DİP Bildirisi: Kürt halkının kafasını ezdirme, hesap sor!
Bir haftadır devletin kuşatması altında direnen Cizre’de yaşananlar, Erdoğan’ın savaşı ve bu savaşa karşı direnişi tüm yönleriyle yansıtan bir örnek ve bu savaşın düğüm noktasıdır. Bu kuşatma Kürt halkının ezilmesiyle sonuçlanırsa, bu Türk ve Kürt tüm işçi ve emekçileri ezecek bir sermaye saldırısını başlatacaktır. Bu kuşatma yarılırsa, sadece Kürt halkı için değil, Türk ve Kürt tüm işçi ve emekçiler için barışa, eşitliğe ve özgürlüğe giden yolun kapısı aralanacaktır.
Büyük Türkiye projesinin (sözde “çözüm süreci”nin) iflası
Cizre’deki kuşatma ve savaşın temelinde sömürgeci emellerle yürütülen sözde çözüm sürecinin fiyaskosu yatmaktadır. Kürt petrollerinden yararlanma, sömürgeci emellerle Güney’e de el atma ve tüm bunları yaparken Türkiye’nin Kürtlerinin desteklediği siyasi hareketi tasfiye etme politikası çökmüştür. Kürt hareketini tasfiye etmeye çalışan Erdoğan ve AKP, kendisinin tasfiye olduğunu görmeye başlar başlamaz savaş kartını oynamıştır.
Cizre’de tamamen meşruiyetten yoksun biçimde ilan edilen sokağa çıkma yasağı bir kuşatma halini alırken sivillerin, çocukların katledildiği, halkın temel ihtiyaçlarından yoksun bırakıldığı bir katliam provasına dönüşürken, Başbakan Davutoğlu çıkıp televizyon kameralarının önünde AKP’nin oylarının yükselmekte olduğundan bahsetmektedir. Erdoğan’ın, Dağlıca’nın ardından ve Cizre kuşatması henüz başındayken, söylediği “400 milletvekili olsaydı böyle olmazdı” sözleri de aynı paraleldedir.
Erdoğan’ın savaşı her şeyden önce bir ikbal savaşıdır, Erdoğan’ın kendini başkan yaptırma, AKP’yi iktidarda tutma, yolsuzluk ve savaş suçlarının hesabını vermekten kurtulma savaşıdır. Bu savaşı çıkaranlar, sandıkta AKP oylarının yükselmesini, halkın savaştan bıkıp “şu ateş sönsün de Erdoğan ne yaparsa yapsın” demesini istiyor. Bir ölçüde bu amaçlarına da ulaşıyorlar. Kılıçdaroğlu’nun “terörü bitir 400 milletvekilini ben tamamlayacağım” sözleri bu ruh halinin tipik bir örneği. Erdoğan, kan ve savaşla hem halkı hem de siyaseti rehin almıştır.
Terör yok, savaş var
Cizre’de terör yoktur. Bir savaş vardır. Devletin kendi topraklarını fethetme savaşı verdiği, kendi halkına saldırdığı bir savaş söz konusudur. Bu savaşta gaz bombası, plastik mermi, tazyikli su çoktan geçilmiştir. Devlet, halkın üzerine kurşunla, tanklarla, havan toplarıyla gelmektedir. Hükümet yetkilileri açıklamalar yapıyor. “Örgüt halkı kalkan olarak kullanıyor” diyorlar. Oysa Cizre’den gelen tüm haberler bir örgütün silahlı mücadelesinin ötesinde halkın topyekûn direnişine işaret ediyor. Halk, genciyle, yaşlısıyla, çocuğuyla ölümüne direnmektedir. Ölmekte ama yine direnmektedir. Sokağa çıkmayı bırakın balkona, camın önüne bile çıkmanın cezasının kurşunla verildiği bir ilçede halk sokaklarda yürüyüş yaparak protesto düzenlemektedir. Bu özellikleri ancak sömürgeciliğe karşı direnen halkların savaşlarında görebilirsiniz.
