Batı Asya tekfircilere de, Siyonistlere de, emperyalistlere de mahkûm değil!
8 Aralık günü, 2011’den bu yana süren Suriye İç Savaşı’nda bir dönüm noktasına ulaşıldı. Heyet Tahriri’ş-Şam (Biladu’ş-Şam’ın Kurtuluşu Örgütü, HTŞ) liderliğinde İdlib’ten Halep’e başlatılan saldırı, muhtemelen saldırıyı başlatanlar dâhil kimsenin tahayyül etmediği bir hızla Suriye’de Beşar Esad yönetimini devirdi. Sürecin bütün detaylarını kestirmek henüz mümkün değil. Fakat askerî ve siyasî manevraların iç içe geçtiğini ve Suriye’de en azından 1961’den beri süren Baas Partisi iktidarını sona erdirenin HTŞ ve müttefiklerinin zaferi kadar, belki daha büyük ölçüde Esad iktidarı tarafında yaşanan bir saray darbesi olduğu söylenebilir. HTŞ’nin saldırdığı büyük şehirlerden yalnızca Hama’da Suriye ordusu bir askerî direniş gösterirken, Halep ve Humus’tan neredeyse kurşun atmadan çekildi. Bu çekilmelerin arkasında ordunun üst düzey yönetiminden gelen ve en azından şaibeli görünen bazı talimatların yer aldığı, bu aşamada doğrulaması imkânsız olan ama ortalıkta dolaşan söylentiler arasında. 8 Aralık sabahı Şam’ın düşmesi de askerî mücadelenin sonucunda değil, Esad’ı içermiş olabileceği gibi, Esad’ın hilafına yapılmış da olabilecek arka kapı müzakereleri sonucu oldu. Ordu askerlerine teslim olma talimatı verdi, Beşar Esad’ın başbakanı Muhammed Gazi el-Celali, iktidarı “seçilen yönetime” barışçıl biçimde devredeceğini açıkladı. HTŞ lideri Ebu Muhammed el-Culani (gerçek adı Ahmet el-Şera) de kendi birliklerinin devlet dairelerine girmeyeceğini ve Celali’nin başında olacağı bir geçiş hükümetinin olacağını açıkladı. Beşar Esad ise, iltica etmek üzere Moskova’ya gitti. ABD ve Birleşik Krallık’ın sırasıyla Fırat’ın doğusu ve batısına dair belirleyicilikleri, Rusya’nın da anlaşmaya dâhil edilmiş olması, Kuzey’de Suriye Millî Ordusu (SMO) eliyle bazı Kürt pozisyonlarına yönelik, ama güneye sarkmayan saldırılar bir arada ele alındığında şimdilik bölgenin yeni bir Sykes-Picot ile karşı karşıya olduğunu gösteriyor.
Bu tarihî gün yaşanırken, tüm dünyadan birçok ses işitildi. Kimilerine, insanî bir sempati duymamak çok zor, örneğin meşum Sednaya hapishanesinden salınanların özgürlük çığlıkları internette hızla dolaşıma girdi. O harala gürelinin arasında bizim dikkatimizi en önce ve en büyük nefretle, Türkiye’nin ve dünyanın emekçilerinin kanlı bıçaklı düşmanlarının söyledikleri çekti. Önce İsrail Siyonizminin başındaki, Gazze’de süren soykırımın bir numaralı sorumlusu Binyamin Netanyahu konuştu. Suriye sınırına gidip, Siyonist ordunun generalleriyle, elinde dürbünle poz veren Siyonist katil, “Bugün Ortadoğu tarihi için tarihî bir gün. Esad rejimi, İran’ın şer ekseninde başat bir halkaydı, rejim şimdi yıkıldı” dedi ve ekledi: “Bu bizim İran’a ve Hizbullah’a vurduğumuz darbelerin doğrudan bir sonucudur.” İlerleyen saatlerde ise sahneyi baş emperyalist, ABD başkanı Joseph Biden aldı, Netanyahu’nun sözlerini neredeyse aynen tekrarladı. Bugün, emperyalizm, bugün Siyonizm bayram ediyor. Haksız değiller, bugün onların sevinç günüdür. Bizim Beşar Esad’ın arkasından dökecek gözyaşımız yok, ama düşmanımızın muştulu gününden de bize neşe düşmez.
