Fabrikalardan Haberler - Nisan 2017

Gerçek Gazetesi'nin her ay düzenli olarak yayınladığı "Fabrikalardan Haberler" köşesi Mart ayında da Tuzla'dan Antalya'ya ve Çorlu'ya kadar önemli işçi merkezlerinden haberlerle dolu.


Turizm işçileri kan ağlıyor

Artık yeter! Günde 16 saat çalışmak ve buna ek olarak yaklaşık 4 saat yolda geçirmek katlanılmaz bir hâl aldı. Biriken borçlardan kurtulmak için elimizden gelenin fazlasını yapıyoruz, insan üstü çaba sarf ediyoruz. Bunun karşılığında, ayın sonunu getirebilmek bile bizim için hayal oluyor. Sosyal aktiviteler lüks, uyku için vakit ayırmak ise, zorlandığımız bir olgu durumuna geldi.

Tüm bu yaşadığımız zorlukların sebebini açıklamak patronlar açısından gayet basit: kriz var. Biz işçiler kör ya da aptal değiliz, bir kriz olduğunu görebilecek düzeyde ve yeterlilikteyiz. Yıllardır bu işi yapıyoruz ve geçtiğimiz sezonlar ile bu sezonu kıyaslamak hiç de zor değil. Evet, turizmde ve hatta ülke genelinde bir kriz var. Bu aşikâr. Asıl sorun, bu krizin faturasını neden biz ödüyoruz?

Ekonomiyi biz mi bozduk? Uygulanan politikalarda biz söz sahibi miyiz? HAYIR! Peki, neden fikir beyan etmemizin bile yasak olduğu yanlış bir politikalar zincirinin altında can veriyoruz?…

Biz, Türkiye’nin her yanından turizm işçileriyiz ve derhal birleşmeliyiz. Krizi yaratana bedelini ödetmeli, yarınlarımızı emeklerimizle inşa etmeliyiz. Artık bundan başka bir çıkış yolumuz kalmadı.

Antalya'dan bir turizm işçisi

İşçilerin haklarını aldığı bir dünya istiyorum

Merhaba! Ben yaklaşık bir ay öncesinde seramik sektöründe çalışan biriydim. Ama 10.02.2017 tarihi itibari ile iş akdime son verildi. İş akdime son verilmesine sebep ise şu gösterildi: “fabrikamız küçülmeye gitmesinden kaynaklı iş akdinize son verildi” diyerek işten çıkarıldım.

Asıl sebep tabii ki bu değildi. O fabrikada Türk-İş’e bağlı Çimse-İş sendikası vardı ve bu sendika patron sendikası olarak çalışma yürüterek patronun kazanmasını sağlıyordu. Biz işçi arkadaşlar sömürüye, haksızlığa, alın terimizin çalınmasına dur demek için işçiler olarak başka bir sendika ile çalışmalar yürüttük. Gizli yapıyorduk bunu. Gizli yapmamızın sebebi ise bizim işçiler olarak hakkımızı aramamız halinde bizlere kapının gösteriliyor olmasıydı. O fabrikada genel müdür, fabrika müdürü, üretim müdürü, formenler, takım liderleri hepsi birlikte çalışma yürüterek işçilerin üzerine bağırmak, küfür etmek, tepki göstermek suretiyle baskı kuruyorlar ve işçilere kötü kelimeler kullanarak onların alınterini sömürüyorlardı. Bununla yetinmeyerek işçilerin maaşlarından kesinti yaparak, işçilerin mecburiyetini kullanarak, küçük düşürerek zorunlu çalıştırmaya mahkum ediliyorduk. Oradaki düzen, işçileri tehdit ederek yapılan bir sömürü düzeni. Hangi insan elinden zorla alınmış bir hakkı başkasının yemesini ister ki? Hangi insan kendi çalıştığı emeği savunmaz ve onun gururunu yaşamak istemez? Biz kendi emeğimizin bizlere verilmesi için çalışmalar yürüttük ama PATRON, SENDİKA, MÜDÜRLER, FORMENLER, TAKIM LİDERLERİ bir olup işçileri haince satarak işçi haklarının çalınmasına, işçilerin sömürülmesine göz yumdu. İşçiler bu kadar küçümsenmemeli, işçiler bu kadar safdışı bırakılmamalı, işçiler sömürülmemeli, biz işçileriz dünyayı kuran, yöneten, idare eden, her alanında çalışanız.

Sendika toplu sözleşme yaparken kimseye haber vermiyor ve insanların akılları ile dalga geçerek “biz sizleri çağırdık ama siz gelmediniz” diyordu. Sendika yapısı itibari ile işçiyi koruyan, ona gerekli yardımı yapan, onun haklarını savunan ve bunun karşılığında aylık belirli bir ücret alan bir kurum. Bizde ise aylık ücret kesilir ama bunun karşılığında işçi hakları savunulmazdı, o sendika bile işçiyi sömürerek hareket ederdi...