İktidar halkın kafasını ezmeye çalışıyor
Barış ve kardeşlik adına söyledikleri her şeyin ikiyüzlü yalanlar olduğu apaçık ortaya çıkmıştır. Erdoğan’ın gizli savaş aygıtına dönüşen polis teşkilatının özel kuvvetleri, sadece örgütlü unsurları değil, tüm halkı sindirmek üzere harekete geçmiştir. Şantiyede yere yatırdığı savunmasız insanlara “Türk’ün gücünü” gösteren zavallı Özel Harekât polisinin tavrının münferit olmadığı, aynı özel kuvvetlerin başka yerlerde yaptığından belli: Varto’da öldürdükleri kadın gerillanın çıplak bedenini teşhir etmeleri, Silvan’da sağlık ocağını basıp tekbir getirerek ve havaya ateş ederek DAİŞ tipi kutlamalar yapmaları, Cizre’de polis hoparlöründen “hepiniz Ermenisiniz” diyerek halkı kışkırtmaları hep bunu gösteriyor. Bunlar, İçişleri Bakanı Selami Altınok’un “şedit biçimde kafalarını ezeceğiz” sözlerinde cisimleşen resmi politikanın tezahürüdür. Tüm bunlar sömürgeci savaşın özelliklerindendir: Sadece silahlı unsurlarla savaş değil, halkın kendisine, onuruna saldırmak ve tümüyle bir halkın direnişinin kırılmasına ve ezilmesine yönelmek!
Bu savaş patronların da savaşıdır
Erdoğan’ın ikbal savaşı, iki yıl içinde Gezi ile başlayan halk isyanı, 6-12 Ekim Kobani serhildanı ve on binlerce işçinin katıldığı fiili metal grevleri gibi büyük mücadeleler görmüş bir ülkede gerçekleşmektedir. Bu mücadelelerin birleşmesi, eşitlik ve özgürlük yönünde büyük atılımlara vesile olacağı gibi Erdoğan’ın ve çıkarlarını temsil ettiği sömürücü sınıfların da korkulu rüyasıdır. Bu savaş, Erdoğan’ın ikbali için olduğu kadar, patronların da desteklediği biçimde Türk ve Kürt emekçileri bölmeyi hedeflemektedir. Bu anlamıyla aynı zamanda patronların da savaşıdır. Kürd'e karşı verilen savaşta hep işçinin, köylünün, yoksul esnafın çocuğu ölüyor. Patronların çocuklarının “bedelli” ayrıcalığı var!
Bu savaş emperyalizmin de savaşıdır
Erdoğan’ın ikbal savaşı, ABD’nin İncirlik’teki operasyon kabiliyetini arttırdığı, PKK’yi Kuzey Irak ve Türkiye sınırlarından ABD ile YPG’nin koordineli hareket ettiği Rojava’ya doğru ittiği, Türkiye’yi emperyalizmin ve Siyonizm’in dümen suyuna girmek durumunda bıraktığı ölçüde emperyalizmin de savaşıdır. ABD’nin “meşru müdafaa” söylemiyle Erdoğan’ın savaşına destek vermesi de Cizre’de bir haftayı bulan kuşatma ile ilgili herhangi bir açıklama yapmazken, Doğan grubuna yapılan saldırıları kınaması da bundandır. ABD emperyalizmi ve Siyonistler için Türk ve Kürt gençlerinin canlarının zerre kadar değeri yoktur; onlar, savaşın yıkımı arttıkça tarafların kendilerine yaklaşacağını, bu kanlı zemin üzerinde kendi çıkarlarını gerçekleştireceklerini düşünerek bu savaştan nemalanmaktadır.
Yılgınlık yok, direniş var!
