onlar da komisyonun Kürt sorununun çözümüne dair kurulduğunu bir şekilde kabul etmişler ama şovenist bir tutumla, MHP’nin boşalttığı faşist siyaset alanını başıboş bırakmamak için katılmayı reddetmişlerdi. Aslında İyi Parti de bu şekilde senaryoda kendine yazılan figüranlık rolünü oynuyor.

Çözüm arayışı değil petrol kavgası: Emperyalizmin himayesinde bir koyup üç alma kumarı

Bugüne kadar tüm süreç tamamen gizli diplomasi ve pazarlıklar üzerinden yürütüldü. Bu pazarlıklar basitçe “silah bırakmanın karşılığında ne istiyorsunuz” şeklinde işlemiyor. Türkiye ve Irak arasında Kerkük petrolleri üzerinden büyük bir hesaplaşma sürüyor. Türkiye, Irak merkezî hükümetini aradan çıkartarak Barzani ile tek yanlı petrol sevkiyatı yaptığı için uluslararası tahkimden 1,5 milyar dolar ceza almıştı ve Erdoğan geçtiğimiz ay bir Cumhurbaşkanı kararı yayınlayarak Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattındaki ticareti düzenleyen Türkiye-Irak Hm Petrol Boru Hattı Anlaşmasından çıktı. Suriye’de HTŞ ve SDG arasında Türkiye’nin de müdahil olduğu müzakere sürecinin en önemli konuları Deyrezzor ve Haseke petrollerinin akıbetinin ne olacağı üzerinde yoğunlaşıyor. Türkiye’nin sömürgeci burjuvazisi, emperyalizmin ve Siyonizmin saldırıları eşliğinde İran’ın Suriye’deki etkisi ortadan kalkmışken, Irak’taki gücü sallantıya girmişken pastadan pay kapmanın peşinde. Bu ortamda 1991’de ABD’nin Irak’a saldırırken Türkiye’yi savaşa ortak etmek için Özal’a vadettiği “Bir koyup, üç alacaksınız” vaadi, Türkiye’nin Kürdistan’ı himaye ederek enerji havzalarına yayılacağı, bunun için federatif modellere kapı aralayan sömürgeci ve yayılmacı İkinci Cumhuriyetçi proje yeniden hortladı.

Hem devlet hem de Kürt hareketinden gelen açıklamalardaki Ortadoğu’da yeni düzen ve fırsatları değerlendirme vurgusu, özellikle İsrail’le İran arasındaki sıcak savaşa verilen referanslar, Misak-ı Millî’nin Musul ve Kerkük’ün yanı sıra Suriye’nin kuzeyini de içerdiğine dair vurgular, Osmanlı’ya, Yavuz Sultan Selim’e verilen referanslar, AKP cenahından gelen “Türkiye Birleşik Devletleri” benzetmeleri hepsi meselenin sömürgeci burjuvazinin yayılmacı politikalarıyla ilgili olduğuna işaret ediyor. Komisyonda bunlardan bahseden var mı? Tabii ki yok! Numan Kurtulmuş açılış konuşmasında diyor ki: “Bu komisyon, millet adına çözüme ulaştırılacak sorunların müzakeresi, üzerinde uzlaşılan teklif ve tavsiyelerin Türkiye Büyük Millet Meclisine iletilmesi ve bahse konu süreçlere millet adına vaziyet etmek için vardır.” Hadi oradan! Emperyalizmin himayesinde giriştikleri sömürgeci projelere çözüm, belki de geçmişten çok daha fazla kan dökülmesine neden olacak maceralara barış süsü vermeye çalışıyorlar.   

CHP’nin kendisi gizli diplomasi yürütüyor sonra da şeffaflıktan bahsediyor

Numan Kurtulmuş, “bilinmelidir ki şahit olduğumuz silah bırakma süreci bir pazarlığın sonucu asla değildir” derken insanların aklıyla alay etmektedir. Komisyona katılanların kendi aklına hakaret ettirmemesi beklenir değil mi? Zekâlarından şüphe edemeyeceğimize göre niyetlerini sorgulamamız gerekir. Örneğin CHP ilk etapta komisyona katılmaya soğuk bakıyordu. Daha sonra şeffaflık, nitelikli çoğunlukla karar alınması, şehit ailelerinin komisyonda söz hakkı alması gibi koşullar öne sürerek katılacağını açıkladı. Komisyona şeffaflık şartı koşan CHP’nin kendisi AKP ile gizli pazarlık yürütüyor. Milletvekilleriyle yaptığı kapalı grup toplantısında CHP kurultayı davasıyla ilgili “AKP ile arka kapı diplomasisi yürütüyoruz, kesinlikle mutlak butlan çıkmayacak, mutlak butlan çıkarsa ben bileklerimi keserim, hatta İstanbul’a kayyım atanmasını da bu şekilde müzakere ederek engelledik” dediği ortaya çıkan ve bunu yalanlamayan bizzat Özgür Özel’in kendisi. CHP’nin komisyona katılmak için de aynı doğrultuda bir gizli müzakere yürüttüğüne dair yorum yapan ve bundan sonra yeni operasyon beklemiyorum diyen İsmail Saymaz’ı yalanlayan da çıkmadı. MİT Başkanı İbrahim Kalın’la CHP liderinin baş başa toplantısının ardından sürecin hızlanmış olması da cabası. 

Dem Parti ciddi ciddi devletle bütünleşiyor mu?

