CHP’de mutlak buhran

30 Haziran 2025 tarihi, adım adım Türkiye siyasetinin gözünü diktiği bir milat haline geldi. Bu tarihte Ankara 42. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin yapacağı duruşmada Özgür Özel’in Kılıçdaroğlu’yla yarıştığı ve Genel Başkan seçildiği CHP’nin 38. Olağan Kurultayı’nın iptal edilmesi ve hiç yapılmamış gibi kabul edilmesi (mutlak butlan) söz konusu. Eğer böyle bir karar alınırsa, CHP için her şey 38. Olağan Kurultay (4 Kasım 2023) öncesine dönmüş olacak. Bu, Kemal Kılıçdaroğlu’nun yeniden CHP Genel Başkanı olması ve Parti Meclisi, Merkez Disiplin Kurulu gibi merkezî kurullarına da aynı şekilde kurultay öncesindeki kadronun yeniden iş başına gelmesi demek. Bu tür bir kararın hukuki olmayacağı, tamamen ısmarlama olduğu, mevcut yasaların tamamen zorlama yorumlarla eğilip bükülerek inşa edilmiş olacağı ve nihayetinde istibdad yargısının siyasi amaçla kullanılmasının yeni bir örneğini sunacağı açık. Bu anlamda meselenin hukuki ayrıntılarına girmek bir anlam taşımıyor. Ancak siyasi olarak sürecin arka planındaki gerçekleri görmek ve doğru sonuçları çıkarmak son derece önemli. “CHP köklü partidir, bu oyunlara gelmez” gibi düşünceler mezarlıktan geçerken ıslık çalmak kabilindendir. CHP için mutlak butlan, mutlak buhrana dönüşmek üzeredir. CHP’den kopmanın ne kadar önemli olduğunu göreceğimiz günlere doğru gidiyoruz. Zira düzen muhalefetinden bağımsız, gücünü işçi sınıfından alan siyasi bir odak inşa edemediğimiz koşulda, CHP’nin buhranının hürriyet mücadelesini de kendiyle birlikte aşağı çekmesine şahit olacağız.
Bu noktaya nasıl geldik?
Cumhur İttifakı 2024 yerel seçimlerinde hezimete uğrayınca Erdoğan, CHP ile bir normalleşme/yumuşama süreci başlattı. CHP Genel Başkanı Özgür Özel, yerel seçimlerde hezimete uğramış ve halktan güvensizlik oyu almış iktidarın üstüne gitmek ve onu erken seçime zorlamak yerine bu normalleşme/yumuşama sürecinde Erdoğan’la flört etmeye başladı. Bu Özgür Özel’in özel tercihi değildi. Mehmet Şimşek’in işçi düşmanı Orta Vadeli Programı’nın seçim gölgesi olmadan uygulanmasını isteyen tekelci büyük burjuvazinin tercihiydi. Daha sonra normalleşme/yumuşama süreci doğrudan Cumhur İttifakı’nın içinden Bahçeli’nin Öcalan açılımı ve ona paralel olarak Esenyurt Belediyesi ile başlayan en sonunda İmamoğlu’na uzanan tutuklama ve kayyım dalgası ile tamamen ortadan kalktı.
