11. yıldönümünde Gezi ile başlayan halk isyanı
2013’te 31 Mayıs’ı 1 Haziran’a bağlayan gece, sokakları, caddeleri, meydanları dolduran kitlelerin ezici gücü karşısında, polis Taksim’i halka terk ederek geri çekilmişti. Oysa daha bir ay öncesinde 1 Mayıs’ta Taksim, bugün olduğu gibi yine halka kapatılmıştı. Devlet on binlerce polisi, TOMA’ları ve gaz bombalarıyla muazzam bir şiddet uygulayarak işçi ve emekçilerin Taksim’e yaklaşmasını engellemişti. O sene 6 Mayıs’ta Denizlerin idam edilişinin yıldönümünde de Taksim abluka altına alınmıştı, Taksim ya da İstiklal caddesinde yapılmak istenen her basın açıklaması şiddetle bastırılmaktaydı. Mayıs ayının sonuna gelindiğinde Gezi Parkı’ndan ağaçların sökülme girişimine karşı direnen bir avuç insana uygulanan şiddet ise, menzili, Gezi’yi de Taksim’i de aşan, İstanbul’dan tüm Türkiye’de 81 ilin 80’ine yayılan büyük bir halk isyanını tetikledi. Bu haklı ve meşru isyanda hürriyet şehidi olan Ali İsmail Korkmaz, Ethem Sarısülük, Mehmet Ayvalıtaş, Abdullah Cömert, Medeni Yıldırım, Berkin Elvan, Ahmet Atakan ve Hasan Ferit Gedik halkın yüreğinde yaşıyor.
Gezi ya da Taksim değil! Gezi ile başlayan, 80 ile yayılan halk isyanı!
Her ne kadar Türkiye’nin dört yanında meydanlar “her yer Taksim her yer direniş” sloganlarıyla çınladıysa da, her ne kadar halk dağa taşa “diren gezi” yazdıysa da mesele, Taksim ya da Gezi’den ibaret değildi. Gezi, bardağı taşıran son damlaydı. AKP o bardağı şovenizmle, mezhepçilikle, kentlerin talan edilmesiyle, halkı yoksullaştıran, sermayeyi ihya eden politikalarla, emperyalizmin taşeronu maceracı bir dış politikayla ağzına kadar doldurmuş ve Gezi’nin ağaçları, bunların ardından bardağı taşıran son damla olmuştur.
Halk değil, Erdoğan’ın “destan yazdı” dedikleri darbeye kalkıştı
Halk isyanı Erdoğan ve AKP iktidarının kimyasını bozmuş, o dönemde sandıklardan zaferle çıkan iktidar, meydanlarda hezimete uğramıştır. Erdoğan ve Gülen arasındaki fay hatları tetiklenmiş, ittifak önce rekabete sonra düşmanlığa dönüşmüş, Erdoğan daha önce kendini devirmek istedikleri gerekçesiyle içeri atılmış olan Ergenekon davası sanıklarıyla yeni bir ittifaka yönelmiştir. Bugün istibdad rejiminin Gezi ile başlayan halk isyanını darbecilikle suçlaması gülünçtür. Erdoğan’ın “destan yazdı” dediği polis teşkilatına hâkim olan Gülen cemaati, çok değil üç yıl sonra 15 Temmuz darbe girişiminin içinde yer alacaktır. O dönem Gezi’de yer alan ve halk hareketini sahiplenen Vatan Partisi’nin yayın organlarında bugün halkın isyanı kalkışma ve darbe girişimi olarak lanetlenmektedir. O dönemde Berkin Elvan için taziye yayınlayan Bahçeli bugün “Gezi davası”nın savcılığını yapmaktadır.
Mezhepçiliğe karşı Alevi halkının nefsi müdafaası
Gezi ile başlayan halk isyanını, 2011 yılında Arap devrimi ile başlayan ve tüm Akdeniz havzasını saran devrimci dalgadan ayrı düşünemeyiz. Tunus’ta Mısır’da onlarca yıllık diktatörlükler yıkılırken, Yunanistan’dan İspanya’ya halk isyanları Akdeniz’i sarmışken Türkiye’nin bundan ayrı kalması düşünülemezdi. Ancak 2011’den sonra sadece devrimi değil karşı-devrimi de gördük. Arap devriminin hâkim sınıflar tarafından çalındığını, bastırıldığını ve özellikle Suriye’de bir mezhep savaşına dönüştürülerek yozlaştırıldığına da tanık olduk. Bu çok önemlidir. Çünkü Suriye’de devrim, gerici bir mezhep savaşına dönüştürülürken Erdoğan ve AKP, emperyalizmin güdümünde, tekfirci mezhepçi örgütleri himaye ederek başat bir rol oynamıştır.
