Mehter marşıyla Amerikan seferi

ABD’nin bir yere gittiği yok! Tabii Ortadoğu halkları olarak onları “Yankee go home!” diyerek bu topraklardan kovmadıkça!

Trump’ın ABD askerlerini Suriye’den çekme kararı Erdoğan’la yaptığı telefon görüşmesinin ardından geldi. Türkiye’de bu karar iktidarda ve onu destekleyen milliyetçi çevrelerde son derece olumlu karşılandı. Bir süredir Erdoğan, Mınbiç ve Fırat’ın doğusuna yönelik askeri müdahaleye hazırlandıklarını açıklamaktaydı. Hatta birkaç gün içinde operasyonun başlayacağını duyurmuştu. Dolayısıyla gelişmeler bu politikayı destekleyen çevrelerde büyük bir başarı olarak ve kararlı duruşun ABD’ye geri adım attırması olarak yorumlandı. Ne var ki bu yorumlar gerçeği yansıtmıyor.

Amerikan çıkarlarında geri adım yok yönetimde çatlak var

ABD yönetiminin kendi iç çelişkileri dolayısıyla Trump’ın B ya da C planını kendi tercih ettiği bir zamanlama ile gündeme getirmesi söz konusu olmuştur. Trump’ın bu inisiyatifi Pentagon başta olmak üzere yönetim içinde tepkiyle karşılanmış, bu tepkiler Savunma Bakanı James Mattis ve Trump’ın DAİŞ karşıtı koalisyondaki özel temsilcisi Brett McGurk’un istifası ile doruk noktasına ulaşmıştır. Eğer ABD, Erdoğan’ın kararlı duruşu karşısında geri adım atmış olsaydı, Trump ve Erdoğan arasındaki mutabakatın ABD’nin bölgedeki plan ve çıkarlarına ters düşmesi gerekirdi. ABD bazı tavizler vermiş olmalıydı. Oysa durum böyle değil.

NATO koridoru

Fırat Kalkan ve Zeytin Dalı harekâtları ile birlikte TSK ve ÖSO’nun Suriye’deki etki alanını genişletmesi ABD’nin bölgede bir NATO koridoru oluşturma planıyla uyumlu idi. TSK ve ÖSO’nun Suriye’nin kuzeyindeki özellikle Arap ve Türkmen nüfusun ağırlıklı olarak bulunduğu başka bölgelere girmesi de yine NATO koridoru perspektifi dahilindedir.

Mattis istifa etti ama planı yürürlükte

ABD’nin PYD/YPG ve PKK’ye tam destek verdiği ve Türkiye’nin bastırmasıyla bundan geri adım attığı da doğru değildir.  Zaten ABD bir süredir PKK liderlerinin başına ödül koymuştur. PYD/YPG’yi PKK’den kopartmak en başta ABD’nin planları dahilindedir. “YPG ile PKK’yi savaştırabiliriz” sözü bugün Trump’ın kararını eleştirerek istifa eden James Mattis’e aittir. Mattis istifa etmişse de planı yürürlüktedir. ABD’nin çekilmesiyle birlikte Kürt siyasi ve askeri güçleri içindeki çatlakların derinleşmesi beklenebilir. Suudi Arabistan destekli aşiretlerin PYD ile ittifak halinde oldukları SDG’den uzaklaşmaya başlaması, Barzani’ye bağlı Rojava Peşmergelerinin bölgeye getirilmesi bu doğrultuda ve ABD’nin inisiyatifi dahilindeki gelişmelerdir.

Trump’ın taşeron ihalesi

Trump’ın sadece Ortadoğu’da değil genel olarak dış politikada en fazla öne çıkardığı unsurun ABD çıkarlarını koruma maliyetini müttefiklere (taşeronlara) yüklemek olduğu biliniyor. Trump Suriye ihalesinin askeri kısmını Türkiye’ye, mali kısmını da Suudi Arabistan’a vermek istediğini açık açık söylüyor. Erdoğan’la yaptığı mutabakatı da yine tam olarak bu bakış açısıyla savunmaktadır. Trump, “Erdoğan, DAİŞ’i temizleme işini üstlenebileceğine dair beni ikna etti” derken kastettiği Erdoğan’ın Amerikan çıkarlarını korumak üzere askeri, siyasi ve ekonomik maliyet üstlenmeye hazır olduğudur.

