Aleviler nefsi müdafaada, tüm emekçi halk dayanışmaya

Çok açıkça Aleviler AKP hükümetinin yönettiği bir Türkiye’de kendilerini güvende hissetmemektedir. Böyle bir ortamda cem evi ve camiyi aynı mekânda buluşturacak ve Gülen cemaati tarafından finanse edilen bir projenin kardeşlik olarak değil Sünnileştirme projesi olarak değerlendirilmesi ve tepki görmesi doğaldır. 

Ortadoğu’da mezhepçilik kan dökmeye devam ediyor. Suriye’de Beşar Esad’ın büyük yoksulluk ve eşitsizliklere yol açan neoliberal politikalarına karşı mülksüzlerin isyanı Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar eliyle bir mezhep boğazlaşmasına dönüştürüldü. Emperyalizm ve Siyonizm de bu boğazlaşmanın kışkırtılmasını aktif biçimde destekledi. ABD ve İsrail’in şer odağı olarak tanımladığı İran ve Suriye’yi mezhepçilik aracılığı ile tecrit etmeyi amaçladı.Nitekim İran ve Suriye, hatta Lübnan Hizbullah’ı Arap halklarının Sünni inanca sahip kesiminin gözünde Filistin davasının mali ve askeri destekçileri olmaktan çıkarılarak mezhep savaşının tarafı haline getirildi. Şimdi Suriye’de emperyalizmin savaş makinesi mezhep savaşının aktif bir tarafı olarak devreye sokuluyor.

Türkiye sadece Ortadoğu’da mezhep savaşının tarafı değil. AKP hükümeti iç politikada da mezhepçiliği temel bir yöntem ve çizgi olarak benimsiyor. Türkiye Suriye’deki savaşın içine mezhepçi muhalif grupları mali, lojistik ve askeri yönden destekleyerek girmişti. Reyhanlı’daki patlamalar sonrasında Erdoğan’ın yaptığı “53 Sünni vatandaşımız şehit oldu” açıklaması AKP hükümetinin mezhepçi siyasetinin bir yansımasıydı. Egemen Bağış’ın, Hüseyin Çelik’in ve bizzat Erdoğan’ın sürekli Kılıçdaroğlu’nun Alevi olması dolayısıyla Esad’a yakınlık gösterdiğini iddia etmesi Ortadoğu’daki mezhep kutuplaşmasını Türkiye içine taşımanın bilinçli çabaları olarak öne çıktı. Yapılması planlanan üçüncü köprüye Alevi halkın hafızasında katliam ile özdeşleşmiş olan Yavuz Sultan Selim’in adının verilmesimezhepçiliğin sembolik ama çarpıcı örneklerinden biriydi. Erdoğan, “en iyi Alevi benim” dediğinde bile Alevilere Sünni inançlarını dayatan, cem evlerini ibadethane olarak kabul etmeyen ve Alevileri camide ibadet etmeye zorlayan yaklaşımıyla aba altından sopa gösteriyordu.

Tüm bu gelişmeler Alevilerde haklı bir nefsi müdafaa refleksi geliştirmiştir. Çok açıkça Aleviler AKP hükümetinin yönettiği bir Türkiye’de kendilerini güvende hissetmemektedir. Aleviler Gezi Parkı ile başlayan halk isyanına yaşam tarzlarını ya da temel hak ve hürriyetleri savunmanın ötesinde varlık yokluk mücadelesi olarak katılmıştır. Bu halk isyanının şehitlerinin dördünün Alevi olması tesadüf değildir.Böyle bir ortamda cem evi ve camiyi aynı mekânda buluşturacak ve Gülen cemaati tarafından finanse edilen bir projenin kardeşlik olarak değil Sünnileştirme projesi olarak değerlendirilmesi ve tepki görmesi doğaldır. Halkın tepkisine polis terörüyle karşılık verilmesi, Suriye’de kimyasal silahlar tartışılırken, kimyasal gazlar ve kimyasal katılmış tazyikli sularla yapılan saldırılar Alevilerin tüm kaygılarını pekiştirmektedir.

CHP ve Mustafa Sarıgül de bu olayda suçüstü yakalanmışlardır. İzzettin Doğan’ın Alevilerin asimilasyonuna onay veren politikalarının ürünü olan bu girişime Sarıgül Şişli Belediyesi’nin otobüsleriyle insan taşımıştır. CHP milletvekili Sinan Aygün de Çalışma Bakanı Faruk Çelik ile birlikte temel atma törenine katılmıştır! Alevilerin ezilen bir din topluluğu olarak özgürleşmesinin bu insanlardan beklenemeyeceği bir kez daha ortaya çıkmıştır.

Bugün Aleviler nefsi müdafaa yapmaktadırlar. Yani hayatlarını, inançlarını ve varlıklarını korumaya çalışmaktadırlar. Uzunca bir süredir AKP tarafından Türkiye’de Alevi-Sünni çatışmasının kışkırtılmak istendiğine dair ortaya atılan iddialar, AKP hükümetinin mezhepçi politikasının suçunu başkalarına atmak içindir. Bugün mezhepçiliğin ceremesini çeken devlet dairesinde, çalışma hayatında, askerlikte ve yaşamın her alanında ayrımcılıkla boğuşan Alevilerdir. Dersim’den Maraş’a, Çorum’dan Sivas’a Alevi katliamları hafızalardadır. Suriye’de mezhepçi katliamlara girişen ve bu katliamları filme çekerek internetten yayınlamakta beis görmeyen çetelerin AKP hükümeti tarafından destekleniyor oluşu, Alevilerin halk isyanında verdikleri şehitleri daha başlangıç olarak görmelerine yol açmaktadır.

Mezhepçilik, bir avuç sömürücü azınlığın temsilcisi AKP hükümetinin sadece savaş politikasının değil işçi sınıfına saldırı politikasını da desteklemektedir. Patronlar, yaklaşan krizde büyük işten çıkarmalara hazırlanıyor, AKP hükümeti de kıdem tazminatı hakkı başta olmak üzere her türlü işçi sınıfı kazanımını kaldırmak için çalışmalarını sürdürüyor. Bu sınıf saldırısının karşısında işçi sınıfını ne kadar bölebilirlerse o kadar başarılı olacaklarını düşünüyorlar. Milliyetçiliğin yanı sıra mezhepçiliği de işçi sınıfını bölmek için kullanacaklar. İşçi hakları için mücadele eden sendikalara ve işçilere “onlar solcu, Alevi” diye kötüleyerek işçileri ya örgütsüzlüğe itiyorlar ya da Hak-İş, Memur-Sen gibi işbirlikçi sendikalara yöneltiyorlar.

İşçi sınıfı, Alevilere yönelen baskılara karşı sessiz kalamaz. Kendi saflarının bölünmesine izin veremez. AKP hükümetinin, yerli patronların, emperyalistlerin ve Siyonistlerin oyunlarını bozması gereken de bu oyunları bozacak güce sahip olan da işçi sınıfıdır. AKP’nin sahte çoğunluğu mezhepçiliğe dayanmaktadır. İşçi ve emekçi kardeşliği kan emici sömürücü azınlığa karşı yüzde 99’u birleştirecek ortak paydadır. Bu kardeşliğin gereği, nefsi müdafaa içinde olan ezilen Alevi halkıyla dayanışmayı yükseltmektir.