Türkiye’nin ve Batı’nın medyası şimdiden Hür Suriye’yi ve iç savaşın sonunu müjdeliyor. İdlib’ten, Türkiye’den ve Ürdün’den geri dönmek için birçok Suriyeli şimdiden yollara düşmüş bile. Fakat iç savaşın bittiğini söylemek için henüz çok erken. Bunun bir sebebi, Suriye içinde sıcak savaşın henüz bitmemiş olması. Türkiye’nin doğrudan desteğiyle hareket eden ve Halep taarruzu sırasında HTŞ ile eş zamanlı ama ayrı bir operasyon başlattığını duyuran (ve Halep sonrası HTŞ gibi güneye, yani Şam’a değil, doğuya, yani Rojava’ya yönelen) Suriye Millî Ordusu (eski adıyla Özgür Suriye Ordusu, SMO) adını taşıyan grup ile, YPG’nin başını çektiği Suriye Demokratik Güçleri arasında Menbiç’teki yoğun çatışmalar 8 Aralık akşamı sert biçimde devam etmekteydi. Yine gün içerisinde, zaten Golan tepelerini hukuksuz biçimde işgal altında tutan İsrail, 1974’te Suriye ile imzaladıkları çatışmasızlık anlaşmasının iktidarın devrilmesiyle geçerliliğini kaybettiğini söyleyerek, Golan tepelerinin yakınındaki bir dizi bölgeyi işgal etti bile. Suriye’nin yeni iktidarı Suriye topraklarını işgal etmekte olan Siyonistlere dair tek bir söz etmiş değil. Siyonistler yeni işgal ettikleri bu toprakları, Suriye’deki yeni iktidarı masaya oturtup, emperyalizmin silahlı şantajıyla birlikte, Suriye’yi normalleşme adına Siyonizme teslimiyete zorlamak için pazarlık kozu olarak kullanabilir. Siyonistlerin Arap dünyasına yağdırdığı bombaları, iç savaşta fırsata çevirmekten, yani Siyonizmin bombasıyla fesattan geri durmayan HTŞ ve Culani’nin Siyonizmle el sıkışması şaşırtıcı olmaz. Fakat özellikle uzun sürerse, Siyonist askerlerin Suriye’deki varlığının HTŞ’nin kontrol edemeyeceği bir direniş dinamiğini tetiklemesi ve bunun farklı bir dizilimle iç savaşı yeniden harlaması olasılıklar dahilinde. 1982’de İsrail’in Güney Lübnan’ı işgalinin, Lübnan iç savaşının ikinci aşamasını doğrudan tetiklediği unutulmamalı. Son olarak, zaten problemli bir ilişkiye sahip olan HTŞ ve SMO arasında kolay bir uzlaşı beklemek hata olur. HTŞ-SMO çelişkisi buradaki belirleyici dinamik olmasa da HTŞ’nin Esad’a karşı etrafında topladığı beş benzemez müttefiki ve silahlı grubu, Esad sonrası Suriye’de disiplin altında tutması kolay değil. Bu merkezkaç dinamiklerin büyümesi, Suriye’de bir çeşit savaş ağaları dönemi, ya da Suriye’nin Libyalaşması sonucunu doğurabilir.
Suriye’de iç savaşın alacağı biçimlere bir ölçüde bağlı bir diğer husus ise, gelişmelerin YPG’nin ABD emperyalizmi ile sürdürdüğü ilişkiyi tadil etmesini doğuracak bir dinamik barındırmayacak olması. Diğer yandan Direniş Ekseni büyük bir darbe aldı. Daha kötüsü de olabilir. Bu da bölgenin emperyalizm ve Siyonizme karşı mücadele gücünü kırması anlamında olumsuz bir gelişme kuşkusuz. Fakat Batı Asya’nın komünistleri olarak bizler, Siyonizme ve emperyalizme karşı mücadelenin bayrağını elden ele taşımayı sürdüreceğiz. Biz bu kavgada, Türkiye’nin ve Batı Asya’nın emekçi halkına, başta Filistinliler ve Kürtler olmak üzere tüm halklarına güveniyoruz. Emperyalistler ve Siyonistler, Şam’daki halkın, Batı Şeria’nın yiğit gençlerinin, Türkiye’nin emekçi halkının, Ürdün’ün öfke biriktiren insanlarının her birinin başına eli silahlı bir asker koyamayacağına göre, anti-emperyalist ve anti-Siyonist kavgayı da yok edemeyecekler. Bize o kavgaya, son kavgaya hazırlanmak düşüyor.