Eğitim Sen Genel Kurulu: Mücadele rengi değil ilkesizlik rengi
Eğitim-Sen Genel Kurulu 13-15 Mayıs tarihleri arasında Ankara’da yapıldı. 2005 yılında kapatılma baskısı altında tüzükten çıkarılan anadilinde eğitim maddesi yeniden oybirliği ile tüzüğe eklendi. Genel Kurul’da ayrıca 150’ye yakın tüzük maddesi değişikliği tartışıldı. Yeni yönetim DEMEP’ten (Yurtseverler) üç, DSD’den (ÖDP) iki, DKÇ’den (Halkevleri) bir ve Sendikal Birlik (Mustafa Ecevit’in başını çektiği CHP’liler) bir kişi ile oluşturuldu. Aşağıda KESK içinde örgütlü olan Sınıf İçin Sendika platformunun değerlendirmesini yayınlıyoruz.
Genel Kurul’a rengini veren üç başlıkta da (anadilinde eğitim, tüzük değişiklikleri ve yeni yönetimin oluşumu) sürece ilkesiz tutumlar damgasını vurdu.
“Biz yaptık oldu”
Anadilinde eğitim maddesi tüm delegelerin mutabakatıyla ve oybirliği ile yeniden tüzüğe eklendi. 2005’te tüzük değişikliği ne kadar yanlış idiyse bugün de bu maddeyi yeniden kabul etmek o kadar doğruydu. Ancak bu noktada ilginç olan 2005’te anadilinde eğitimi tüzükten çıkarmak için yoğun bir çaba içerisinde olan, sendika tabanından gelen tepkileri bastırmakta çekince duymayan DSD ve DEMEP’in hiçbir özeleştiri yapma gereği duymadan muzaffer bir edaya bürünmesiydi. Eğer bugün anadilinde eğitim maddesini tüzüğe yeniden koymak bir zafer ise geçmişte bu maddeyi çıkartmak bir yenilgi değil midir? Peki bile bile bu yenilgiyi sendikaya yaşatanların en azından tatmin edici bir açıklama yapması gerekmez miydi? Tüm bu sorular muhatapları ilkeli sendikacılar olsaydı anlamlı olurdu, ancak tüm bir Genel Kurul pratiği bu tür beklentilerin beyhude olduğunu göstermiştir. “Biz yaptık oldu” anlayışının 2005’te de bugün de sendikaya büyük zararlar verdiği ve gelecekte de zarar vermeye devam edeceği ortadadır.
“Söz yetki karar iktidar bana!”
DSD ve DEMEP arasındaki ittifak Genel Kurul’a damga vurmuş ve baştan sona belirleyici olmuştur. Ancak DSD ve DEMEP bu ittifakın, delege çoğunluğunu sağlamak dışında hangi sendikal ve siyasal anlayışlar çerçevesinde oluştuğunu açıklama zahmetine bile girmemişlerdir. Kaldı ki bu ittifakın siyasal arka planını oluşturan ÖDP ve BDP’nin yaklaşan genel seçimlerde ortak bir tutum geliştirmemiş olması da manidardır. BDP’nin şube kongrelerinden başlayarak seçimlerde beraber Blok oluşturduğu EMEP ve Sosyalist Yeniden Kuruluş’u (SYK) göz ardı etmesinin açıklaması, ÖDP ile kurduğu ittifakın delege hesabına dayalı bir pragmatizmden ibaret olmasıdır. ÖDP’nin BDP’yle yakınlaşması ise nedense Newroz meydanlarında, referandum boykotunda, seçim süreçlerinde ya da sokaklarda değil de, kongre kulislerinde gerçekleşmektedir. DSD’lilerin kongre salonunda sürekli haykırdığı “yaşasın devrimci dayanışma” sloganının içi boştur. Ortada yararcı-pragmatik bir dayanışmanın bir adım ötesi bile yoktur.
Bu ilkesiz ittifakın diğer kanadını ise CHP oluşturmuştur. CHP’nin yönetimde yer alması ilkesiz ittifakın ortak görüşü olmuş ancak tartışma CHP’li Sendikal Birlik’in hangi kanadının yönetime alınacağında çıkmıştır. Bu tartışma kongreye Sendikal Birlik’in çakması mı gerçeği mi tartışmalarının seviyesizliği şeklinde yansımıştır.
Nihayet Emek Hareketi’nin (EMEP) yönetimde kendilerine ayrılan bir kişilik kontenjanı kabul etmemesiyle tüm bu süreç boyunca ilkesiz ittifakın sessiz-pasif destekçisi DKÇ (Halkevleri) yönetimden bir koltuk kapmıştır. Bu vesile ile DKÇ tarafından sürekli yepyeni bir şeymiş gibi sunulan Toplumsal Hareket Sendikacılığı’nın da pratikte nasıl bir şey olduğunu bir kez daha görmüş olduk.
Bu süreçte Emek Hareketi’nin sürece muhalefet ederken kendisinin sendikanın ana renklerinden birisi olduğunu vurgulaması, yönetim pazarlıklarının eleştirisine ağırlık vermesi ve delege nezdinde muhalif bir oluşum için çaba göstermemesi ilkesiz ittifakın önünü açan bir gelişme olmuştur. Oysa sendikamızın ihtiyacı işyerlerine dayalı mücadeleci bir sendikal anlayışın grup ayrımları gözetmeksizin alternatif bir güç olarak şekillendirilmesidir.
