Edip Uğur’un açıklaması bir suç duyurusudur

Balıkesir Büyükşehir Belediye Başkanı Edip Uğur İstanbul, Ankara ve Bursa’dan sonra en son istifa eden başkan oldu. Edip Uğur, diğerlerinden farklı olarak AKP’den de istifa ettiğini açıkladı. Bu bir tepkiden çok gelecekte atacağı siyasi adımlar için bir sinyal olarak görülmeli. Zira AKP’nin yakın geçmişinde Şanlıurfa’da AKP’nin aday yapmadığı Ahmet Eşref Fakıbaba’nın 2009’da bağımsız aday olarak, Antakya’da ise aynı şekilde Lütfü Savaş’ın AKP’den CHP’ye geçip belediye seçimlerini kazanması gibi olaylar var. Edip Uğur’un AKP’den istifa ederek benzer bir atak için kapıyı açık bırakması Erdoğan’ın güç gösterisine gölge düşürmüş durumda.

Diğer yandan Edip Uğur’un istifası sitemin ötesinde bir itham niteliğindeydi. Baskı ve tehditle istifa etmeye zorlandığını söyledi: “Kendi adıma şunu söylemeliyim. Yolsuzluğunuz yok, usulsüzlüğünüz yok, başarısızlığınız yok, FETÖ bağlantınız yok. Ve fakat ailenize, evinize kadar ulaşan baskılar, tehdide varan müdahaleler var. Bu katlanılacak durum olmanın ötesine geçmiştir.”

Bu sözler yenilir yutulur cinsten değildir ve adeta bir suç duyurusu niteliğindedir. Zira Türk Ceza Kanunu 106. Madde tehdit suçunu tanımlamakta ve hapis cezası öngörmektedir. Erdoğan’ın belediye başkanları istifa etmezse ne olur sorusuna cevaben “ben arkadaşlarımızın, öyle bir yola tevessül etmelerini düşünemem, düşünmek de istemem. Çünkü onun neticesi ağır olur” dediği ortadadır. Bu mesele bu haliyle yargının konusu olmak zorundadır. Edip Uğur’u evine ve ailesine kadar ulaşan tehdide varan müdahaleleri kim ya da kimler yapmıştır? Bunlar kimden talimat almıştır?

Elbette ki yargının bu konuda harekete geçmesi beklenmiyor. Çünkü istibdad rejiminde yargı fiilen yürütmenin en üst katına bağlanmıştır. Melih Gökçek için kulislerde söylenen ve basına yansıyan “elindeki dosya arşivini verecek savcı bulamaz” sözü, Edip Uğur’un tehdit edilmesi için de geçerlidir. Burada mesele kişi olarak Melih Gökçek de Edip Uğur da değildir. AKP saflarında istibdadın her türlü nimetlerinden faydalanan bu kişiler bir yönüyle de kendilerine müstahak olan bir muameleyi görmektedir. Öte yandan yargının tümüyle iktidara bağlanmasından, ülke yönetiminde mafyavari tutumların hakim hale gelmesinden ve bu şekilde ayyuka çıkmış yolsuzluk iddia ve şüphelerinin üzerinin kapatılmasından esas zarar görecek olan emekçi halkın kendisidir.

Bu yüzden yaşanan sürecin bir “örgüt içi hesaplaşmadan” çıkarılarak tüm yönleriyle yargıya taşınması ve gerçeklerin ortaya dökülmesi talebinde ısrar etmek gerekmektedir.