İmralı çıkarmasının perde arkası
İmralı’ya bir heyetin gitmesine yönelik tartışmalar uzun süre gündemin en ön sırasında yer aldı. Bir anda Bahçeli’nin çıkıp MHP grup toplantısında İmralı’ya gidilmesi için nutuk atması ve MHP milletvekillerinin ayakta alkışlarıyla bunun için icazet alması son dönemde artık alışmaya başladığımız trajikomik sahnelerden birini daha bizlere izletti. Tabii bu sahne belirli bir amaç için kurgulanmıştı. Erdoğan ve Bahçeli arasında “petrol açılımı”nın temposu konusunda bir açı farkı var. Erdoğan yarı askerî rejimin sürece mesafeli yaklaşan unsurlarının basıncı altında biraz daha ihtiyatlı hareket ederken, MHP lideri Devlet Bahçeli ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan çok daha hızlı hareket etme eğilimi gösteriyor. Nitekim süreç, özellikle Suriye bağlamında yeniden tıkanma emareleri gösterince, ikisi de fazla mesai yapmaya başladı. Hakan Fidan’ı Vaşington’a uçuran, Devlet Bahçeli’yi de alelacele meclise koşturtan sürecin arkasında bu tıkanma vardı.
Süreç Suriye’de tıkandı! ABD “sen tıkanıklığı açmazsan biz açarız” dedi!
HTŞ lideri Ahmet eş-Şara Trump’ın huzuruna çıkacaktı ve HTŞ ile PYD arasındaki görüşme trafiği de hızlanmıştı. İktidarın petrol açılımının Suriye ayağı, HTŞ ve PYD’nin Türkiye’nin himayesinde bir anlaşmaya varmasını öngörüyordu. Oysa işin Türkiye ayağında süreç yavaş ilerlediği için HTŞ ve PYD’nin Türkiye’yi beklemeden ABD ve İsrail’in himayesinde bir anlaşmaya yönelmesi tehlikesi doğdu. Zira basına sızdırılan haberlerde PYD/YPG’nin kendi yapısını ve konuşlanmalarını koruyarak tümen ve tugaylar düzeyinde HTŞ yönetiminin silahlı kuvvetlerine entegre olacağı iddiaları yer alıyordu. Ayrıca Şam ordusunun üst düzey kademelerinde YPG’li komutanların bulunacağından da bahsedilmekteydi.
Bu model 10 Mart’ta Şam’da HTŞ lideri Eş-Şara ve YPG lideri Mazlum Abdi arasındaki mutabakatın pek de Türkiye’nin hoşuna gitmeyen bir yorumuydu. Tüm bunlar olurken HTŞ rejimi İsrail’le İbrahimî anlaşmalara dahil olmak konusunda adımlarını hızlandırıyordu. Vaşington’dan çıkan bir diğer sonuç ise HTŞ’nin IŞİD karşıtı koalisyona katılmasıydı. IŞİD’in eski emirinin IŞİD karşıtı koalisyona katılması büyük bir kara mizah örneği elbette ama eş-Şara IŞİD emiriyken de şimdi de emperyalist/Siyonist çıkarlar için çalıştığından ortada anormal bir durum yok. Bu haberin esas önemi ise IŞİD karşıtı koalisyonda Türkiye resmen yer almadığı halde YPG’nin fiilen bu koalisyonun en aktif ve önde gelen kara gücünü oluşturması. IŞİD'e Karşı Uluslararası Koalisyon'un eski sözcüsü tarafından yönetilen bir Amerikalı danışmanlık şirketinin Rojava’da Amerikan yatırımlarını çekmek üzere ofis açmasının da aynı döneme gelmesi tabii ki tesadüf değil.
Yarı askerî rejimde telaş: Hakan Fidan’ı Vaşington’a uçuran Devlet Bahçeli’yi meclise koşturan neydi?