AKP-CHP arasında bir büyük koalisyonun şekillenmesinin sadece MHP’nin mevcut siyasi yapıdaki kilit rolünü ortadan kaldırmayacağı, MHP’nin özel rolünün üzerinde yükseldiği yarı-askerî rejimin dengelerini de sarsacağı açıktı. Bahçeli, CHP ile flört eden Erdoğan’a, Öcalan açılımıyla karşılık verdi. Bu açılıma paralel olarak belediye operasyonları başlatıldı. Belediyelere yönelik operasyonlar hem AKP ve CHP’nin arasını açıyor hem de CHP-Dem Parti arasında yerel yönetimlerde öne çıkan “kent uzlaşısı” ittifakını vuruyordu. AKP-CHP büyük koalisyonunun büyük burjuvazinin bir özlemi olduğuna şüphe yok. Erdoğan ve AKP için böyle bir seçeneğin çok maliyetli ve riskli göründüğü de aynı ölçüde açık. Ne var ki yerel seçimlerde açıkça görüldüğü şekliyle CHP-Dem Parti ile İyi Parti başta olmak üzere altılı masa unsurlarının AKP-MHP birlikteliğine galebe çalmaya başlayınca, Erdoğan’ın MHP’siz seçenekleri gündeme almaması da düşünülemezdi. Sonuçta Öcalan açılımı ve belediye operasyonlarının toplam etkisi hem AKP-MHP ekseninin tahkim edilmesi hem de CHP-Dem Parti arasındaki köprünün büyük oranda yıkılması oldu. Böylece Bahçeli, yeniden siyasi dengeler içindeki kilit rolüne kavuşurken, Erdoğan’a da Cumhur İttifakı’nın yeniden inisiyatifi eline aldığı bir siyasal süreç hediye ediyordu. CHP ise en güçlü olduğu anda iktidarı sıkıştırma ve erken seçimi dayatma fırsatını elinin tersiyle ittikten sonra şimdi artık en zayıf olduğu ve inisiyatifi karşı tarafta kaptırdığı bir aşamada erken seçim kampanyasına başlıyordu.
19 Mart’tan 30 Haziran’a istibdadın saldırısı ve taktikleri
19 Mart’ta İmamoğlu’na yönelik diploma iptali ile başlayan saldırı ise büyük ve kitlesel bir tepkiyle karşılaştı. CHP’nin henüz bir yıl önce yerel seçimlerden birinci parti olarak çıktığı, Ekrem İmamoğlu’nun da tüm anketlerde bir sonraki Cumhurbaşkanlığı seçimi için Erdoğan’ı geride bıraktığı görülüyorken, istibdadın, yapacağı siyasi saldırıya karşı bir direnç gösterilmeyeceğini beklemesi düşünülemez. Nitekim İmamoğlu operasyonunda yargı ve İçişleri Bakanlığı, kitle hareketini bastırmak üzere, gayet hazırlıklı bir görüntü vermiş, tam bir koordinasyon ve paralellik içinde hareket etmiştir. Ekrem İmamoğlu’nun gözaltı süreci devam ederken milyonların katıldığı bir ön seçimle CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı ilan edilmesi; tutuklama kararının İBB’ye kayyım atanmayacak bir ince ayarla çıkartılmak zorunda kalınması; buna rağmen eylemlerin sürmesi, CHP’nin ülke genelinde kitlesel mitingler yapmaya başlaması ve anketlerde birinci parti konumunu perçinlenmesi; nihayet Özgür Özel’in erken seçim için baskıyı arttırmaya başlaması; istibdadın siyasi saldırısının başarısını kuşkulu hale getirmiştir.
Bu bir ölçüde doğrudur da. İstibdad cephesi İmamoğlu operasyonu karşısında kitlesel bir dirençle karşılaşacağını öngörmüştür. Ancak bu direnci bir şekilde kırabileceğini düşünmüştür. Ayrıca istibdadın ana senaryosu baskı altında CHP’nin Ekrem İmamoğlu-Mansur Yavaş ya da başka bir ifadeyle Özgür Özel-Kemal Kılıçdaroğlu ekseninde bölünecek olmasıdır. Özellikle İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) operasyonunda CHP’li itirafçıların kullanılması ve CHP’nin kurultay davasının da eş zamanlı olarak yürütülmesi bu senaryonun açık ifadesidir. İlk etapta CHP, hem kitle hareketinin gücü hem de istibdadın operasyonlarının meşruiyet kazanamaması dolayısıyla bir bölünme değil birleşme görüntüsü sergilemiştir.