Benim tek bir isteğim var. İşçilerin haklarını aldığı, işçilerin sömürülmediği, aşağılanmadığı, bütün dünyada barışın hüküm sürdüğü, kadınların öldürülmediği, kadınların tecavüze uğramadığı bir dünya. Sömürülmüş, hakları elinden alınmış, zorunlu çalıştırılmış bir işçi başka ne isteyebilir ki bu hayatta.

İstanbul Tuzla Sanikey Seramik’ten bir işçi
 

Hollanda’ya yaptırımda samimilerse bakanlığı bizim fabrikaya denetime bekleriz

Merhaba, ben Çorlu’da Unilever fabrikasında çalışan bir işçiyim. Bizim sorunlarımız da diğer işçilerden farklı değil. Asgari ücrete yapılan zamdan beri nerdeyse tüm işçileri asgari ücrette eşitlediler. Tabii bu 8 saatlik çalışmayla aldığımız maaşla geçinmek mümkün değil. Bu yüzden bazen zorunlu bazen de gönüllü olarak fazla mesaiye kalıyoruz. Uzun bir süre böyle çalıştık. Pazar günleri dahil. Ne kendimize ne ailemize ayıracak vakit kalmıyor ama işte bu pahalılıkta bir kuru maaş da dayanmıyor. Bir süredir fabrikada fazla mesaileri kestiler. İstesek de kalamıyoruz. Evet kendimize daha fazla zaman kalıyor ama bu sefer de elde avuçta bir şey kalmıyor. Fabrika yönetimi neyin hazırlığını yapıyor bilmiyoruz. Bir kriz hazırlığı da olabilir bu. Çünkü bir yandan da işten çıkışları teşvik ediyorlar. Gitmeyenleri de birer ikişer kendileri çıkarıyor, yerine işçi de almıyorlar. Olan işçiye oluyor tabii. Ya işsiz kalıyor ya da hâlâ çalışmaya devam ediyorsa iki kişinin işini yapmak zorunda kalıyor.

Bir de şu Hollanda meselesi var. Bizim fabrika servislerinin camında Hollanda bayrağı tabelası vardı. Hollanda’yla kriz olunca bu tabelaları kaldırdılar servislerden. Amaç tepki çekmemek ama işler yürüyor, Hollanda sermayesi bizim üzerimizden parasına para katmaya devam ediyor. Devlet çıkıp yaptırım uygulayacağız diyor ya ama biz bir yaptırım görmüyoruz. Yaptırımsa gelsinler bizim çalışma alanlarımızı denetlesinler. Soğuk alanlarda çalıştığımız, gerektiğinde bu ortamda ağır yük kaldırdığımız için yaşadığımız sağlık sorunlarını tespit etsinler. Fabrikada taşeron çalışanların kadroya alınması için baskı yapsınlar. Yapmıyorlar tabii. Onlar bu ülkede bizim nasıl yaşadığımızla ilgilenmiyorlar. Sorunlarımızı gidermeye çalışmıyorlar. Patronların rahatı yerindeyse onlar için gerisi önemli değil.

Çorlu Unilever’den bir işçi

Patrona kıyak işçiye açlık

Antalya’da turizm sezonu nihayet açıldı. Uzun süren işsizliğin ardından çalışmaya başlayacağız. Bu durumun işbaşı yapacağımız için bizde sevinç yaratacağı doğrudur. Fakat uzun süren işsiz dönemin ardından borçlarımız birikti, alacaklılar kapıya dayandı. Çaresizce ilk bulduğumuz otelde çalışmaya başlayacağız. Maaşı yeterli mi, çalışma saatleri nedir, izin kullanabilecek miyiz gibi normal sorular turizm işçileri açısından yasaklı sorular durumuna geldi. Biriken borçlar ve işsizlik psikolojisi yüzünden, koşullar ne olursa olsun işbaşı yapmaya hazır hale geldik.

Fazla mesailer, yetersiz maaşlar ve kullandırılmayan haftalık izinlerin yanında başımıza bir bela daha çıktı. İş-Kur “işbaşı eğitim programı” denilen, turizm patronlarına bedava işçi sağlamayı amaçlayan bir sistemle karşı karşıyayız. Öyle bir sistem ki bize asgari ücretle çalışacağımız 4 ay iş veriyor ama SSK primlerimizi ödemiyorlar. Öyle bir sistem ki bizim maaşımızı yine bizden kesinti yapılarak oluşturulan işsizlik fonundan ödüyor! Öyle bir sistem ki 4 ay sonunda işveren bizi sorgusuz sualsiz kapı önüne koyabiliyor ve işsizlik maaşı alamıyoruz.

Turizm işçileri olarak biz bu sezon büyük bir haksızlık ve yokluk içinde yaşayacağız, görülen köy kılavuz istemez! Bunun karşısında yapmamız gereken şeyler de gayet net: sendikalaşmak ve mücadele etmek!

Antalya Kundu bölgesinden bir turizm işçisi

Bu yazılar Gerçek Gazetesi'nin Nisan 2017 tarihli 90. sayısında yayınlanmıştır.