İşte süreç bu minvalde ilerlerken Hakan Fidan Vaşington’a uçtu. Trump’ın isteği doğrultusunda eş-Şara ile yapılan toplantıya katıldı. Trump’ın Suriye politikasında Türkiye’ye önemli bir rol vermek istediği başından beri biliniyor. Çünkü Trump, Türkiye’yi Amerikan ve İsrail çıkarları doğrultusunda İran’ın karşısına çıkartmak istiyor. Bu doğrultuda ABD, Türkiye sömürgeci burjuvazisinin yayılmacı emellerini gıdıklıyor ama aynı zamanda da Türkiye’nin Rojava’daki Amerikan vekilleriyle ve İsrail’le iyi geçinmesini de şart koşuyor. Hakan Fidan’ın toplantıya alınması da belli ki bu koordinasyonu sağlama amacını güdüyordu. Hakan Fidan, Vaşington’dan telaşla döndü. ABD’nin, HTŞ’nin ve PYD’nin tamam dediği modeli Türkiye’deki yarı-askerî rejimin tüm kanatları için daha kabul edilebilir hale getirmek için bir şeyler yapmalıydı. Sürecin başından itibaren gerek Hakan Fidan gerekse de Devlet Bahçeli’nin açıklamaları PYD’yle anlaşmaya daha yatkın bir eğilimi yansıtsa da yarı-askerî rejimde bu tür bir olasılığa şiddetle karşı çıkan eğilimler de var. Bu eğilimler Erdoğan’ı sıkıştırıyor. Eğer Vaşington’daki model bu kesimi tatmin edecek hale getirilmezse işlerin karışacağı belliydi. PYD’yi Şam’dan ve Vaşington’dan aldığından daha azına ikna etmek için ise belli ki Öcalan’ı devreye sokmak gerekiyordu.
Nitekim Hakan Fidan döner dönmez Devlet Bahçeli meclise koştu. Devlet Bahçeli’nin MHP grup toplantısında “gerekirse yanıma iki arkadaşımı alır İmralı’ya ben giderim” çıkışı Beyaz Saray’daki görüşmeden bir hafta sonra geldi. Erdoğan’ın kısa süren sessizliği bu konuda Cumhur İttifakı’nda bir çatlak olduğu şeklinde yorumlandı. Erdoğan’ın da onaylamasının ardından süreç hızlandı. Bahçeli kamuoyu önünde tüm şimşekleri kendi üzerine çekerek Erdoğan’ın manevra alanını da genişletmişti. Erdoğan’ın ve yarı askerî rejimin homurdanan unsurları için başka bir çare yoktu, çünkü muhtemelen Bahçeli ve Fidan eğer Öcalan devreye sokulmazsa işlerin kontrolden çıkacağı konusunda ikna edici bir tablo çizdiler. İmralı çıkartması gerçekleşti. Bu yazı yazıldığı an itibarıyla kendisinden resmî bir açıklama beklenen TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş henüz konuşmadı. Ama DEM Parti tarafından gelen bilgiler Öcalan’ın özellikle Suriye’deki entegrasyon süreci ile ilgili açıklamalar yaptığını teyit ediyor.
Komisyonda oynanan tiyatro, figüranlar ve soldan yarı askerî rejime sinyal çakanlar
Dikkat edilirse yazının bu kısmına kadar ne meclis komisyonundaki görüşmelerden ne CHP’nin İmralı’ya gitmeme ve oylamaya katılmama kararından ne de bu gündem etrafında günlerce süren tartışmalardan bahsettik. Sebebi açık. Kamuoyunu meşgul eden tartışmaların tamamı bizim arka planını sunduğumuz gerçekliğin üstünü örtmek için bir tiyatrodan ibarettir. Birinin “Terörsüz Türkiye” dediği, öbürünün “Barış ve Çözüm” adına desteklediği, “her niyete yenen muz” gibi isteyenin istediği şekilde tanımladığı “Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” bu tiyatronun sahnesinden başka bir şey değildir. Bu sahnede rol alanlarsa sadece figürandır.