Erdoğan’ın “Şam’da Emevi camiinde namaz kılacağız” dediği, dönemin Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun, DAİŞ’in tekfirci mezhepçi katiller sürüsünü “öfkeli gençler” olarak tanımladığı bir siyasal ortamda İstanbul’a inşa edilen köprüye Alevi halkının hafızasında katliamla anılan Yavuz Sultan Selim isminin verilmesi, Alevi kitlelerinde bir nefsi müdafaa ruh hâli yaratmıştır. Gezi’de ve dahası 81 ilin 80’inde halk hürriyet için isyan etmiştir. Ama Alevi halkı canını korumak üzere ayağa kalkmıştır. Mücadele meydanlarında can vermiştir. En sert mücadelelerin şehirlerin Alevi mahallelerinde, bilhassa Hatay’ın Armutlu gibi semtlerinde yaşanması, direnişte en önde Alevi gençlerinin olması tesadüf değildi. Halk canını korumak için savaşıyor devlet de ölümüne saldırıyordu. Armutlu’da direnen gençliğin öncülerinden biri daha sonra hazırlanan bir belgeselde şöyle diyordu: “Burası Ankara Kızılay meydanı veya Taksim Gezi Parkı değil, burası Hatay Antakya Armutlu Merkez buradan çıkış yok!”. Abdullah Cömert ve Ahmet Atakan burada şehit olmuştur.
Sadece polis gücüyle bastırılmadı! Düzen siyasetinin sularında boğuldu!
Halkın meydanlardaki mücadelesi sadece devletin baskı aygıtının zor gücüyle bastırılmadı. Aynı zamanda 2014 Mart ayında yapılacak yerel seçimler, halkın mücadelesini düzen siyasetinin sularında boğulmasına da vesile oldu. Bir düşünün! Halk Taksim’i kazanmış. Ama Gezi Parkı’ndaki çadırlarda ve forumlarda yaklaşan seçimlerde AKP’nin kaybetmesi için CHP’nin adayı olacak olan Mustafa Sarıgül’e oy verilmesi tartışılıyor! Halkın birleştiğinde ve eyleme geçtiğinde ortaya koyduğu güç ve özgüvenle, düzen siyaseti içindeki çaresizliğin tezadını daha net gösteren bir şey olamaz!
İstanbul Diyarbakır’a kavuşamadı!
Düzen siyasetinin bir diğer oyunu da açılım süreci bağlamında oynanmıştır. Halk isyanının Türk ve Kürt halklarını birleştirmeye yönelik güçlü bir potansiyel taşıdığı ilk günden belli olmuştur. Kürt gençleri İstanbul’da pek çok yerde barikatlara koşmuş, Lice’de kalekol inşası protestosunda öldürülen Medeni Yıldırım “her yer Lice her yer direniş” sloganlarıyla tüm Batı illerinde sahiplenilmiştir. Ancak Kürt hareketi, açılım sürecini gözeterek Kürt halkını Gezi ile başlayan halk isyanını saflarında seferber etmemiş, Demirtaş gibi önde gelen Kürt siyasetçileri de daha sonra bu nedenle öz eleştiri yapmıştır. O dönemde devlet güçleri ise halk kitlelerini bastırmak için Diyarbakır’dan Batı illerine TOMA sevk etmiştir.
İşçi sınıfı örgütlü gücüyle halk isyanında yer almadı
Halkın isyanının Türkiye’nin geleceğini şekillendirmek üzere, emperyalizmden, sermayeden ve devletten bağımsız bir siyasal odağın mayalanmasına vesile olması için işçi sınıfıyla buluşması, işçi sınıfının bireyler olarak değil, toplu şekilde, örgütlü gücüyle ve sınıf eylemleriyle bu harekete katılması gerekliydi. Taksim’de Atatürk Kültür Merkezi’nin (AKM) Gezi ile başlayan halk isyanının sembolü olan ve pankartlarla süslenmiş ön cephesine bu gözle tekrar bakılmasını öneririz. Orada işçi sınıfına seslenen, sendikaları göreve çağıran tek bir pankart vardır. Devrimci İşçi Partisi, “sendikalar göreve genel greve” şiarını AKM’ye asmıştır. Bugün 11 yıl öncesine dair hiç konuşulmayan konu işçi hareketinin başat rolüdür. O dönemde halk isyan ederken Gezi Parkı’nda THY grevcilerinin çadırı vardır. Metal sektöründe MESS sözleşmeleri sürmektedir. 31 Mayıs’ta Türk Metal, iki hafta sonra da Birleşik Metal sözleşmeyi imzalamıştır. DİSK ve KESK’in genel grev çağrısı kitleler Taksim’den söküp atıldıktan sonra bir protesto gösterisi şeklinde sembolik ve başarısız bir biçimde gerçekleşmiştir.
Hürriyet mücadelesi yeniden yükselecek! Zaferini hazırlayalım!
Halkın isyanıyla işçi sınıfının genel grevi buluşmuş olsaydı; Türk ve Kürt emekçileri hürriyet mücadelesinde omuz omuza verebilmiş olsaydı; emekçi halk kitlelerinin seferberliğinin ortaya çıkardığı enerji ve güç örgütlenebilmiş, düzen siyasetinin uyuşturucu etkisine galebe çalmış olsaydı; sadece Gezi’nin ya da Taksim’in değil tüm memleketin akıbeti bambaşka olacaktı! Kimsenin şüphesi olmasın, gelecekte yine benzer mücadeleleri göreceğiz. Ancak zaferini hazırlamak için dersler çıkarmak zorundayız.