DİP Girişimi açıklaması: Başbakan ırkçılığı ve Kürt düşmanlığını "pompalıyor"! (DİP Girişimi - 07-11-2008)

Tayyip Erdoğan her fırsatta, "Diyarbakır'ı istediğini" vurgulamakta, bölge valileri seçilebilecek partiler üstü ortak adaylar bulma vazifesine soyunmaktadır. MHP dahi başkan yardımcısı aracılığıyla "gerekirse Diyarbakır'da AKP karşısında aday çıkarmayacakları" sözleriyle nabız yoklamakta ve pazarlığa açık olduğu izlenimini vermektedir.

Bu nedenlerle yerel seçimlerin bölgede ve Kürt emekçi ve ezilenlerinin göç ederek yerleştikleri metropollerde önemi ortada. Ancak bu gelişmeler yalnızca yerel seçimlerle sınırlı değerlendirilemez. Özellikle 5 Kasım 2007'de ABD tarafından sınır ötesi operasyona izin çıkması ile başlayan ve kış aylarında gerçekleştirilen kara ve hava operasyonları ile devam eden gelişmeler hafızalarımızda. "Türban" krizi, Ergenekon davası ve AKP'nin kapatma davası ile egemenlerin içindeki politik çatışma devam ederken, Tayyip Erdoğan ile İlker Başbuğ Kürt halkı ve temsilcilerine dönük topyekün savaşı her alanda sürdürmek konusunda anlaşmışlardır. Bu anlaşma temelinde topyekün savaş, sınır ötesi operasyonların, işkencenin, infazların artmasına ek olarak toplum genelinde şovenist/faşist histerinin yaygınlaştırılması ve linç saldırılarının organize edilmesi ile tırmandırılıyor...

Kürt halkının önder olarak kabul ettiği Abdullah Öcalan'ın, İmralı cezaevinde gardiyanların fiziksel müdahalesine maruz kalması ve ölümle tehdit edilmesi de son dönemdeki kışkırtmalardan biridir. Devletin bu kışkırtması üzerine, özellikle Kürt illerinde ve İstanbul başta olmak üzere ülke genelindeki metropollerde günlerce süren ve yer yer ayaklanmalara dönüşen kitlesel protesto eylemleri gerçekleştirildi. Günlerce süren eylemler karşısında Tayyip Erdoğan, adeta Genelkurmay'ın sözcüsü gibi davranıp açıklamalarıyla kitlelerin öfkesini üzerine çekti. Kürt ezilenleri nezdinde Erdoğan ve AKP'nin maskesi tümüyle düşerken, bu açıklamaların da etkisiyle polis ve jandarma eylemlere şiddetle müdahale etti. Eylemlerde 400'ü aşkın kişi gözaltına alındı, 29'u çocuk olmak üzere yaklaşık 220 kişi tutuklandı. Gözaltı ve tutuklama süreçlerinde çocuklar da dahil onlarca kişi işkence ve kötü muameleye maruz kaldı. Doğubeyazıt'ta bir eylemci katledildi ve bu cinayet neredeyse canlı yayınlandı!

Başbakan Erdoğan, şiddet ve saldırılara tüy dikercesine Kürt illerine "çıkartma" gerçekleştirmek istedi, ancak gittiği her ilde binlerce Kürt ezilenin şiddetli tepkisiyle karşılandı. Özellikle Diyarbakır, Dersim, Van, Hakkâri ve Şemdinli "çıkartma"ları tam bir hezimete dönüştü, esnaf kepenk kapattı, 7'den 70'e Kürt ezilenleri sokaklara taştı ve çatışmalar yaşandı. Tayyip Erdoğan, "çıkartma"dan "geri püskürtmeye" dönüşen gezisinde, Kürt halkının temsilcisi olan DTP'ye rest çekerek yerel seçimlere dönük olarak hedefe yerleştirdi. Van'daki konuşmasında "Kürt kökenli, Kürtlüğüyle övünebilir" sözleriyle vatandaşlık üst kimliğinden dem vuran ve AKP'li Van Belediyesi dolayısıyla halkın gönlünü çelmeye çalışan Erdoğan, Hakkari'ye gittiğinde bu söylemini derhal bir kenara bırakıp savaş politikalarının ve faşist/şovenist zihniyetin sözcüsü oldu. Erdoğan Hakkari'de; "Tek millet dedik, tek bayrak dedik, tek vatan dedik, tek devlet dedik. Buna karşı çıkanın Türkiye'de yeri yok. Buyursun istediği yere gitsin" sözleriyle, MHP'nin faşizan "ya sev ya terk et" söylemini tekrar etti. DTP ise sözlere, "Kimi kimin vatanından kovuyorsun" diyerek haklı olarak tepki göstermektedir.

Erdoğan, "malum parti" diyerek yalnızca DTP'yi hedef konumuna getirmekle kalmamış, "tehditle esnafların dükkânlarını kapatması yönünde çalışmalar yapmak istiyor, polisimize ağza gelmeyecek hakaretlerle saldıran tipler bunlar ve bunlar bu ülkede şu anda milletvekili olmuş durumda" diyerek DTP'li vekilleri de açık hedef haline getirmektedir. Bu yaklaşım, önümüzdeki süreçte DTP'nin kapatma davasında da yansımasını bulacağı gibi, 1990'lı yıllarda olduğu gibi DTP yönetici ve üyelerine yönelik saldırı ve suikastlar uzak değildir. Kürt halkının temsilcilerine yönelik gelişebilecek suikast ve saldırıların sorumlusu AKP hükümeti nezdinde devlettir!

