Askerleri geri çekin, Suriye topraklarından çıkın!
İdlib’de bulunan Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarına 27 Şubat gecesi yapılan ağır hava saldırılarının ardından, Türkiye’nin Suriye ve Rusya ile ilan edilmemiş bir savaş içerisinde olduğu tüm açıklığı ile görülmüştür. En az 36 askerin ölümüyle birlikte bütün toplum, iktidarın Türkiye’yi Suriye’de ne tür bir bataklığın içine sürüklemiş olduğunu kavramıştır.
Gizli diplomasiye, gizli pazarlıklara, gizli oturuma hayır!
Bu savaşa kim, nerede ve ne zaman karar vermiştir? Halk, Erdoğan’ın AKP grup toplantısında yaptığı açıklama ile Suriye ile Şubat sonunda belirli koşullar altında savaşa girme kararı alındığını duymuştur. Oysa savaş yetkisi meclisindir. Her alanda tüm yetkileri tekelinde toplayan Cumhurbaşkanı yetkilerini aşarak Türkiye’yi fiilen savaşa sokmuş ama savaşın acı sonuçları karşısında halkı bilgilendirme sorumluluğunu Hatay Valisi’nin üzerine atmıştır. Daha sonrasında halk, Türkiye’nin gelişmeler karşısında nasıl bir yol izleyeceğini bu konuda resmi hiçbir yetki ve sorumluluğu olmayan AKP sözcüsü Ömer Çelik’ten dinlemiştir.
Tüm bunlar ortadayken muhalefet partilerinin mecliste “kapalı” oturum istemesi de kabul edilemez. Hayır! Tam tersine yaşananlar açık bir toplantıda tartışılmalıdır. Halkın canını, refahını, geleceğini ilgilendiren kararlar halktan gizlenerek alınamaz. Askeri gizlilik bir gerekçe olamaz. Savaş kararı askeri değil siyasi bir karardır.
Bu savaş neden yapılıyor?
Bu savaş, kimin çıkarına ve hangi amaçla yürütülmektedir? AKP hükümetinin Suriye politikasının Türkiye’nin güvenliği ile değil, başka bir ülkenin topraklarıyla, Rabiacılığın Sünni Arap dünyası üzerinde hâkimiyet kurma iddiasıyla ilgili olduğu besbellidir. Suriye politikası bunun doruğu olmuştur. Şam’a girip Emevi Camii’nde namaz kılma özlemini bilmeyen mi kalmıştır? Yandaş basının sabah akşam “Ortadoğu’da yeniden paylaşım başladı, biz de payımızı almalıyız” fikrini pompaladığı bir sır mı? Orduyu Afrin’e yollarken, “Kızıl Elma” diyen bir cumhurbaşkanı başka ne demek istiyor olabilir? Bu savaş, Beştepe adına yapılan açıklamada söylendiği gibi “Türkiye’nin hukukunu ve menfaatlerini korumak için” değil, Ortadoğu’da yayılma amacıyla veriliyor. Türkiye, bu politikayı terk etmeli, ilk iş olarak da İdlib’deki bütün birlikler geri çekilmelidir.
Halkın güvenliği sınır ötesine asker göndererek değil sınırın içindeki emperyalistleri temizleyerek sağlanır!
“Türkiye’nin güvenliği sınırların ötesinden başlar” diyorlar. Oysa Türkiye’nin emekçi halkı için en büyük güvenlik tehdidi olan ABD emperyalizminin ve NATO’nun üsleri sınırların ötesinde değil içindedir. 15 Temmuz’da bu üslerden kalkan tanker uçaklar, meclisi bombalayan F-16 uçaklarına yakıt nakli yapmıştır. Emekçi halka ve işçi sınıfının önderlerine yönelik sayısız katliama imza atan kontrgerillayı kuran ve besleyip büyüten aynı ABD ve NATO’dur.
Bugün Türkiye, Suriye ve Rusya ile fiili bir savaş içerisine girmiştir ama bu savaşa giden yolun taşlarını döşeyen Amerikan emperyalizmi ve NATO olmuştur. Konuşmasında Suriye’yi düşman ilan eden AKP sözcüsü Ömer Çelik “bu saldırı NATO’ya yapılmıştır” diyerek kimi dost olarak gördüğünü ve Türk askerinin orada kimin adına bulunduğunu da açıklamıştır. ABD Suriye özel temsilcisi James Jeffrey’in Türkçe söylediği “sahada şehidimiz var” sözleriyle Türkiye kamuoyunu ABD’nin savaşını vermek için hazırlama çabası içinde olduğu şimdi çok daha net olarak görülmektedir. “Astana’nın fişini çekme zamanı geldi” diyen James Jeffrey tek bir Amerikan askerinin burnu kanamadan amacına ulaşmış durumdadır. NATO’ya yapılan başvurular, ABD’nin kapısını aşındırarak sunulan Patriot ricaları en hafif tabirle utanç vericidir. ABD ve NATO Türkiye için bir güvenlik şemsiyesi değildir. Bizatihi baş güvenlik tehdididir. NATO’dan yardım talep etmenin değil derhal ayrılmanın zamanıdır ve İncirlik başta olmak üzere emperyalist üslerin kapatılması gerekir. Türkiye’nin tekelci sermayesinin petrol ve pazar açlığı, emperyalist sermayenin yatırım ve yardımını çekme çabası, Sünni dünyanın liderlik mücadelesine odaklanan Rabiacı hayaller yerine emekçi halkın işini, aşını, güvenliğini ve selametini hedefleyen için başka bir yol yoktur.