CHP ve en genel anlamda muhalefet cephesi gayrimeşru istibdad uygulamalarına karşı birleşirken ve bu ortamda CHP içi çatışma eksenleri bastırılırken, istibdad cephesinden çatlak sesler yükselmeye başlamıştır. Süreci yürüten İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı bürokrasiden yeterince destek alamamaktan şikâyet etmeye başlamış, AKP içinden “bu süreç partiye zarar veriyor” minvalinde eleştiriler yükselmeye başlamıştı. Hatta bir aşamada tüm sürecin perde arkasındaki aktörlerden Bahçeli, kendine manevra alanı sağlayacak şekilde muğlâk ifadelerle (hatta bu sözler İmamoğlu’na destek olarak dahi yorumlandı) sürecin hızlandırılmasını isteyen açıklamalar yapmıştı. Böyle bir ortamda CHP’nin kurultayının iptal edilmesi ve bir kayyım yönetimi altında olağanüstü kongreye gidilmesi planının işlemeyeceği açıktı. Nitekim Özgür Özel partiyi 6 Nisan’da olağanüstü kongreye götürdüğünde de Kılıçdaroğlu kaybedeceği belli olan bir yarışa girmekten imtina etti. Kılıçdaroğlu’nun “kayyım” olarak CHP’nin başına geçmesi seçeneği de CHP’yi bölmek yerine Kılıçdaroğlu ekibini marjinalize etmekten başka bir sonuç vermeyecekti. Planlar bir gecede değiştirildi. Ani bir kararla mahkemeye talimat verildi ve kayyım atama kararı rafa kaldırıldı. “Mutlak butlan” operasyonuna geçilecekti.
Halkı yanıltmak mı yoksa planı açık etmek mi: Rasim Ozan Kütahyalı neden ofsayta düştü?
Bu hızlı taktik değişikliğini yakalayamayan istibdad propagandisti Rasim Ozan Kütahyalı, bir gece önceden CHP’ye kayyım atanacağını haber veren paylaşımı dolayısıyla adeta ofsayta düştü. İstibdad medyasında yerden yere vurulmakla kalmadı, derhal hakkında soruşturma başlatılarak gözaltına alındı. Kütahyalı, Türk Ceza Kanunu’nda “istibdadın gizli planlarını zamansız şekilde açık etmek” gibi bir suç olmadığından “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” ile suçlanmıştı. Ancak yaptığı paylaşımda söyledikleri önemli. Kütahyalı paylaşımında kayyım atama kararının olacağını haber veriyor ve Hikmet Çetin ismini ortaya atıyordu. Ayrıca şunları ekliyordu: “Muhtemel bir ayaklanma ihtimaline karşı İstanbul’dan Ankara’ya çok sayıda güvenlik güçleri sevk edildi. Ankara’da tüm güvenlik güçleri izinleri iptal edildi. Yarın Ankara, çok uzun bir güne hazırlanıyor.”
Hikmet Çetin ismi önemli. Sadece CHP içinde değil genel olarak Türkiye siyasetinde NATO’nun ve ABD’nin mutemet ismi olan Hikmet Çetin’in düşünülmesi, operasyona karşı dışarıdan gelebilecek tepkileri yatıştırmaktan da öte bizzat operasyonun ABD ile koordinasyon içinde planlandığını düşündürüyor. Yine de paylaşımın bu kısmı son derece spekülatif. “Bir ayaklanma ihtimali” ise oldukça gerçekçi bir mülahaza. İstibdad cephesi eğer sonunda CHP bölünecekse ve tarafların ayrı ayrı istibdad cephesiyle masaya oturması sağlanacaksa (Özgür Özel’in kitleler Saraçhane’de eylemdeyken İBB’ye kayyım atanmayacak şekilde yargı kararının çıkması için masaya oturtulması gibi) olası bir kitlesel eylemlilik sürecini de polis gücüne ek olarak CHP işbirliği ile bastırabileceğini düşünmektedir.
