Fabrikalardan Haberler
Günde 12 saat çalışmaya ve taşerona hayır!
Limanda taşeron işçisi olarak çalışıyorum. Ama taşeronum diye köle olduğumu düşünüyorlar. Günde 12 saat çalışıp, kendimi tüketirken patronu daha da zengin etmek istemiyorum. Eşimi ve çocuklarımı görmek istiyorum. Ben köle değilim. Taşeron zulmü hem maaşlarımızı düşürüyor, hem de çalışma saatlerimizi uzatıyor. Can güvenliği ve iş güvencesi desen, taşeronda ne gezer? Liman işçisi olmamıza rağmen depolama işçisi olarak gösteriyorlar bizi. Hakkımızı almak için birlik olmaktan başka çare yok. Sustukça, karşı çıkmadıkça daha çok üzerimize geliyorlar. Taşeron zulmü bitsin, yasaklansın. Yeter artık.
Borusan Lojistik’ten taşeron bir işçi
İşçiler fişleniyor!
Fabrikalarda işçiler fişleniyor! “Kırmızı Kalem” denen bir şey var. Eğer fabrika seni fişlerse, bu kırmızı kalemin seninle her yere geliyor. Eğer kırmızı kalem çekilmişse sana, fabrikalara girerken zorlanıyorsun. Zaten taşeron işçiyim, aldığım para ve çalıştığım şartlar belli. Çalışırkenki baskılar yetmiyor sanki, bir de gelecekte çalışacağım fabrikalarla korkutmaya çalışıyorlar.
Çimtaş’tan taşeron mevsimlik işçi
Kadroluyla aynı işi yapıyorum ama taşeronum! Taşeron yasaklansın!
Kaynakçıyım. Kadrolu işçilerle yan yana çalışıyorum. Onların yaptığı her işi, her kaynağı ben de yapıyorum. Benim işçi kardeşimin aldığı parada gözüm yok. Hepimiz yüksek ücretler alalım. Hepimiz iyi şartlarda çalışalım. Ancak bunun önündeki en büyük engel taşeron belasıdır. Taşeron kölelik demektir, bunu her gün yaşayarak görüyorum. Taşeron yasaklanmalıdır. Aynı işi yaparken neden ben taşeronum? Herkes güvenceli ve kadrolu işlerde çalışabilmelidir.
Çimtaş’tan taşeron işçi
Asgari ücret ve elden alınan mesai ücreti istemiyoruz!
Metal gibi ağır bir sektörde çalışıyoruz, fakat asgari ücret alabiliyoruz. Bakanlara sorarsanız asgari ücret iyi para diyorlar. Günde her öğün bir simit yesek bile, asgari ücret yetmez. Kira, fatura ve çoluk çocuk giderlerini söylemiyorum bile. Asgari ücret açlık sınırında çalışmak demektir. Bu yetmiyormuş gibi yaptığımız fazla mesailer elden ödeniyor. Yani kayıt dışı fazla mesai yaptırılıyoruz. İnsan gibi şartlarda çalışmak istiyoruz. İnsan gibi yaşayabileceğimiz ücretler almak istiyoruz.
HMS Alüminyum’dan bir işçi
Taşeron işçinin yükü bitmiyor
Anonim şirket olmasıyla birlikte PTT içindeki çalışma biçimleri olumsuz anlamda oldukça çeşitlendi. PTT anonim şirket olduğu andan itibaren kendi bünyesine rahatça istediği statüde personel almaya başladı. Bir yandan taşeron işçiler, diğer yandan kadrolu memurlar ve şimdi de üç yıllık sözleşmeyle çalışan sözleşmeli memurlar…
Yeni çalışma biçimi bu üç yıllık sözleşme imzalayan personellerle şekillendirilmeye başladı. Bu personeller postacılık okulları ve kargo lojistik bölümlerinden mezun olan öğrenciler içinden seçiliyor. Bizim bulunduğumuz birimde bu arkadaşlardan üç kişi işe başladı. Bu arkadaşların işe başlamasıyla birlikte de birçok dedikodu ortaya çıktı. Herkes bu yeni çalışma biçiminin taşeron işçilerin yerini almaya aday olduğunu düşünmeye başladı. Biz taşeron işçiler bunun üzerine bu arkadaşların okudukları okullarda uzaktan eğitim alarak okuyabileceğimizi belirttik. Ancak PTT yönetimi bunun mümkün olamayacağını, bizlerin PTT ile bir ilgimizin olmadığını, taşeron şirketlerin elemanları olduğumuzu söyledi.