Tekfircileri himaye politikasına son!
Genel Suriye politikasının dışında, en dar anlamda İdlib politikasının da savunulması mümkün değildir. İktidar ve yandaş medya Eylül 2018 Soçi mutabakatını kast ederek “uluslararası anlaşma çiğneniyor” gerekçesini ileri sürüyor. Soçi mutabakatı, bölgenin “terörist” olarak tanımlanan unsurlardan temizlenmesini öngörüyor, bu görevi de Türkiye üstleniyordu. O zamandan bu yana El Kaide tekfirciliğinin uzantısı Heyet Tahrir üş Şam, İdlib’in esas hâkim gücü haline gelmiştir. Yani anlaşma yükümlülüklerini yerine getirmeyen asıl Türkiye olmuştur.
Tekfirciler, Ahmet Davutoğlu’nun DAİŞ (IŞİD) için en başta söylediği gibi “öfkeli gençler” değildir. Tekfirci akımın esas düşmanı diğer Müslümanlardır. Kendisi gibi yaşamayı seçmeyenin kafasını keser, kadını hapseder, köle yapar, çocuğu şartlandırır. Bu akım sadece Suriye için değil Türkiye’nin halkı için de bir tehdittir. İktidar, tekfirci akımları himaye politikasından vazgeçmelidir.
Bölge halkları kardeşimiz, emperyalizm düşmanımızdır!
Ülkemizdeki mülteciler bir siyasi koz değildir, kardeşlerimizdir. Elbette Avrupa da bu insanların yaşadığı mağduriyetlerin giderilmesinde sorumluluk üstlenmek zorundadır. Ancak bunun için Avrupa’nın emperyalist liderleri ile vaktiyle Davutoğlu’nun dediği gibi “Kayseri pazarlığı” yapmak, zulme ortak olmaktır. Mülteciler üzerinden yürütülen kirli diplomasiye derhal son verilmelidir. Halkların kardeşliği ve dayanışması için çağrımız Avrupalı sınıf kardeşlerimizedir, mücadelemiz enternasyonal dayanışmanın her türlü şovenizme, ırkçılığa ve yabancı düşmanlığına galebe çalması içindir.
Türkiye’nin emekçi halkı hâkim sınıfların ve AKP iktidarının kendisine dayattığı “milli çıkar”, dost ve düşman tanımlarını reddetmelidir. Petrol hırsı sermayenin çıkarınadır. Örneğin Irak dünyanın en büyük rezervlerine sahip üçüncü ülkedir ama emekçi halkı açlıkla boğuşuyor, su, elektrik, sağlık hizmeti yokluğuyla kıvranıyor, 1 Ekim’den bu yana ayağa kalkmış mücadele ediyor. Bizim başkasının toprağında, doğal kaynaklarında, zenginliklerinde gözümüz olamaz. Tüm komşu halklarla dost ve kardeş olmalıyız. Bu dostluğun gereği başka bir ulusun toprağında o ulusun iradesi hilafına bulunan askerlerin koşulsuz olarak geri çekilmesidir. Bu, yenilginin kabul edilmesi değildir tam tersine emperyalist zilletin reddedilmesidir. Bu, mücadeleden vazgeçmek değildir. Emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı büyük, haklı ve erdemli bir mücadele için seferber olmanın gereğidir.
Bu savaşta ve her savaşta evlatlarını toprağa veren hep işçi, emekçi, köylü, yoksul, gariban oluyor. Gerisi ya bedellidir ya da iltimas görür. Emekçi halkın büyük çoğunluğu bu yüzden bu savaşa razı değildir ve iktidarın Suriye politikasını desteklememektedir. Cephede can veren emekçi halkın değil parayı elinde tutan sermayenin iradesiyle ve boynunda emperyalist zincirle girilen bir savaş haklı olamaz! Böyle bir savaşın sonucu ne olursa olsun emekçi halk için zafer çıkmaz!
Askerleri İdlib kapanından çekin!
36 askerin babalarının mesleklerini açıklayın!
Mülteci ve göçmenler politik silah değildir! Vanayı açıp kapama politikasına son!
Tekfirci akımları himaye politikasına son!
Emperyalistlerle bağlar kesilsin, Türkiye bölge halklarıyla kol kola girsin!
Türkiye NATO’dan çıksın, İncirlik ve Kürecik üsleri kapatılsın!
Ortadoğu halklarının kardeşliği ve birliği için ileri!