Ancak istibdad 19 Mart sonrasındaki kitlesel eylemlilik sürecinden ders çıkarmıştır. İstibdad polis gücüyle meydanları ve sokakları kontrol edebilse de bu süreçten istediği siyasi sonuçları devşirememiştir. Eylemlerin yarattığı siyasi atmosfer içinde CHP bölüneceği yerde Özgür Özel, 6 Nisan’da partiyi Olağanüstü Genel Kurul’a götürüp güvenoyu almıştır. Bu deneyim ortada iken Kütahyalı’nın bahsettiği karar verilmiş olsaydı, Hikmet Çetin partiyi 45 gün içinde olağanüstü kongreye götürecekti ve bu kongrede 6 Nisan’dakinden farklı bir sonuç çıkması beklenemezdi. Kayyıma cevap verme motivasyonunun hâkim olması kaçınılmaz olan bu olağanüstü kongrede Kılıçdaroğlu’nun aday olarak çıkması, hezimete uğraması anlamına gelecekti.
Kılıçdaroğlu’nu seçim yükünden kurtaran formül: Mutlak butlan
İstibdad cephesi bu durumu gördüğü için taktik değiştirdi. Kılıçdaroğlu’nu herhangi bir seçim olmadan CHP’nin başına geçirecek formül icat edildi. Bu formülün adı “mutlak butlan” oldu. Yani Özgür Özel ve ekibinin seçildiği 4-5 Kasım 2023 tarihli 38. Olağan Kurultay’ın iptal edilmesi ve hiç yapılmamış kabul edilmesi. Böylece CHP’nin Genel Başkan dahil tüm kurullarının 3 Kasım 2023 tarihine döndürülmesi. Bu formül Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel Başkanı olmasına siyasi meşruiyet sağlamasa da bunu bir fiilî durum haline getiriyor. “Böyle bir iktidar operasyonuna karşı Kılıçdaroğlu bunu kabul etmez” diyenler var. Ortada Kılıçdaroğlu’na sorulacak ve Kılıçdaroğlu’nun da reddedebileceği bir konu yok. Mahkeme “mutlak butlan” kararı aldıktan sonra Kılıçdaroğlu resmen CHP Genel Başkanı olmuş olacak, parti meclisi ve disiplin kurulları da eski haline dönecek.
Peki, Kılıçdaroğlu resmen göreve gelse de fiilen partiyi yönetebilecek mi? Özgür Özel bu olasılığa “Atatürk’ün partisine seçim olmadan gelecek adamın 2 milyon üyemiz alnını karışlar” diyerek cevap vermiştir. CHP kamuoyu Kılıçdaroğlu’ndan olası bir “mutlak butlan” kararına karşı tutum almasını ve bu şekilde göreve gelmeyeceğini açıklamasını beklemiştir. Ancak Kılıçdaroğlu cephesi tam tersi mesajlar vermeye devam etti. Nevşin Mengü’nün bir haberi işleri iyice kızıştırdı. Bu habere göre davanın savcısı Kılıçdaroğlu’nu çağırmış ve eğer kurultayda şaibe yoktur derse davayı kapatacağını söylemişti. Kılıçdaroğlu da böyle bir ifade vermeyi reddetmişti. Bu haber üzerine Kılıçdaroğlu’nu şeytanlaştıran bir kampanya başladı. CHP kamuoyunda çok geniş bir kesim Kılıçdaroğlu’nu AKP ile işbirliği yapmakla, istibdadın güdümlü yargısı eliyle CHP’nin başına geçmeye çalışmakla suçluyordu. Kılıçdaroğlu cephesinin bu suçlamaları boşa çıkarması çok kolay olurdu. Ama yapmadı. Hâlâ da yapmış değil.
Kılıçdaroğlu, Özel-İmamoğlu ekibini kendi silahıyla vuracak: “AKP’ye hizmet eden sizsiniz!”
