Nedir bu hakemlerden çektiğimiz?

Bu millet kimseden çekmemiştir hakemlerden çektiği kadar. Hangi takımı tutarsanız tutun mutlaka hakemler canınızı yakmıştır. Ofsayttan gol olur, penaltı verilmez, kırmızı kart çıkmaz hemen hakem eyyamcı olmakla, satılmış olmakla suçlanır. Son dönemde falanca takımın formasıyla çekilmiş çocukluk fotoğraflarından eski maçlardaki sicillerine kadar her şeyin futbol hakemlerinin aleyhine delil olarak kullanıldığına tanık olduk.

Ortada somut kanıt olmayınca iddialar spekülasyon olarak kalıyor. Zira hakemleri tarafsız bir üst kuruluş olan futbol federasyonu atıyor. Sonrasında iş biraz da vicdana ve ahlaka kalıyor. Bir düşünsenize dört müsabaka hakeminden ikisini ev sahibi takımın, birini deplasman takımının, dördüncü hakemi de deplasman takımının önerdiği isimler arasından yine ev sahibi takımın seçtiğini… Olmaz tabii. Ayıp olur, haksızlık olur, alenen şike olur.

Ama oluyor. Yeşil sahalarda değil ama kamu emekçilerinin toplu sözleşmelerinde tam da bu oluyor. Hükümet kamu emekçilerinin grev hakkını tanımıyor. Kamu emekçisi eğer grev hakkını kullanma olanağına sahip değilse toplu pazarlıkta elinde hiçbir koz kalmıyor. Yasaya göre uyuşmazlık çıktığında sözleşme hakem kuruluna gidiyor. Bu hakem kurulu 11 üyeden oluşuyor. Başında Sayıştay Başkanı var. Dört üye hükümet tarafından doğrudan atanıyor. Bunlar da maliye, hazine, kalkınma bakanlıklarının müsteşarlarından seçiliyor. Kamu emekçisi sendikalarından dört üye var. Ama bunlardan ikisi hükümetin memur kolu gibi çalışan Memur-Sen’den… İki tane de akademisyenlerden var. Birini hükümet belirliyor. Diğeri ise sendikaların önerdiği isimler arasından yine hükümet tarafından seçiliyor.

Maçın sonucu baştan belli değil mi? Hükümet herkesin bildiği en adi pazarlık yöntemiyle yüzde 3+3’le başladı. Tepkiler yükseldiğinde ve grev başladığında ise son olarak 3,5+4’e geldi. Yarım puanı da hakemler iyice figüran konumuna düşmesin diye kurula bıraktı. Sonuç ilk yıl 4+4, ikinci yıl 3+3… Masaya getirilen sosyal haklar, iş güvencesi konuları, taşeron çalıştırma, ek ödemeler zaten tek taraflı gündem dışı bırakıldı.

Güya hükümet milletin menfaatlerini düşünmüş, maaş zammının bedelini halk ödeyecekmiş. Öncelikle zaten resmi enflasyon oranının altında zam vermişsin. Tüm ekonomistler enflasyonun artacağında birleşiyor. Bunları geçiyoruz. Doğalgaza yüzde 34, kömüre yüzde 26, akaryakıta yüzde 24, elektriğe yüzde 19 zam yapmışsın. Zaten vereceğin 3 kuruş zammı peşinen tahsil etmişsin. Ama aynı dönemde kurumlar vergisinde getirilen muafiyetlerle holdinglerin verdiği vergileri yarı yarıya azaltmışsın. Yani emekçiden almış patrona aktarmışsın. Bu çark aynen dönsün istiyorsun.

Hükümet karar versin. Çıkıyor muyuz? Batıyor muyuz? Propaganda yaparken büyüdük büyüyoruz diyorsun memura işçiye gelince “Yunanistan gibi mi olalım” diyorsun. Aslında krizin kapıya dayandığını en iyi hükümet görüyor. Bu yüzden de krize hazırlık için tahkimat yapıyor. Tek bir programı var: Yunanistan’ın krizden sonra yaptığını Türkiye’de krizden önce yapmak, işçiye emekçiye kemer sıktırmak. Toplu sözleşme adı altındaki danışıklı dövüşün anlamı budur. Bu bir sınıf saldırısıdır.

Havacılık sektöründe grev yasağı da aynı sınıfsal saldırının parçasıdır. THY işçileri grev yasağı geldiği anda sonlarının kamu emekçileri gibi olacağını görüyorlar. Ellerindeki grev kozu alınınca onlar da hükümetin ve hakemlerin insafına kalacaklar. Bu yüzden güçlerini gösterdiler, işi durdurdular. İşten atılan arkadaşlarına da her gün eylem yaparak sahip çıkıyorlar.

Lenin, Devlet ve Devrim kitabında devletin sınıflar arasında bir hakem değil, Marksist teorinin ifade ettiği gibi hâkim sınıfın emekçi sınıfları ezmek üzere kullandığı bir aygıt olduğunu göstermiştir. Bu gerçek şimdi tüm çıplaklığıyla emekçi sınıfların gözleri önündedir. Grevin yasaklanması grev yapmanın olanaksız olduğu anlamına gelmez. İşçi sınıfı, elindeki avucundakinin çalınarak patronlara verilmesine sessiz kalamaz, kalmayacaktır da.

Kamu emekçileri bir günlük protesto grevinin ötesine geçen süresiz grevlere hazırlık yapmak zorundadır. Tüm işçi sınıfı THY’yi bir mevzi olarak görüp sahip çıkmalıdır. Çünkü sermayenin AKP hükümeti eliyle yürüttüğü sınıf saldırısı bu mevzileri aşarsa tüm işçi sınıfının üzerinden silindir gibi geçmek için daha da fazla yüklenecektir. İşçi sınıfı rakibi de hakemleri de birlikte yenmek üzere hazırlığını yapmak zorundadır.

 

Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Haziran 2012 tarihli 32. sayısında yayınlanmıştır.