Habeas digitus!
Zehir hafiye iş üstünde… idi ki aniden bütün çalışmaları bir açıklamayla tepetaklak oldu! Ankara’daki bomba eyleminde olayın üzerinden daha saatler geçmişti ki bomba yüklü araçla eylemi gerçekleştiren kişinin kimliği açıklandı. Adı Salih Neccar’dı, Suriye’nin Amude kentindendi, PYD/YPG’li idi. Emniyet, İçişleri Bakanı, MİT ya da hükümet, her kimse iki gün boyunca Ankara bombalı eylemini çözülmüş olarak sundular Türkiye ve dünyaya. Yabancı büyükelçiler çağırıldı, “kanıtlar” gösterildi. Başta Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan olmak üzere, “şimdi anladınız mı PYD’nin terörist olduğunu?” çizgisi bütün açıklamaların ana hattını oluşturdu.
Doğrusu, gerçek böyle olsaydı, hükümet için pek elverişli olacaktı. Ankara bombası patlamadan önce günler boyunca, Suriye’deki özerk Kürt birimi Rojava’yı kontrol eden PYD’nin ve silahlı kolu YPG’nin “terörist” olduğu konusunda Erdoğan ve hükümet günlerdir ABD yönetimini ve Avrupa Birliği’nin (AB) yetkililerini ikna etmeye çalışmıştı. Birdenbire YPG’nin bir elemanı başkent Ankara’nın orta yerinde böyle bir eyleme kalkışınca, Erdoğan ve hükümetin işi ne kadar kolaylaşmış oluyordu! YPG, evet, Suriye’de silahlı bir örgüttü. Ama Suriye bir iç savaş içinde kıvranıyordu. Kim silahlı değildi ki? YPG’nin “terörist” olduğuna kanıt bulmak bu yüzden çok zordu. Türkiye’ye karşı da hiçbir eylem yapmış değildi. Bütün kusuru DAİŞ/IŞİD ile savaşmaktı! İşte Ankara eyleminin bir YPG elemanına yazılması bunun için çok elverişliydi.
Bütün basın da hükümetin arkasında sıralanmıştı. Sadece Sabah’ı, Yeni Şafak’ı, Akit’i değil, Hürriyet’inden Habertürk’üne kadar “merkez medya” diye anılan basın da Salih Neccar’ın maceralarıyla doluydu.
PYD’nin lideri Salih Müslim olayla PYD’nin hiçbir ilişkisi olmadığını istediği kadar söylesin, Neccar’ın memleketi Amude’de kimse bu yaşta bir Salih Neccar tanımıyor olsun, biraz kafası çalışan herkes, bombalı eylemin 29 kurbanından 23’ünün kimlikleri saptanamazken eylemcinin kimliğinin derhal nasıl saptandığını soradursun, hükümet ve basın “olay çözüldü” havasındaydı. Salih Neccar’ın parmağının ucu bulunmuştu. Oradan kim olduğu saptanmıştı.
Sonra birden, olayın 48 saat sonrasında TAK adlı örgüt açıklama yaptı. Bu örgüt, geçmişte de bu tür bombalı eylemler yapan, PKK’den bağımsız hareket ettiğini iddia eden, Türkçe söylenirse Kürdistan Özgürlük Şahinleri adını taşıyan bir örgüttü. Eylemcinin adı da açıklanıyordu. Kod adı Zinar Roperin’di, gerçek adı Abdülbaki Sönmez!
Bu bilgi ışığında hükümet suçüstü yakalanmıştır! İki gün boyunca kesin kanıtlarla konuşmuş gibi yaptı hükümet. Sadece Türkiye halkına değil, dünyaya da eylemcinin kim olduğu, mensup olduğu örgütün hangi örgüt olduğu konusunda en ufak bir kuşku yokmuş gibi davrandı. Şimdi ortaya bambaşka bir bilgi çıkmış bulunuyor! Bu bilgi daha önceki her şeyi yalan hâline getiriyor.
Şimdi görev açıktır: Salih Neccar’ın parmağını gösterin! Mesela Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne bu parmağı verin! Bağımsız uzmanlar da bu parmaktan alınan parmak izinin gerçekten Salih Neccar adıyla kaydolmuş Suriyeli kişiye (Suriyeli sığınmacılar için kullanılan resmi terimle “misafir”e) ait olduğunu teyit etsinler. Bilindiği gibi, devletin kişilere işkence yapmasına veya öldürmesine karşı tarihte kişinin bedenini mahkemede gösterme zorunluluğu anlamında büyük bir hak olarak tescil edilen ve “habeas corpus” olarak anılan bir Latince kural vardır. Anlamı kabaca “bedeni göster” demektir, mesela “mahkemeye çıkar” demektir. “Habeas corpus” insan haklarının, devletin keyfi ihlallerine karşı en temel garantilerinden biri olarak kabul edilir.
İşte şimdi diyoruz ki habeas digitus! “Digitus” Latince parmak demektir. Gösterin parmağı ki bütün dünyanın gözünün içine bakarak yalan söylemediğinizi anlayalım!