Peki, nasıl oluyor da Kılıçdaroğlu apaçık istibdadın yargısı eliyle CHP’nin başına geçebileceğini, yeniden CHP Genel Başkanı olmasına meşruiyet sağlayabileceğini düşünüyor? Bu sorunun cevabını da Kılıçdaroğlu cephesinin propaganda faaliyetlerinde görüyoruz. Bir süre önce TGRT’de düzenli program yapmaya başlayan Barış Yarkadaş sürekli yaptığı açıklamalarla ana doğrultuyu ortaya koyuyor. Tabii ki ana argüman 2023 kurultayının şaibeli olması. Bu konuda pavyonda yapılan delege pazarlıkları, zarf içinde verilen dolarlarla delege satın almalar gibi mahkemeye yansıyan mide bulandırıcı ifadeler söz konusu. Bu iddialar mide bulandırıcı olsa da tek başına Kılıçdaroğlu’na siyasi meşruiyet kazandırmıyor. Dolayısıyla Kılıçdaroğlu cephesinden çok daha belirleyici başka bir hamle geliyor. Bu hamle Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanlığı adaylığı sırasında, tam da seçim kampanyası devam ederken Ekrem İmamoğlu ekibinin yeni bir parti kurma girişimine başlaması ve Kılıçdaroğlu’nu sabote ettiğinin ifşa edilmesi. Barış Yarkadaş bu doğrultuda TGRT’de bu toplantının Fenerbahçe’de bir CHP’linin evinin kameriyesinde yapıldığını, Ekrem İmamoğlu’nun ad ve soyadının baş harflerinden müteşekkil Ekim Partisi ismi için 2,5 milyon dolara isim haklarının satın alındığını açıkladı. Yani Kılıçdaroğlu kendisine AKP ile işbirliği yaptığı iddiasıyla hücum edenlere aynı ile mukabele etmeye hazırlanıyor: “Esas AKP ile işbirliği yapan, beni sabote eden ve Erdoğan’ın kazanmasını sağlayan sizsiniz!”
Kılıçdaroğlu cephesinin bu argümanının pek ikna edici olmayacağı belli. Ama zaten mesele CHP’lileri ikna etmek değil çünkü Kılıçdaroğlu yeniden CHP’nin başına herhangi bir oylama ile geçmeyecek. Bu durumda kendi eylemine meşruiyet sağlamasının tek yolu karşı tarafı gayrimeşru ilan etmek olacak. Peki, Özgür Özel daha önce söylediği gibi Kılıçdaroğlu’nun alnını karışlamak için onu partililerle birlikte Genel Merkez merdivenlerinde beklerse ne olur? Kavga çıkar! Özgür Özel, meşru yönetim biziz dese de aldığı hiçbir karar resmî ve yasal geçerlilik kazanamaz. Mahkeme kararına rağmen partiyi yönetemez. Kılıçdaroğlu’nun Genel Başkanlığı’nda onun parti meclisi ve en önemlisi de onun Merkez Disiplin Kurulu’nun aldığı kararlar resmî ve yasal geçerlilik kazanır. Kavganın boyutuna ve biçimine bağlı olarak pek çok önde gelen CHP’linin ihracı dahi söz konusu olabilir. Bu durumda parti önce fiilen sonra da resmen bölünecektir.
Özgür Özel coştukça coşuyor ama düzene meydan okurken bile ben düzenin adamıyım diye bağırıyor
Plan budur. Bu planın önüne geçebilecek tek seçenek Özgür Özel’in Kılıçdaroğlu’nu 30 Haziran’da alınması muhtemel “mutlak butlan” kararı sonrasında resmen Genel Başkan olsa da fiilen Özgür Özel’le birlikte partiyi kongreye götürmesini sağlayacak bir kamuoyu baskısı oluşturmaktır. Özgür Özel bunun için gaza basmaktadır. Şaşırtıcı derecede açıklamalarını sertleştirmekte ve sıklıkla sokak eylemlerini işaret etmektedir. Hatta bir aşamada Akın Gürlek’e hitaben “bir daha dağılmamak üzere” toplanırız diyerek adeta meydan okumuştur. Arka plandaki CHP içi çatışmaları görmeden Özgür Özel’in bu yükselişlerine heyecanlanan sosyalistleri görünce insanın içi sızlıyor. Oysa meydan okurken bile ağzından kaçırıyor gerçeği. Her seferinde “kitleyi topladığım gibi ben dağıttım” diyor. Düzene meydan okurken bile ben düzenin adamıyım diye bağırıyor. Özgür Özel’in yükselen sesini, arkasındaki halk desteğine bağlayanlar yanılırlar.