Astana’nın ipini çekmek

Nihayet ABD, bir yandan Türkiye’yi NATO koridoruna çekip bölgede Amerikan ve İsrail çıkarlarını korumak üzere kullanırken bir yandan da Astana sürecini baltalamak istemektedir. Gelişmelerin ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey’in çok tepki çeken “Astana’nın ipini çekme vakti geldi” açıklamasının ardından yaşanması dikkat çekicidir.

Erdoğan Amerikan askeri kalsın istiyor

Erdoğan hiçbir biçimde ABD’ye geri adım attırmış ya da ABD çıkarlarını tehdit ediyor değildir. Öyle ki Trump’ın çekilme kararının ardından Erdoğan, ABD’nin aceleci davranmaması için ısrarcı oldu. TSK ve ÖSO’nun Suriye’de girişeceği harekâtlar için lojistik destek talebinde bulundu. Zira ABD’nin hızlıca çekilmesi halinde oluşacak boşluğun Suriye ordusu ve ona bağlı güçler tarafından doldurulması, Erdoğan ve TSK yönetimi ile ABD’nin ortak kaygısıdır. 

Rusya ve Suriye gelişmelere kuşkuyla yaklaşıyor

Nitekim ABD ve Türkiye arasındaki yakınlaşma Rusya tarafından temkinli ve kuşkulu bir biçimde karşılanmış, Suriye hükümeti ise Trump-Erdoğan mutabakatı ile Türkiye’nin Suriye’ye askeri müdahale tehditlerini düşmanca bir girişim olarak nitelemiş, Suriye ordu birlikleri Mınbiç’in Batısında TSK ve ÖSO’ya karşı mevzilenirken Suriye’nin Kuzeyi’ndeki Kamışlı ilinde Esad yanlısı ve Erdoğan karşıtı mitingler düzenlenmiştir. Ardından PYD, Mınbiç şehir merkezinde de Suriye ordusunun konuşlanması için de Esad ile anlaşmış ve ordu Mınbiç’e girmiştir. Erdoğan, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ve MİT müsteşarı Hakan Fidan’ı Rusya’ya göndererek Rusya’nın kuşkularını gidermek ve PYD ile Esad arasında gelişmekte olan işbirliğini bozmak için yoğun bir diplomatik çaba içine girecek. Ancak sahada elle tutulur sonuçlar olmadan, özellikle Putin’in “istediğimiz gibi ilerlemiyor” dediği İdlib’te somut adımlar atılmadan Rusya’nın ikna edilmesi zor olacaktır.

Durum hızla bir çıkmaza sürüklenebilir

Erdoğan ve iktidarının medyası tarafından propaganda edilen başarı tablosunun altı boş olduğu gibi sahadaki gelişmeler gidişatı derhal ters bir istikamete çevirebilir. Şu ana kadar Erdoğan’ın lehine işleyen Amerikan yönetimindeki çatlak tam tersi sonuçlar da üretebilir. Nitekim Trump’ın çekilme kararına muhalefet eden Pentagon, Vaşington’da geri adım atmış gözükse de sahada atağa geçmiş durumdadır. ABD’nin başını çektiği koalisyon hava kuvvetlerinin yoğun ateş desteği altında SDG/YPG güçleri DAİŞ’in elinde kalan son mevzilere yönelik taarruz başlatmıştır. ABD, sırf Suriye’de bulunuşunu gerekçelendirmek amacıyla ikiyüzlüce bu bölgeyi temizleyecek bir harekâta girişmiyordu. Hatta Erdoğan bile bunu eleştirmekteydi. Gelinen aşamada Pentagon kendi elindeki kozu Erdoğan’a vermek istemediğini göstermiş durumda. İlerleme hızı, Trump’ın çekilme takviminden çok önce bu bölgelerin, DAİŞ’ten temizlenmiş olacağını gösteriyor. Trump ve Erdoğan arasındaki mutabakatın belkemiğini oluşturan söylemin Erdoğan’ın DAİŞ kalıntılarını temizlemek üzere teminat vermesi olduğu düşünülürse bu gelişme bir anda mutabakatı fiilen geçersiz hale getirebilir. 