Erdoğan ve AKP iktidarı Türkiye’ye bir kâbus yaşatıyor. Ancak bu kâbustan uyanıp gerçekleri görmenin zamanıdır. Savaş bu iktidar için bir askeri fiyaskodur. Kendi şehirlerini kuşatan, devletin almaya gidemediği asker cenazesini sırtlayıp taşıyan halka tankla topla saldıran, sadece suçlarını değil sefaletini de gizleme telaşıyla hükümetin bakanlarını ve milletvekillerini Cizre’ye sokmamak için çırpınan bir iktidar tablosuyla karşı karşıyayız.
Ancak sadece kara bir tabloyla karşı karşıya değiliz. Her şeyden önce tarihe geçecek bir halk mücadelesine tanık oluyoruz. Bu mücadeleye ve direnişe hakkını vermeliyiz. Bu sadece Kürtlerin mücadelesi değildir. Bu topraklar sadece iki yıl içinde 81 ile yayılan ve çok geniş kesimleri bir araya getiren bir Gezi isyanı yaşamıştır. On binlerce metal işçisinin bir iki ay arayla yükselen mücadelesini, unutulmaya yüz tutmuş grev silahını kullandığını, emekçiye umut olduğunu görmüştür. Belki tüm bu mücadeleler birleşmiş değildir. Hatta bu mücadeleleri yapanlar birbirinin karşısında da durabiliyor. Bunlar doğru. Ancak bir yandan da iktidarıyla, MHP’siyle, Ülkü, Osmanlı, Alperen Ocaklarıyla topyekûn yüklenen ırkçılığın ve faşizmin aslında o kadar da etkili olamadığı görülmelidir. Çünkü her ne kadar yaşananlara milliyetçi tepkiler gösterse de, Gezi’yi yapan halk, metal grevlerini yapan işçiler, ırkçı ve faşist kışkırtmalarla kardeşini katledecek bilinçsiz güruhlar değildir artık.
Erdoğan ve AKP sapır sapır dökülüyor
Diğer bir gerçek ülkeye kâbus yaşatanların, Erdoğan’ın ve onun iktidarının sapır sapır dökülmekte olduğudur. Davutoğlu’nun oylarımız artıyor demesi, mezarlıktan geçerken ıslık çalmaya benziyor. Halkın çoğunluğu, en çok da ölen askerlerin aileleri, bu savaşın kimin savaşı olduğunu görüyor. Görmekle kalmıyor, gerçeği haykırıyor, savaşın sahiplerinin yüzüne çarpıyor. Erdoğan ve adamları cenazelere gidemez oldu. Gittiğinde de son polis cenazesinde olduğu gibi, durumu kurtarma maksadıyla önden yer kapma telaşı içinde zavallı hallerini ifşa etmekten başka bir şey yapamıyorlar. Asker ailelerini önce Alevilikle, sonra teröristlikle, en son olarak da karaktersizlikle itham eden Erdoğan ve iktidarının geldiği son nokta, asker ailesini tutuklatmaktı. Ama en son noktayı “ Başbakanım bana da ceza verin“ diye haykıran polis eşi koydu. Bu tablo ikbal için yürütülen bir savaşın çöküşünün tablosudur.
AKP kongreye parça parça gidiyor. Ahmet Davutoğlu-Binali Yıldırım çekişmesi, arkadan Abdullah Gül’ü parlatma çabaları, eski AKP’lilerin ayyuka çıkan yakınmaları, Erdoğan’ın çevresinde sadece saray soytarılarının kalmaya başlaması yakında artık kırılan kolların yen içinde kalamayacağı bir krize işaret ediyor.