Bu arkadaşların statüsü ile ilgili de bir muamma var. Biz bu arkadaşların kendi sendikamıza üye olup olamayacağını genel müdürlüğe sorduğumuzda bu personellerin memur statüsünde olduğunu belirttiler. Ancak tıpkı taşeron işçiler gibi üç yıllık sözleşme imzalıyor olmaları bu işçi arkadaşların statüsü hakkında kafa karışıklığına neden oluyor.
Bizi esas ilgilendiren diğer bir sorun da bu arkadaşların postane ve kargo-lojistik bölümlerinden mezun olmalarına rağmen iş hakkında hiçbir bilgilerinin olmamaları. Üstelik PTT genel müdürlüğünün bu arkadaşları bir eğitimden geçirmesi gerekirken tüm yük –sanki başka hiç yükümüz yokmuş gibi- biz taşeron işçilerin üzerine yığılıyor. PTT genel müdürlüğü bu sayede bizim emeğimiz üzerinden kendince bir tasarruf yapıyor. Bu durum biz taşeron PTT çalışanlarını oldukça rahatsız ediyor.
PTT yönetimi kadrolu memurları emekliliğe zorluyor, onların yerini ise daha az sayıda sözleşmeli ya da taşeron işçi ile doldurmaya çalışıyor. Günden güne iş yükümüz artıyor. Bu nedenle çoğu zaman biz taşeron işçiler bizim vazifemiz olmayan işleri yapmak zorunda kalıyoruz. Örneğin bizim tebligat yapma yetkimiz yok. Tebligatları sadece kadrolu memurlar yapabiliyor. Ancak buna rağmen tebligatları biz yapıyoruz, bizim yaptığımız tebligatları kadrolu memurlar imzalıyor. Bu durum da bizim PTT’deki alt işleri değil esas işleri yaptığımızın bir göstergesi aslında.
Sorunlarımızı dile getireceğimiz bir merci asla bulamıyoruz. Çalışma ve Sosyal Güvenlik İletişim Merkezi Alo 170, İŞKUR’un irtibat numarası ya da BİMER… Ne zaman bir şey danışmak istesek ya da bir haksızlığa uğrasak bu numaraları arıyoruz. Ancak şimdiye kadar hiçbir olumlu sonuç alamadık. Bu merkezler bizim şikâyetlerimizin cevabını yine bizim müdürlüğümüze iletiyor. Zaten kendi kurumumuzdan bir cevap alabilsek bu numaraları aramayız.
Sonuç olarak biz taşeron PTT işlerinin sorunları bir türlü bitmiyor. Bu taşeron sistemi ortadan kalkmadıkça da biteceğe benzemiyor. Yeni çıkan “taşerona müjde” başlıklı haberlerden de bıkmaya başladık. Çıkarılan her yasa bırakın lehimize olmayı bilakis aleyhimize işliyor. Örneğin mecliste görüşülen son torba yasa ile birlikte mağdur olduğumuz durumlarda asıl işverene gitme ihtimalimiz sıfıra iniyor. Bir taşeron firma iflas ederse bizim işçiler olarak haklarımızı alma ihtimalimiz imkânsız hale geliyor. Bu yasa taşeron şirketlere ise birçok olanak sağlıyor. Taşeron şirketlerin zor durumda kaldıklarında işçiye hakkını vermeden kendini kurtarmasına imkân veriliyor. Diğer yandan ise var olan haklarımızı koruma şansımız da gitgide azalıyor.
Düzce PTT’de Çalışan Taşeron İşçiler
Bir kadın işçinin günlüğü
Ben Manisa Organize Sanayi Bölgesindeki bir fabrikada 10 aydır çalışmaktayım. Fabrikamız metal iş kolunda – beyaz eşya - üretim yapmaktadır.
Fabrikamızda iki vardiya sistemi var. Sabah 07.45-17.45 vardiyası var. Bu vardiya fazla mesai ile birlikte 19.45’e kadar çalışmaya devam ediyor. Diğer vardiya da 19.45’de başlayıp fazla mesai ile birlikte 07.45’i buluyor. Yemek ve çay molalılarımız gün içerisinde işin yoğunluğuna göre değişiyor. Yemek molalarımız 30 dakika. Bazen yemeğe 12:00’de çıkıyoruz, bazen 13:00’te. Çay saatlerimiz de sürekli değişiyor ve 15 dakika civarında gerçekleşiyor. Zaten bu yemek ve dinlenme sürelerimizin bir kısmı yolda geçiyor. Ki mesafe gideceğimiz yere oldukça uzak. Çayımızı höpür höpür hızlıca içmek durumunda kalıyoruz. Çoğu kere dilimiz yanıyor. Sigaralarımızı bile yarıda bırakıyoruz. Ben sizlere bir muhteşem günümü anlatmak istiyorum.
