Yetmez ama roj baş
Biz liberallere, henüz Erdoğan’ın ve hiçbir AKP’linin tek kelime bile etmediği, Mutki’den, Elazığ’a aylardır her gün bir yenisi bulunan toplu mezarlara, sayıları şimdiden yüzleri bulan cesede iyi bakmalarını öneriyoruz. O mezarların toprakları ve çıkan “genç” insan kemikleri belki gözlerini açar!
“Acı gerçek, …‘bizi yükselten’ yalandan daha yararlıdır”
- V.İ.Lenin-
“Bir musibet bin nasihatten iyidir” diyor ya anasözü/atasözü. Bu söz liberallerin Erdoğan (ve dolayısıyla AKP) ile bugünlerde yaşadığı sahneler için söylenmiş gibi. Erdoğan’ın, burjuvazinin her türlü baskıcı, otoriter, yasakçı, İşçi/Kürt/Alevi/Devrimci/Farklı Etnik Unsur/Kadın/Gençlik/Aydın düşmanı karakterini bünyesinde taşıdığını, olumlu görünen her adımının arkasında göreceli olarak, bütün çelişkileriyle birlikte sermayenin ve emperyalizmin hesaplarının yattığını başından beri söylüyoruz, yazıyoruz. Bu yönüyle ancak, sermayeye biat eden herhangi bir siyasi figürün olabileceği kadar “demokrat” olduğunu anlatmaktan dilimizde tüy bitti. Bu durumu görmeyen, görmek istemeyen liberaller nihayet “gözlerini açtı.” Ama nasıl? Başbakan Erdoğan’ın Kars’taki insanlık anıtı için “Ucube” demesi ve alkol tüketimiyle ilgili kısıtlama getiren yönetmeliğe tepki gösterenlere “Aksırıncaya, tıksırıncaya kadar içiyorlar” ifadesini kullanması üzerine bugüne kadar AKP’ye sınırsız, koşulsuz destek veren liberaller pek “kırılmış”. Bakın bu kırılmayı Erdoğan’ın düne kadar liberal cephedeki bir numaralı yağdanlığı Ahmet Altan 15 Ocak tarihli “Erdoğan ve Kof Kabadayılık” başlıklı yazısında nasıl ifade ediyor: “(…) Başbakan Erdoğan, kendisini uyaran, yeniden ilerici, atılımcı, hakşinas, demokrat kişiliğine kavuşmasını isteyen herkesin 'ters yöne' girdiğine inanıyor (...) Biz eski yiğitliğini ve dürüstlüğünü özleyeceğiz (…) İnsanlar seni dürüstsün, cesursun, hakşinassın diye sevdiler. AKP'yi Türkiye'yi daha özgür, daha ileri bir ülke yapacak diye desteklediler.” Erdoğan, bu yazıya sadece iki gün sonra 50 bin liralık hakaret davası ile cevap verdi. Altan bu davaya da kızgınlığını 18 Ocak’ta şöyle dile getiriyor: “Tarihi değiştirmesini beklediğimiz, bu yolda çok da önemli adımlar atmış, savaşlar vermiş bir adamın bu hallere düştüğünü görmek üzüyor insanı. Hazreti Muhammed'in çok sevdiğim bir lafı vardır. ‘Utanmadıktan sonra dilediğini yap’ diyor. Başbakan'a tavsiyem, bu lafı yazdırıp başucuna asması”
Ahmet Altan’ın gerçekten yetenekli olduğunu teslim etmek ve kutlamak gerek. Bir kaç cümleye bu kadar çok yanlış sığdırmak hakikaten zor ve ciddi bir iş! Her şeye rağmen ara fazla açılmasın diye peygamberden alıntı yapmalar, “ne olur eski haline dön de, yine seni sevelim, eski güzel günlerimize dönelim” mealindeki yaranma mesajı da cabası!
Erdoğan’ın “ilericiliği”, “demokratlığı” ne imiş acaba? İşçi sınıfını ve bütün emekçileri topyekün sefalete, iş güvencesinden, sağlık sigortasından yoksun bırakan İş Yasası’nı, SSGSS’yi, henüz bugünlerde Torba Yasaları çıkaran “ilericilik” mi? Kürtleri, devrimcileri, sosyalistleri, onurlu aydınları, gazetecileri zindanlara tıkan Terörle Mücadele Yasası’nı çıkarırken, 2000’e yakın BDP’liyi tek bir delil olmadan iki yıldır zindanda tutan, 2010 yılı ile 2015 yılı arasında 40 bin 26 kişi kapasiteli 86 yeni cezaevi yapmayı planlayan, sadece 2010 yılında ve sadece Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde 23 bin 573 insan hakları ihlali yaşatan, geçen yıl Türkiye’yi 278 dava ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde en fazla mahkûm olan birinci ülke yapan“demokratlık” mı?
Peki ya “yiğitliği”? Tekel işçilerini biber gazı ve coplarla dağıttıran, üniversitelileri gençleri dövdüren, hamile kadınların çocuklarını düşürtecek kadar tekmeleten “yiğitlik” mi? Daha dün İsrail’e “One Minute” kabadayılığı yapıp, Tunus’ta, Mısır’da yüzlerce insanın (kendilerinin verdiği değerle “Müslümanın”) ölümüne karşı üç maymun rolünü oynayan, ya da Wikileaks belgeleriyle ayyuka çıkan CIA’nin “terör şüphelilerini” sorguladığı işkence uçaklarının 2002’den 2006’ya kadar Türkiye’nin hava sahasını yüzlerce kez kullanmış olduğunun ispatlanmasına karşı dut yemiş bülbüle dönen “yiğitlik” mi?
Ama kabul edelim ki Erdoğan gerçekten de “dürüst”? Referandum sürecinde “Önemli olan boy değil, önemli olan soy, soy!”, “Tek dil, tek ülke, tek bayrak tartışılmaz” diyerek ırkçılığını itiraf edecek kadar, 2006’da “Kadın da olsa, çocuk da olsa güvenlik güçleri gereğini yapacaktır” sözleriyle kadınları, çocukları hedef göstererek devlet şiddetini ve terörünü açıkça övecek kadar dürüst!
Biz liberallere, henüz Erdoğan’ın ve hiçbir AKP’linin tek kelime bile etmediği, Mutki’den, Elazığ’a aylardır her gün bir yenisi bulunan toplu mezarlara, sayıları şimdiden yüzleri bulan cesede iyi bakmalarını öneriyoruz. O mezarların toprakları ve çıkan “genç” insan kemikleri belki gözlerini açar!