Hürriyet yürüyüşü
Çatalca’da Polonez et fabrikasında o gece… İşçiler fabrikanın kapılarına yatmış ve zincirlerle birbirine kenetlenmiş. Polisle müzakere yapılıyor. İşçiler patron bizimle görüşsün diyor. Polis müdürü talebi fabrika yönetimine iletiyor. Daha sonra işçilere gelip diyor ki: “Ne yapayım adam görüşmüyor boğazını mı sıkayım!” O gece şafak sökerken yine bir polis komiserinin “sinire baskı yap” talimatı eşliğinde balyoz timinin izbandutları kadın işçilerin boğazını sıkıyor…
Çoğu kadın 146 işçi Anayasa’nın 51. Maddesiyle kendisine verilmiş hakkı kullanarak sendika üyesi olduğu için işten atılmış. Yetmemiş üstlerine hırsızlık ve yüz kızartıcı suç iftirası atılmış. Yetmemiş yerlerine ne idüğü belirsiz, hijyen eğitimi dahi almamış, gündelikçi, kaçak işçiler çalıştırılıyor. İşçiler bu yasadışı ve gayrimeşru duruma karşı haklı ve meşru tepkilerini gösteriyor. İşçiler daha önce yaptığı eylemler sonucunda Çalışma Bakanlığı müfettişlerini fabrikaya getirtmiş. Patronun, sendikal sebeple toplu işten çıkartma yaptığı resmi raporla tescillenmiş. Aynı resmi raporlarda fabrikaya idari para cezası kesilmesi ve yöneticiler hakkında TCK 118. Madde yani sendikal hakların kullanılmasını engelleme dolayısıyla savcılığa suç duyurusunda bulunulması istenmiş. Ama patron Anayasa, yasa, hak, hukuk tanımamaya devam etmiş. Ve devletin polisi tüm bu suçları işleyen patrona değil işçilere müdahale etmeye gelmiş. Hem de ne gelmek! Adeta ikinci Plevne kuşatması!
Daha önce bu oturma eylemlerine birkaç defa polis saldırısı olmuş. İşçiler yılmamış. Ama ders çıkarmış. Bu sefer bizi kolay kolay birbirimizden ayıramasınlar diye herkes birbirine zincirlerle bağlanmış. Çare mi? Demir makası diye bir şeyin olduğu yerde çare değil tabii. Ama sonuçta bu bir kararlılık gösterisi. Biz de oradayız. Zincirler dandik olsa da dayanışmamız sağlam, zincirleri kenetleyen asma kilitler ucuz olsa da bizi birbirimize kenetleyen yoldaşlık en hakikisinden!
Fabrikanın ön kapısında Yunus başkan, arka kapıda Suat başkan “kalkmam” diyor. İşçiler disiplinli, işçiler kararlı… Yılgınlık yok direniş var! İşçiler tek bir şartla kalkacak. Patron görüşmeyi kabul etsin. Bir masa etrafında konuşulsun. Ne kadar doğal ne kadar yumuşak ne kadar medeni bir teklif? Bakın işçiler “patron taleplerimizi kabul etsin” bile demiyor, “patron bizimle görüşsün” diyor! Polis görüşme talebini fabrika yönetimine iletiyor. Reddediliyor. Suç işleyen patron. Görüşmeyerek işi yokuşa süren patron. Patron suç işliyor diye rapor tutanlar müfettişler. Patrona bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler diyen, işçinin boğazını sıkan devlet. Patrona ülkenin yasalarını uygulatamayan ama işçilerin Anayasal yürüyüş hakkını çiğneyen, polisiyle işçileri tarlarda kovalayan devlet. İstibdad!
İşte tüm bunlardan sonra boğazı sıkılan Polonez işçileri nefes almak için direnişi büyütüyor. İşte tüm bunlardan sonra ekmeğinden edilen Polonez işçileri hür iradeleriyle yemeyi reddediyor. İşte tüm bu yaşananlardan sonra hürriyet için kendini zincirleyen Polonez işçileri memleketin zincirlerini kırmak için “Anayasal hak yürüyüşü”ne çıkıyor.
Bu yürüyüş sapla samanı, doğruyla yalanı, hayatın gerçeği ile demagojiyi birbirinden ayırıyor. Siyasetin dilinde bir Anayasa tartışması sürüp gidiyor. Anayasa’nın değiştirilemez, değiştirilmesi teklif edilemez ilk üç maddesi var. Bir de gerçeğe bakalım! Anayasa’nın değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez olan 2. Maddesindeki toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı, demokratik, laik, sosyal, hukuk devleti nitelikleri her gün yabancı ve yerli sermaye tarafından yok sayılıyor. Değiştirilemezmiş! Hadi oradan! “Ankara’nın şişmanı” lakaplı işçi düşmanı, Anayasa’yı bir kere delmekle bir şey olmaz demişti. Aynı yoldan gidiyor günümüzdeki muadilleri. 2. Maddede dururlar mı? Tabii ki sendika hürriyetini sözde güvence altına alan 51. Madde; barışçıl eylem, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına dair 34. Madde de fiilen yürürlükten kaldırılmış durumda. Biliyor musunuz Anayasa’nın bir de 55. Maddesi var: Ücrette adalet sağlanması. Diyor ki “Devlet, çalışanların yaptıkları işe uygun adaletli bir ücret elde etmeleri ve diğer sosyal yardımlardan yararlanmaları için gerekli tedbirleri alır.” Açıkhava hapishanesine dönüştürülen Polonez fabrikasının önünde, Çatalca Adliyesi önünde Ankara yürüyüşünün önüne dikilen polis barikatlarında, açlık grevindeki işçiler fenalaştığında ambülansların bile alana alınmamasında görüyoruz o tedbirleri!
Milletin çoğunluğunu oluşturan işçi ve emekçiler için yeni bir Anayasa ihtiyacı falan yok. İşçi sınıfının isyanı, mevcut Anayasa’nın dahi uygulanmadığı, sermayenin ve emperyalizmin orman kanunlarının hüküm sürdüğü mevcut düzene! Orman kanunlarıyla yönetilmeyi, insan onuruna aykırı muameleyi, sömürüyü ve zulmü reddeden herkesin yeri Anayasal hakları için yürüyen, iş, aş ve hürriyet için direnen işçilerin yanıdır. Tartışmanın değil, yürümenin ve direnmenin zamanıdır!