Sabah 06:00 da uyanırım. 15 dakikada üstümü giyinir, makyajımı falan yaparım. Kahvaltımı yapmadan evden hızlıca servis durağına giderim. Durakta yüzlerce işçi vardır. Kimisi İnci Akü fabrikası servisine, kimisi Vestel servisine, kimisi Özgür Kablo servislerine biner. Ben kendi servisime saat 07:05 sularında binerim.
İşçiler servis beklerken yorgunluktan genelde çok suratsızlardır, günaydınlaşmazlar bile. Servise binişlerde her seferinde küçük çaplı bir savaş yaşanır. Buna ben yer kapma savaşı diyorum. Servise binmemiz ile yolculuk başlar. 07:30 civarı fabrikada oluruz. 75 kuruşa bir poğaça, 50 kuruşa bir çay alır, hızlıca yer; sonrada iş kıyafetlerimi giymek için hızla soyunma odasına koşarım. Tam 07:45’te zil çalar. Bu dakikada işimin başında olmam gerekirken genelde ben hep geç kalırım. Yani anlayacağınız pek disiplinli sayılmam! Bu kadar dakikliğe hangi insan evladı dayanır o da bir muamma.
Ben fabrikanın SC bölümünde çalışıyorum. Derin dondurucuların lamba kontrollerini yapıyorum. Bu iş oldukça sıkıcı bir iş... İş basit olmakla birlikte sürekli oturularak yapıldığı için işimden memnunum. Ama bazen başka bölümlere de gönderiyorlar beni. Dabıl dor, modifikasyon, ambalaj bölümlerine gidebiliyorum. Çalıştığım bölümde 10 kişi varız. Çalıştığım bölümde kadın olmaktan kaynaklı bazen tuhaf sorularla karşılaşırım. Mesela, bazı özel günlerimde tuvalete gittiğimde dönüş sürem genelde uzar. Bu anlarda formenler “Senin ne özelliğin var!” diye çemkirirler. İnsan halinden hiç anlamazlar. Varsa yoksa yetişmesi gereken sayı. Arada fırsat bulursak konuşuruz ve öğle yemeğini buluruz. Aynı hızla yemek yeriz ve dönerken yine geç kalırım.
Bazen hiç kimse konuşmaz ve stok yaparız. Sanki birbirimizle sessiz bir yarış içine gireriz. Bu yarış çay saatine kadar devam eder. Biz yemeğe ya da çay saatine çıktığımızda geride 1 - 2 işçi arkadaşımızı makinaların başında nöbete bırakırız. 15:00’ten sonra iş eski yoğunluğunu kaybeder, yavaşlar ve nihayet bizim de yarışımız ağırlaşır. 17:45’te zilin çalması ile paydos ederiz. Ama işçilerin büyük bir kısmı hatta hepsi mesaiye kalır. Aslında kimse mesaiye kalmak istemez. Ama el mahkûm... Mesaiye kalmasan aldığın paranın hiç değeri yok.
Ben de hiç mesaiye kalmak istemem. Çünkü uyumak isterim. Çünkü fabrikadan uzaklaşmak isterim. Çünkü gezmek isterim. Yani kısacası yaşamak isterim ama bu pek mümkün olmaz. Çünkü günün yorgunluğu üzerime biner ve adeta beni bu yorgunluk eve sürükler. Ben bazen mesaiye kalmam. Evli olan arkadaşlar ise mutlaka kalırlar biraz daha fazla para kazanmak için. “Damlaya damlaya göl olur.” hesabı çalışmaya devam ederler.
Özetle diyebilirim ki işçi olmak çok zor.
Manisa Organizeden Bir Kadın İşçi
Oruç tutan da tutmayan da bir olmalı
Yaz geldi, Ramazan ayı başladı. Ben de oruç tutanlardan biriyim fakat işyerimde oruç tutmayan arkadaşlarımın sürekli bana ya da diğer oruçlu arkadaşlarıma, neden oruç tutmadıkları ile ilgili gelip gidip açıklama yapmak zorunda hissetmesi çok üzücü. Sabahtan akşama kadar beraberiz ve inançlarımızla, ibadetlerimizle ilgili sorun yaşamamalıyız. Oruçlu olan arkadaşlar da tutmayanlar üzerinde baskı oluşturmamalı. Dinimiz, ülkemiz, rengimiz ne olursa olsun biz işçiyiz ve omuz omuza üretiyoruz.