Gelişmelerden vazife çıkaran çeşitli valiler de faşizan uygulamalar geliştirmekte gecikmedi. Adana valisinin gösterilere katılan çocukların ailelerinin yeşil kartlarını geri alacağını açıklaması, böylece mücadeleden vazgeçmeyen yoksul Kürt halkını, adeta "açlıkla terbiye eder" gibi ücretsiz sağlık hakkından mahrum bırakmakla tehdit etmesi ibret verici faşizan bir uygulama olarak tarihe geçti. Hatta eylemlere katılan çocukların devlet tarafından ailelerinden alınması önerisi bile dile getirilebildi. Tepkiler üzerine geri adım atan Adana valisinin, durumdan vazife çıkarmak için yeni gelişmeleri bekleyeceği açıktır. Kürt halkına yönelik teslimiyet ya da imha politikası, bütün alanlara yayılmak istenmektedir.

Diğer bir vazifeşinas vali de emekçilere ve ezilenlere 1 Mayıs'ta Taksim'i yasaklamaya kalkan İstanbul valisi oldu. Vali, DTP'nin pazar günü Taksim'de yapacağı basın açıklamasından önce "gelmeyin" uyarısında bulundu. Eylem günü Taksim tam bir polis ablukasına alınarak sokaklar tutuldu ve eylem/çatışma akşam saatlerine kadar arka sokaklarda devam etti. Polisin terör estirdiği eylem sonucunda çok sayıda kişi gözaltına alındı, DTP İstanbul İl Başkanı ile Fatih İlçe Başkanı tutuklandı.

Bölgedeki "çıkartma"sından hezimetle ayrılan Erdoğan ise soluğu Isparta'daki Dağ Komando Okul ve Eğitim Merkezi'ne gitmekte ve doğrudan savaşa katılan rütbeli er ve erbaşların eğitimine katılmakta buldu. Bu durum akıllara, Çiller-Güreş dönemini getiriyor. Kürt emekçi ve ezilenlerine karşı TSK ile uzlaşmasının tam olduğu gösterisine soyunan Erdoğan'ın sırtı sıvazlanmış olacak ki tümüyle zıvanadan çıkarak DTP'lileri "bunlar insan düşmanı" diye nitelendirmektedir. Oysa aynı Erdoğan, 2006 yılında "kadın da çocuk da olsa emniyet güçleri gerekeni yapacaktır" diyerek Diyarbakır'da ayağa kalkmış kitlelere katliam iznini vermişti. Bugün de, MHP'nin bugüne kadarki söylemlerini de aşarak Kürtlere yönelik saldırı ve linçleri onaylamaktadır! Pazar günü Taksim civarında protesto eylemi engellenen Kürt gençlere pompalı tüfekle saldıranlar hakkında, "Eğer siz vatandaşın mağazasının camlarını indirirseniz, vatandaşın hayatına kastederseniz, vatandaş kalkıp da eğer elinde böyle bir tedbiri, böyle imkânı varsa kendisini savunma yoluna gidecektir." diyebilmiştir! DTP Başkanı Ahmet Türk ise Erdoğan'ın kışkırtmasına karşı, "Biz hedef gösteriliyoruz, Başbakan katli vaciptir fetvası veriyor." sözleriyle tepki göstermiştir. Kısacası önümüzdeki dönem hem Kürt hareketine, iradesine ve temsilcilerine yönelik saldırıların meşrulaştırılıp arttırılacağı bir süreç olacaktır.

Bu süreçten yalnızca Kürt ezilenleri değil, devrimci ve sosyalist odaklar da nasibini alacaktır ve almaktadır. Yürüyüş dergisi dağıtırken gözaltına alınıp tutuklanan ve cezaevinde işkence ile katledilen Engin Çeber bunun en yakıcı örneğidir. Hapishanelerden ve karakollardan işkence sesleri yükselmektedir. Polisin, yetkilerini artıran yasal düzenlemelerin ardından yargısız infazlar yeniden başlamıştır. Dur ihtarına uymadığı için öldürülen gençler, işyerinde polis dayağına maruz kalan esnaflar vs. bu sürecin ilerleyeceğine işarettir.

Ekonomik krizle birlikte işten çıkarılan, yoksullaşan kitlelerin sokağa çıkmaları karşısında da aynı tehdit ve devlet terörü uygulanacaktır. Gelişmeler emekçi ve ezilenleri sindirmeye dönüktür. Yükseltilen şiddete, faşizan uygulamalara ve şovenist/faşist çetelerin saldırılarına karşı hazırlıklı olunmalıdır. Başbakan'ın, pompalı tüfekle saldıranlara tanıdığı "hak"tan daha fazlasının, saldırıya uğrayanların meşru savunma hakkı olduğunu hatırlatıyoruz!

Baskı, şiddet ve imha girişimleri Kürt ezilenlerini, işçileri, emekçileri, devrimcileri sindirmeye yetmeyecektir. Önümüzdeki dönem hem Kürt ezilenlerinin hem de tüm işçi ve emekçilerin sınıf mücadelesini keskinleştirecekleri süreç olacaktır.

Devrimci İşçi Partisi-Girişimi olarak bir kez daha vurguluyoruz;

Irkçılığa karşı hepimiz Kürdüz, baskılara karşı hepimiz DTP'liyiz!

Kürt halkı yalnız değildir!

İşkenceciler, provokatörler, kontrgerilla hesap verecek!

Faşizme karşı omuz omuza!

Yaşasın işçilerin birliği, halkların kardeşliği!

DİP-Girişimi / 06 Kasım 2008