Komisyonun şeffaflığı üzerine tartışmalar sürerken AKP’den gelen, komisyonun kapalı toplanacağı açıklaması tartışmayı alevlendirmişken Dem Parti Grup Başkanvekili Gülistan Koçyiğit’ten ilginç bir çıkış geldi: “Yüzde 100 basına kapalı, yüzde 100 basına açık bir formülasyon çok uygun görünmüyor. MİT gelecek bilgilendirecek, belki Millî Savunma Bakanlığı gelip bilgilendirecek. Kapalı bölümleri illa ki olacaktır ama şeffaf olmayacağı anlamına gelmiyor.” Öcalan ilk açıklamasında devletle bütünleşme çağrısı yapmıştı. Acaba bunu mu kastediyordu ya da bu kadar hızlı olacağını düşünmüş müydü acaba? Zaten bir süre önce de Dem Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları “Biz herhangi bir parti ile yürümüyoruz. Biz devletle bu yolu yürüyoruz.” demişti. Allah muhabbetinizi arttırsın demeyeceğiz. Çünkü bu muhabbetten hayırlı sonuçlar çıkmaz. Gizli diplomasinin reddedilmesi işçi sınıfının ve ezilenlerin tarihsel bir kazanımıdır. Madem bu süreç Türk ve Kürt halklarının çıkarınadır o halde neyi gizliyorsunuz? Kimden gizliyorsunuz?

TİP ve EMEP bu tiyatronun figüranı olmamalıydı!

Sadece TİP milletvekili Ahmet Şık “arka kapı diplomasisi”nden bahsetti ve ne konuşulduğunu bilmiyoruz dedi. Ama bu daha da kötü. Çünkü önce ne konuşulduğunu bilmiyoruz deyip sonra barışın konuşulduğunu varsayarak önerilerini sıralamaya girişti. Dahası tamamen hukuksuz bir şekilde hapiste rehin tutulan Can Atalay’ın görüşlerini de komisyonda paylaşacaklarını da açıkladı. TİP, AKP ve MHP’ye “bu ne perhiz bu ne lahana turşusu” demeye getiriyor ama günün sonunda AKP ve MHP ile Numan Kurtulmuş’un deyimiyle “millet adına çözüme ulaştırılacak sorunların müzakeresini yapıp teklif ve tavsiyelerini” iletmiş oluyor.

EMEP adına konuşan İskender Bayhan da aynı minvalde dilek ve temennilerini sunuyor. Bayhan’ın şu sözleri önemli: “Saray iktidarının propagandasının değil, halkın taleplerinin karşılık bulduğu bir komisyon ancak çözüm üretebilir.” Peki ya komisyonun kendisi iktidarın petrol açılımını çözüm süreciymiş gibi gösterme propagandasının kendisi ise? Tüm veriler böyle olduğunu gösteriyor. Aksine tek bir somut olgu yok. EMEP bu komisyonun bir paravan olduğunu teşhir etmek yerine halkın taleplerini dillendirerek tam da Numan Kurtulmuş’a şu propagandayı yapma fırsatı veriyor: “Bugün burada sadece grubu olan siyasi partilerin değil, Türkiye Büyük Millet Meclisinde temsil edilen bütün siyasi partilerin temsilcisi arkadaşlarımız buradadır. Diyebiliriz ki bu salon, toplumun %98’inin temsil edildiği bir siyasi iradenin yansımasıdır.” İki sosyalist parti olarak TİP ve EMEP’in birer temsilci ile orada olmasının, bu partilerin oy oranlarının ne kadar olduğunun bir önemi yok. Bu partiler son genel ve yerel seçimlerde “tek adam rejimi”, “faşizm” vb. laflarla, önce Erdoğan gitsin diyerek CHP’ye destek vermedi mi? Kılıçdaroğlu’nun kaybetmesi olasılığını bir kıyamet senaryosu gibi anlatmadılar mı? Bizce çok yanlış bir politikaydı bu! Ama yanlışlığı Erdoğan’ın karşısında başka bir burjuva gerici odağı desteklemekti. Onca şey söyledikten sonra Erdoğan ve Bahçeli’nin istibdad rejiminin, üstelik bu rejimin baskıcı karakterinde hiçbir gevşeme dahi yokken, barış, çözüm ve demokrasi getirebileceğine dair yanılsamalar oluşturmak CHP’yi desteklemekten de kötüdür!

Emperyalist ve sömürgeci projelere karşı olanlar, Kürt sorununun çözümünü isteyenler bu komisyonun gerçek yüzünü görmek ve göstermek zorundadır!

Öcalan’ın Kürt sorununun aslında çözülmüş olduğu iddiasıyla AKP’nin yıllardır sürdürdüğü propagandayı tekrar etmesiyle başlayan bir süreçten bahsediyoruz. İlk düğme yanlış iliklendikten sonra gerisinin doğru gitmesi mümkün değil. Türkün ve Kürdün, Türkçenin ve Kürtçenin tam eşitliğinin konuşulmadığı bir çözüm olamaz. Kürtlerin kendi kaderlerini özgürce tayin etme hakkı olmadan gönüllü birlikten, kardeşlikten, bütünleşmeden bahsedilemez. Tüm bunları baştan reddeden ve dışlayan bir süreci, üstelik bu süreci başlatanların (hem devlet hem de Öcalan!) dahi böyle bir iddiaları yokken bir çözüm süreciymiş gibi sunmak, halkı aldatmak, en hafif deyimle halkın aldatılmasına ortak olmaktır.

Bu yazı Gerçek gazetesinin Ağustos 2025 tarihli 191. sayısında yayınlanmıştır.