Bir de Ramazan çadırlarının zenginler tarafından reklam aracı haline gelmesi çok yaygınlaştı. Bir avuç insanı çadırda yemek yedirince zenginler vicdani olarak ya da insanların gözünde aklandım sanıyor. Aslında onlar aklanmıyorlar. Biz o çadırların da yine işçiden gasp ettikleri ile kurulduğunu biliyoruz. İnşallah bir gün bütün çadırları başlarına geçer de onları defederiz başımızdan. Sonra da her gün biz bütün sokaklara kurarız işçi sofralarımızı.
Çorlu’dan kimya sektöründen bir işçi
En yakıcı sorunumuz güvencesizlik
Güvencesiz çalışıyoruz, her şey bir adamın iki dudağının arasından çıkacak lafa bakıyor. Ben 12 aydır çalışıyorum, iş yerimde 5-6 yıldır çalışan arkadaşlar da var. Şirket tazminat hakkımızı vermemek için 6 ayda veya 12 ayda bir işten çıkartıp sözleşme yeniliyor. Şirketin ismi değişiyor, kıyafetler değişiyor ve biz aynı işte kalıyoruz. Güvence olmaması işçilerin söz hakkını tamamıyla yok ediyor, bizleri koyun yerine koyuyor. Bizlerin sosyal haklardan, maaşa, çalışma koşullarından, amirlerin kötü davranışına birçok sorunumuz var ancak şu an en yakıcı sorunumuz güvencesiz çalışma.
İTÜ Maslak’ta bir güvenlik işçisi
İş çıkışında çantalar aranıyor: hırsız değil işçiyiz!
Tekstil sektöründe yeni çalışmaya başlayan bir işçiyim. Çalıştığım fabrika kadın giyim üzerine üretim yapıyor. Fabrikada 100'e yakın işçiyiz. Burada çalışma koşulları diğer fabrikalardan biraz daha iyi. Sebebi, işçiler tarafından mahkemelik olan patronun davayı kaybetmesi. Ama yine de insani şartlara uygun olmayan olumsuzluklar var. Örneğin öğle arasında fabrika dışına çıkmamıza izin verilmiyor. Temizlik personeli yok, tuvaletleri bile kendimiz temizliyoruz. Zaten asgari ücretle çalışıyorken bir de hesabımıza yatan küsurat fazlaysa elden geri veriyoruz. İş çıkışlarında çantalarımız aranıyor, resmen potansiyel hırsız muamelesi görüyoruz. Burada bir hırsız varsa o da bizim sırtımızdan geçinen patronlardır. Bu koşulların düzeltilmesi ve daha iyi şartlar altında çalışmamız gerekiyor. Bunun için yapmamız gereken çok açık: örgütlü mücadele!
Ankara'dan bir tekstil işçisi
İşyerimizde patlama
Makine Kimya Endüstrisi (MKE) Barutsan'ın Ankara Elmadağ fabrikasında çalışan bir işçiyim. NGL Barut atölyesinde geçen ay bir patlama oldu. Sebebi henüz bilinmeyen bu patlama neticesinde üç kadrolu işçi yaralanıp hastaneye kaldırıldı. Halen hastanede tedavileri devam etmektedir. İşçilerin vücudunda ciddi yanıklar vardır.
İşyerimizde daha evvel de buna benzer iş kazaları yaşandı ve patlamalar oldu. Hayatını kaybedenler, yaralananlar, sakat kalanlar var. Örneğin geçen sene iki işçi arkadaş öldü. 95'teki patlamada üç işçi öldü. Riskli bir işyeri olan MKE'de gerekli işçi sağlığı ve güvenliği önlemleri alınmalıdır.
Bu tarz kazaların çok yaşandığı işyerimizde yanmaz elbiselerin hayati açıdan önemi büyük. Pahalı olması gerekçe gösterilerek tüm birimlere bu elbiselerden alınmadı. Mühendisler tüm işçilere bu yanmaz kıyafetlerin sağlanması için çok mücadele ettiler. Bu mücadelenin önemi bu olayla görülmüş oldu.
Barutsan'dan bir işçi
Bu yazı Gerçek gazetesinin Temmuz 2014 tarihli 57. sayısında yayınlanmıştır.