Arkasından bir rüzgâr estiği ve Özgür Özel’in bu desteği kullanmak istediği doğru. Ama Özgür Özel de giderek elindeki kozları ve inisiyatifi kaybediyor. Örneğin Özgür Özel son CHP grup toplantısında Ekrem İmamoğlu’nun etrafında bir Cumhurbaşkanlığı Aday Ofisi’ni kurduğunu açıklaması iki türlü yorumlanabilir. Birinci yorum Erdoğan’ın “İmamoğlu’nu bırak tekrar normalleşelim” çağrısına rest çeken iddialı bir çıkış olduğu şeklindedir. Bu yorum doğru olsa bile söz konusu Cumhurbaşkanı Aday Ofisi’nin sadece bir siyasi çıkış olarak kalmamış olması Özgür Özel’in, aslında Şubat ayında kurulmuş olan bu ofis etrafında, üç kişilik yürütmesi dahi atanmış olan, CHP mekanlarını ve örgütlerini kullanan ama CHP dışını da içine alan bir örgütsel mekanizma tasvir etmesi dikkate değerdir. İnisiyatifi kaybetmekte olduğunu gören Özgür Özel, belli ki CHP yönetimini kaptırdığı durumda önce paralel bir örgütlenmenin ya da yeni kurulacak bir Ekrem İmamoğlu partisinin altyapısını oluşturmaktadır.
İmamoğlu için hangisi daha gerçekçi olacak: Özgür Özel’le saraya çıkmak mı, Kılıçdaroğlu ile Silivri’den çıkmak mı?
İnisiyatifin elden kaçmakta olduğunu en yakından görenlerden biri de pekâlâ Ekrem İmamoğlu olabilir. Kılıçdaroğlu ile Silivri’de yaptığı görüşmeden sızan haberler çok ilginç. İmamoğlu hapiste iken istibdad rejimiyle el ele yürüyen Kılıçdaroğlu’nun kendisini anlatmasını beklersiniz değil mi? Tam tersine İmamoğlu alttan almış, Kılıçdaroğlu’na yapılan iftiralara çok üzüldüğünü ve bunlarla hiçbir ilgisi olmadığını izah etmeye çalışmış. Görüşmenin bu içeriği iki cephe tarafından da doğrulanıyor. Kim bilir, belki de İmamoğlu Özgür Özel’le birlikte Cumhurbaşkanlığı hayallerindense Kemal Kılıçdaroğlu ile birlikte Silivri’den çıkma ihtimalini çok daha gerçekçi bulmaya başlamış. Özgür Özel’in Cumhurbaşkanı Adaylık Ofisi böylesi bir kaçış kapısını kapatmanın adımı olarak da okunabilir. Devlet Bahçeli’nin sık sık Erdoğan’a yaptığı “bırakamazsın” çıkışları gibi…
Her halükârda tamamen samimi şekilde hürriyet özlemiyle ve memleket sevdasıyla harekete eden ve Özgür Özel’e umut bağlayıp, Ekrem İmamoğlu’nun uğradığı haksızlığa karşı sokağa dökülen ama bu kişilerin düzenin adamları, CHP’nin de bir düzen partisi olduğunu unutanlar büyük ve yeni bir hayal kırıklığı daha yaşayacaklar. Kılıçdaroğlu böyle bir hamle yaparsa “2 milyon CHP’li alnını karışlar” diye zannedenler kuvvetle muhtemelen Özgür Özel’in geri adımlarıyla ve İmamoğlu’nun teskin edici açıklamalarıyla karşılaşacaklar. Öyle olmayacağını varsaysak bile arkasına istibdad rejimini almış Kılıçdaroğlu, kendine istibdad rejimine hizmet etmekle