ABD evine dönmüyor

Gelinen aşamada Suriye’den çekilme kararının aslında gerçek bir çekilme olmadığı da anlaşılıyor. Trump, Suriye’nin ardından Irak’tan da çekilmenin gündeme gelip gelmeyeceği sorusuna net bir şekilde hayır diyerek cevap verdi. Eğer Suriye’de bir şey yapmak isterlerse Irak’ı üs olarak kullanacaklarını da ekledi. Nitekim Irak’ın Güneybatısı’nda Suriye sınırında iki Amerikan üssü inşa ediliyor. İncirlik yerli yerinde duruyor ve bölgeye kan kusmaya devam ediyor. ABD, Kıbrıs’ta da üs elde etmek için bastırıyor. Yani ABD’nin bir yere gittiği yok! Tabii Ortadoğu halkları olarak onları “Yankee go home!” diyerek bu topraklardan kovmadıkça!

ABD Kürtleri değil kendi çıkarlarını korur

ABD’den koruma bekleyen Kürt hareketi ve bölgenin Kürt halkı, ABD’nin sadece ve sadece kendi çıkarlarını koruduğunu ve koruyacağını görmüş bulunuyor. Bu ilk değil son da olmayacak. ABD’den yüz çevirip, "biz kalıyoruz" diyen Suriye’nin eski sömürgeci gücü Fransız emperyalizmine kapılanmanın sonu da farklı olmayacaktır. O Fransa ki birkaç yıl öncesine kadar Türkiye’nin bölgede uçuşa yasak bir alan ve tampon bölge kurmasını destekleyen tek Batılı devlettir. Bizler, PYD, Tel Abyad’a Amerikan bayrağını çektiğinde “indirin iblisin bayrağını” diyerek tepkimizi göstermiş ve Kürt halkını uyarmıştık. Şimdi aynı Tel Abyad, bizzat ABD tarafından TSK ve ÖSO’ya Suriye’ye giriş güzergâhı olarak öneriliyor. Durum bu kadar açık iken ABD’nin çekilmemesi için imza toplamanın, lobi yapmanın ve bu girişimlere eşlik eder biçimde anti-emperyalist söylemleri ırkçılıkla, Kürt düşmanlığı ile yaftalamanın bir anlamı yoktur. Elbette ki tutarlı bir anti-emperyalizm, Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkı başta olmak üzere tüm haklı ve meşru taleplerini desteklemeyi gerektirir. Ancak bunu sağlamanın yolu, ABD’nin yanından anti-emperyalizme saldırmaktan değil, anti-emperyalist cepheyi bölen milliyetçiliğe karşı halkların kardeşliğini savunarak anti-emperyalist cepheyi genişletip sağlamlaştırmaktan geçer.

Kürdistan umacısı da vaadi de yalandır!

Türk milliyetçileri bir kez daha anti-emperyalizmi Kürt düşmanlığının sularında boğmaktadır. Dün ABD’ye karşı beka savaşından bahsedenler bugün, aynı ABD’yi alkışlamaktadır. Yıllarca ABD’nin bölgede stratejik olarak bir Kürdistan kurmak istediği yalanı ile Türk milliyetçilerinin zihinlerini kontrol ettiler. ABD, Kürdistan umacısıyla düğmeye bastığı anda milliyetçileri hizaya sokabiliyor. Şoven bir milliyetçilikle dumura uğratılmamış hiçbir zihin, Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkının, ABD’nin bölgedeki varlığından daha büyük bir tehdit olduğuna inanamaz.  Bu yalana Kürtlerden de çok geniş bir kesim inandırıldı. Biraz olsun tarih bilinci olan bir Kürdün ABD’ye ya da başka emperyalist güçlere bel bağlamasının bir gerekçesi olamaz.

Kürtlerle barış ABD’yle savaş!

Emperyalizmin kadim oyunları tekrar ve tekrar sahnelenirken, çıkarları birleşmekten ve ABD’yi kovmaktan yana olan halklar, ABD’nin açtığı ihaleleri almak için yarışmaya ve ABD’nin çıkarları gerektirdiğinde birbirlerini boğazlamaya zorlanmaktadır. Bu oyun, mehter marşı eşliğinde ABD’nin peşinden sefere çıkmakla değil, tüm kardeş halklarla barışıp ve birleşip ABD emperyalizmine karşı bir mücadele cephesi oluşturmakla bozulur. Bu yüzden şiarımız bir kez daha Kürtlerle barış ABD ile savaştır!