90’lı yıllarda kontrgerillanın sesi olarak yayınlanan gazeteler bugün muhalefet ediyor. Hatta Hürriyet örneğinde olduğu gibi terörist olmakla suçlanıyor ve AKP’lilerin saldırısına uğruyor. Gazeteciler susturuluyor, tehdit ediliyor, yabancı olanlar sınır dışı ediliyor. Burjuvazinin iç savaşının yansımaları bunlar. Doğan Medya grubunun savaşta yeri belli; bu açıdan bugünün Doğan’ı hala 90’ların Doğan’ı ama aynı zamanda sermayenin Batıcı-laik, TÜSİAD kanadının artık Erdoğan’ı istemediği de ortada. MÜSİAD bile Erdoğan giderse “beraberinde bizi de götürürler, biz de ayrıcalıklarımızdan oluruz” diye tedirgin. Bu yüzden AKP-CHP koalisyonunu desteklediler. ABD, has adamlarını (Kemal Kılıçdaroğlu ve Abdullah Gül’ün başını çektiği, Fethullah Gülen’in de içinde yer aldığı, “Amerikan muhalefeti” olarak adlandırdığımız eksen) oyuna sokmak için fırsat kolluyor. Bir yandan bu savaştan nemalanan sermaye ve ABD, bir yandan da savaştaki yenilginin faturasını Erdoğan’a kesmeye, ya dişleri çekilmiş ve kenara itilmiş bir Erdoğan’la ya da Erdoğan’sız bir şekilde yürümeye hazırlanıyor.
Erdoğan ve AKP: Türk ve Kürt halkına hesap vereceksiniz! Yargılanacaksınız!
Savaşın sahibi politik olarak yenilgiye uğratılmadıkça savaştan kurtulmanın, özgürlüğe kavuşmanın olanağı yoktur. Ancak eğer Erdoğan’ı ve iktidarını yenilgiye uğratan ABD ve sermaye olursa bunun bedelini yine Türk ve Kürt halkları öder. Seçimlerin hemen sonrasını hatırlayın. CHP başta olmak üzere burjuva muhalefeti Erdoğan ve AKP’nin yargılanması hedefinden hemen vazgeçti. Devri sabık yaratmayacağız dedi. Büyük sermaye tüm gücüyle AKP ile kurulacak bir koalisyon için bastırdı. Erdoğan’ı 17-25 Aralık’tan sonra düşmekten kurtaranlar da yine Mustafa Koç şahsında büyük sermaye idi. ABD emperyalizmi de kendisine hizmet ettiği ölçüde yolsuzluklarla ilgilenmiyor. TIR’larla silah taşıma işleri de müttefikler arasında halledilecek pürüzler. İncirlik açılır açılmaz nasıl yan yana geldikleri ortada.
Sermayenin ve ABD’nin zaman zaman muhalif sesler çıkartması kafaları karıştırmamalıdır. Sermayenin ve ABD emperyalizmin barışı sözde bir barış olur. Özünde yeni savaşlara hazırlık anlamını taşır. Barışı getirecek olan Gezi’nin isyanı, metal işçisinin grevi, Kürd'ün serhildanıdır. Mücadeleler içinde zorlu merhalelerden geçerek, savaşın esas müsebbiplerini devirerek, Türk ve Kürt emekçi halkının getireceği barış gerçek bir barış olacaktır. Bu barışı inşa etmenin ilk uğrağı kardeş Kürt halkının kafasını ezdirmemek için seferber olmaktır. Cizre’deki ve başka Kürt illerindeki ablukayı elbirliği ile kaldırmaktır. Unutulmamalıdır ki Kürt halkının kafasını ezmeye çalışanlar fabrikalarda ve atölyelerde işçi sınıfını ezenlerdir.
İşçilerin ve emekçilerin barışı, Erdoğan’ı ve yolsuzluklara, savaş suçlarına bulaşmış herkesi yargılayacaktır. Hepsinden hesap soracaktır. Bu barış, sömürgeci azınlığın çıkarlarına dayalı bir pamuk ipliğine bağlı olmayacak, Türk ve Kürt emekçilerinin emperyalizme ve kapitalizme karşı ortak çıkarlarına dayalı sağlam bir temel üzerine inşa edilecektir.