suçladığı Özgür Özel’lerden, pavyon siyasetçilerinden, rüşvetçilerden CHP’yi kurtarma misyonu atfederek sonuna kadar gidecek. İstibdad rejimiyle tam bir paralellik ve hatta koordinasyon içinde hareket eden Kılıçdaroğlu’nun giderek prestijini daha da yitirdiğini ve eninde sonunda partiyi çoğunluğa teslim edeceğini düşünmek safdillik olur. Böyle düşünenler Kılıçdaroğlu bu hamlesinde kuvvetle muhtemel yanına Mansur Yavaş’ı da aldığında durumun nasıl hızla değişeceğini hesaba katmak zorundadır. Bugün halk desteği ve siyasi prestij açısından Özgür Özel’in çok gerisinde olan Kılıçdaroğlu’nun Mansur Yavaşla birlikte dengeyi değiştirebileceği, en azından bunu umduğu açıktır. Hele ki İmamoğlu, istibdadın baskısı altında, tutsaklık koşullarında adım adım pasif bir konuma çekilirse… İmamoğlu olmadan bir Ekrem İmamoğlu partisi Abdullah Gül’ün girmediği Babacan-Davutoğlu girişimi gibi bölünüp marjinalize olma tehlikesi yaşayacaktır. Özgür Özel’in ya da başka bir liderin yeni bir partiyle, bir dönem Erdal İnönü’nün SHP’sinin ya da Bülent Ecevit’in DSP’sinin yaptığı gibi CHP’nin kapladığı alanı tek başına domine edeceğini varsaymak aşırı iyimserlik olur.
CHP’den kopun! CHP’nin buhranı hürriyet mücadelesinin buhranına dönüşmesin!
Sonuçta gelişmeleri zaman gösterecek. Peki, kavgayı kimin kazanacağının bir önemi var mı? Her halükârda mevcut iktidarın en kırılgan olduğu anda erken seçim değil CHP’nin seçimi tartışılmaya başlanacak. Yani yine istibdada en kritik anda en kritik hizmeti düzen partisi CHP sunmuş olacak. Erdoğan’a en kırılgan en zayıf olduğu anda erken seçimi değil normalleşmeyi/yumuşamayı hediye eden Özgür Özel’di. Şimdi de Kemal Kılıçdaroğlu Erdoğan’a aynı hizmeti sunuyor. Devrimci İşçi Partisi olarak CHP’yi desteklemediğimiz için, Kılıçdaroğlu’na oy vermediğimiz için politikamızın Erdoğan’ın işine geldiğini söyleyenler çok oldu. Peki, şimdi ne oluyor? Oy vermemek AKP’ye hizmet etmektir denen Kılıçdaroğlu AKP’ye hizmet ediyor. Şimdi Erdoğan’ın karşısında tek seçenek olarak gösterilen Ekrem İmamoğlu için ise Kılıçdaroğlu aynısını söylüyor. Tüm bunlar, Kılıçdaroğlu’na oy çağrısı yapmamamızın, “bu Özgür Özel’e, Ekrem İmamoğlu’na güvenmeyin, CHP’den kopun” dememizin haklılığını kanıtlar nitelikte.
Ekmeleddin’den bugünlere CHP, istibdada karşı hürriyet mücadelesinin bir bileşeni ya da gücü değil haini ve katilidir. Her yeni gelişme bu gerçeği bir kez daha kanıtlıyor. Ama şu da bir gerçek ki gücünü işçi sınıfından alan, düzen siyasetinden bağımsız bir siyasi odak inşa edemediğimiz sürece Temel’in fıkrasında olduğu gibi yerdeki muz kabuğuna bakıp “yine basıp düşeceğiz” diyeceğiz.