“Eğitim-Sen’de AKP manzaraları”
Anadilinde eğitim maddesinin ardından 150’ye yakın tüzük değişikliğinin oylanacağının öğrenilmesi delegasyonda adeta bir şok etkisi yarattı. Çünkü bazı yasal zorunluluklar dışında kalan ve sendikanın örgütsel yapısını belirleyen tüzük değişiklikleri delegasyonun bilgisine önceden sunulmamıştı. Böylece delegelerin ve şubelerdeki üyelerin bu önergeler hakkında düşünme ve tartışma hakları gasp edilmiş oluyordu. Delege çoğunluğunu elde eden DSD-DEMEP ittifakı bu çoğunluğa dayanarak sendikanın anayasası konumunda olan tüzüğü istediği gibi değiştirme hakkını kendinde görüyordu.
Anayasa tartışmalarında AKP’yi kendi çoğunluğuna dayanarak hareket etmekle suçlayan ÖDP ve BDP’nin, sendikada DSD-DEMEP ittifakı ile tamı tamına aynı tutumu sergilemesi eşine az rastlanır bir tutarsızlık örneği olmuştur. Ancak sorun burada da kalmamıştır. Çoğunluk olmasına güvenen ilkesiz ittifak, tüzük tartışmalarını bir tiyatroya çevirmiştir. İlkesiz ittifak delegelerinin önemli bir kısmı saatin ilerlemesiyle salonu terk etmiş ya da kuliste sohbete ya da bahçede sigara içmeye dalmıştır. Salonda kalan bir avuç delege ise doğru dürüst ve anlaşılır biçimde okunma gereği bile duyulmayan önergeler için şeflerin talimatıyla parmaklarını indirip kaldırmaya başlamıştır.
Bu durum birçok delege tarafından eleştirilmiş ve tüzük değişikliklerinin bir tüzük kurultayı ile yapılması önerilmiştir. Ancak bu öneriler kabul edilmemiş, tiyatro sürmüştür. Daha sonra hazırladığımız bir önerge ile Divan, sendika tüzüğünün, açık bir biçimde tüzük değişikliklerinde delege tam sayısının salt çoğunluğunu şart koşan 61. maddesini uygulamaya davet edilmiştir. Divan önce ayak diremiş ancak sonra sayım yapma kararı alınmıştır. Salonda yeterli delegenin olmayışı ilkesiz ittifakta bir panik havası yaratmış ve bilinçli şekilde gerilim tırmandırılmıştır. Oylamayı kameraya almaya çalışan bir delege tehdit edilmiştir. Daha sonra bizlerin toplam 150-160 arasında saydığı oylar divan tarafından 267 olarak açıklanınca haklı olarak itiraz edilmiştir. İlkesiz ittifakın itiraza cevabı delegelerin üzerine yürüyüp hakaret ederek kavga çıkarmak olmuştur. Açıkça oylamaya itiraz edildiği halde yeniden sayım şiddet yoluyla yaptırılmamıştır. Bu sendikamız açısından utanç konusudur. Tüm tüzük değişikliklerinin meşruiyetine gölge düşmüştür. Başta fiilen saldırıyı gerçekleştiren DEMEP’liler ve onların destekçiliğini yapan DSD’liler bu utancı sendikamıza yaşatmışlardır. Özellikle DSD söyleminde sık sık tekrarladığı sendikayı nasıl ve hangi yöntemlerle yeniden kuracağını pratikte göstermiştir.
Zor bir dönem
Eğitim-Sen Genel Kurulu’nda yaşanan gerginlik şube kongrelerinden ve işyeri delege seçimlerinden başlamış ve bugünlere gelinmiştir. Bu süreç yaşanırken grupçu çıkarlarını öne alanlar sendikanın ihtiyaçlarını göz ardı etmekten, tabandaki en çalışkan unsurları dışlamaktan çekinmemiştir. Korkarız ki aynı anlayışın yönetim düzeyine taşınması sendikamızda tamiri çok zor olacak kan kayıplarına yol açabilir.
Bir diğer tehlike sendika yönetiminin siyasal bileşiminin AKP karşıtı muhalefeti Anayasa tartışmaları çerçevesinde düzen sınırları içine çekecek ve CHP’nin peşine takacak bir özellik sergilemesidir. BDP’nin ulusalcı olmakla eleştirdiği grupları bağrına basmasının ve bu birliğin harcında CHP ve ÖDP olmasının anlamı burada yatmaktadır. Eğitim-Sen Türk ve Kürt emekçilerini düzen partilerinden bağımsız bir Üçüncü Cephe’de birleştirmelidir. CHP’ye yöneliş burjuvazinin Batıcı-laik kanadına yedeklenmenin yolunu açacaktır.
Elbette ki gördüğümüz yanlışları ve ilkesizlikleri eleştireceğiz. Sorumluları mahkûm edeceğiz. Ancak tüm bu yaşananlardan sonra sendikamıza ve ilkelerimize daha sıkı sarılmanın bir zorunluluk olarak karşımızda durduğunu görmeliyiz. Sendikamıza değil, bürokratik anlayışlara, grupçuluğa ve ilkesiz ittifaklara sırtımızı dönmeliyiz. Genel Kurul’da tartışma konusu olan ana renk ara renk tartışması yanıtını pratikte bulacaktır. Sınıf İçin sendika isteyenler ilkesizliğin karasına bulanmış sendikamıza işyerlerinden yola çıkarak yeniden mücadelenin rengini vermek için çalışacaktır.
SINIF İÇİN SENDİKA