Karar AKP, MHP, DEM Parti ile TİP ve EMEP temsilcilerinin olumlu oyları ile alındı. CHP komisyonda yapılan oylamaya katılmadı. DSP, Demokrat Parti ve Hüda-Par temsilcileri ret oyu kullandı. Sonuçta heyette AKP'den Hatay Milletvekili Hüseyin Yayman, MHP'den İstanbul Milletvekili Feti Yıldız ve DEM Parti'den Kars Milletvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit yer aldı. Esas önemli oylama ise komisyon toplantısının kapalı yapılmasıyla ilgiliydi. Çünkü belli ki figüranların dahi verilen senaryonun dışına çıkarak doğaçlama yapması istenmiyordu. AKP, MHP ve DEM Parti oylarıyla toplantı kapalı yapıldı. Erdoğan daha 12 Temmuz’da ne demişti: “Şimdi AK Parti, Milliyetçi Hareket Partisi, DEM, biz en azından üçlü olarak bu yola beraber yürümeye karar verdik.” Bunu söylerken sürecin CHP gibi yardımcı oyuncularını ve figüranlarını da ayırmıyoruz. Çünkü figüranlar kapalı oturum aleyhinde oy verse dahi çıkıp gerçekleri konuşmuyorlar. Tam tersine İmralı’ya gidişi sanki barış ve çözüm için atılan bir adımmış gibi paketleyerek halka yutturmakta adeta çırpınıyorlar. Figüranlığı reddetmiyorlar rol kapmaya çalışıyorlar. CHP’nin İmralı’ya gitmeme kararının ise yarı askeri rejimin içindeki çelişkilere sinyal çakmaktan başka bir anlamı yok. CHP zaten Kürt sorununun çözümü için değil kendi davasının çözümü için 19 Mart’tan beri süren arka kapı diplomasisinin sonucu olarak komisyona girmişti. Artık orada yardımcı oyuncu olarak oynadığı her rol petrol açılımını aklama ve meşrulaştırma amacına hizmet ediyor. Öte yandan AKP, MHP, DEM Parti yürüyüşünü eleştirirken, bu yürüyüşü vesile eden sosyal şovenistlerin sinsi bir çıkarcılıkla sahneye atlamalarını da görüyoruz. Yarı-askerî rejimin içine doğru soldan sinyal çakanları da bu tablodan ayırmıyoruz.
Hem Kürtlerin hakkını savunmak hem emperyalizme ve sömürgeciliğe karşı savaşmak mümkündür ve zorunludur!
Mevcut süreci kayıtsız şartsız desteklemenin Kürtlerin haklarını, Kürt sorununun çözümünü ve Kürtlerle barışı savunmakla bir ilgisi yoktur. Zira bu açılım, barış ve çözüm açılımı değil, sömürgeci burjuvazinin Kürt coğrafyasındaki enerji havzalarını ele geçirme amacına yönelik bir petrol açılımıdır. Sömürgeci burjuvazinin derdi çözüm değil, petrol ve paradır. Öcalan onlara bu yolu açmazsa yarın o yolu şiddet ve savaşla açacaklarından kuşku duyulmamalıdır. Saray danışmanı Mehmet Uçum’un çözüm için önerdiği kısmi af düzenlemesine bakın! 1925 Şeyh Sait isyanının ardından çıkartılan bir yasaya referans vermek bir çözüm yolu mu sunmaktır yoksa o tarihten 1938 Dersim Katliamı’na giden kanlı süreci bilen bir halk için aba altından sopa göstermek midir? Barışın yolu sömürgeci burjuvazinin planlarını desteklemekten değil, Kürt sorununun gerçek çözümü için mücadele etmekten geçer.
Özal’dan bugüne tüm açılımlarda ABD emperyalizminin himayesi esastır. Emperyalizm ne Kürt halkına ne de Kürtlerin haklarına sahip çıkıyor, onların tek sahip çıktığı kendi çıkarlarıdır. Trump’ın Türkiye’nin ordusunu “gıcır gıcır” diye, “NATO’nun en büyük ordularından biri” diye övüp durmasından gurur değil utanç duymak gerekir. Çünkü Amerikalılar bu ülkenin askerini Türkiye’nin ihraç malı olarak gören bir zihniyettedir. Trump’ın pohpohlamaları aynı zamanda bir uyanma vesilesidir. Çünkü ABD, NATO’nun en büyük ikinci ordusunu İran’a ve bölgede ABD/İsrail’in çıkarlarına karşı gelen kim varsa ona karşı kullanma niyetindedir! Bu gerçekler bize gösteriyor ki aynı anda hem Kürtlerin haklarını savunmak hem de emperyalizme karşı uzlaşmaz tutum almak mümkündür. Dahası Kürtlerin haklarını savunmak emperyalizme karşı mücadelede halkların ittifakını sağlamak için zorunludur. Biz başka halklara karşı kendi burjuva iktidarlarının yardakçılığını yapan şovenist sosyal-demokratlardan ve sözde sosyalistlerden olmadık, olmayız. Biz enternasyonalistiz. Ulusların kendi kaderini tayin hakkını dünya devrimi stratejisinin bir parçası haline getiren Lenin’in takipçisiyiz!
Bu yazı Gerçek gazetesinin Aralık 2025 tarihli 195. sayısında yayınlanmıştır.








