NATO koridoru Irak’a mı uzanıyor? Dışarıda emperyalist taşeronluğuna içeride kardeş kavgasına hayır!
Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde yaptığı askeri harekâtlar, iç kamuoyunda ABD’nin beslediği PYD/YPG’ye karşı yapılıyor diye sunulsa da varılan yer ABD’nin Suriye politikasıyla örtüşüyordu. Fırat Kalkanı (Cerablus-El Bab), Zeytin Dalı (Afrin), Barış Pınarı (Fırat’ın doğusunda Resulayn ve Tel Abyad) ile son olarak Bahar Kalkanı (İdlib) harekatları sonucunda, Suriye’nin kuzeyi NATO ordusu Türkiye ile ona eklemlenmiş Suriye Milli Ordusu güçleri ve yine ABD’nin himaye ettiği Suriye Demokratik Güçleri (PYD/YPG) tarafından kontrol edilmekte. Biz buna sürecin başından itibaren NATO koridoru adını veriyoruz.
Mattis planı devrede: “PKK ve YPG’yi ayrıştır, TSK’yı taşeronlaştır”
ABD bu koridoru Türkiye’nin operasyonlarına “istemem yan cebime koy” diyerek, PYD’ye ise havuç sopa politikası uygulayarak adım adım inşa etti. Bu koridorun istikrara kavuşabilmesi için Türkiye ile PYD arasında bir normalleşme gerektiği açık. ABD, bunun için eski Savunma Bakanı James Mattis’in “PKK ile YPG’yi ayrıştırma hatta gerekirse birbiriyle savaştırma” gayesini içeren planını sıcak tutuyor. ABD bu plan kapsamında PKK’nin üst düzey liderlerinin başına ödül koymuş durumda. ABD’nin Gara’daki operasyona icazet vermesi ve Hulusi Akar’ın ifadesiyle Türkiye ile koordinasyon içinde olmasının arkasında da bu plan var.
Bu planın yeni Biden yönetimi tarafından revize edilmesi ihtimali Erdoğan ile sivil-asker müttefiklerini endişelendiriyor. Süleyman Soylu’nun “bu kış PKK’yı bitireceğiz” türünden açıklamaları ve Gara’da olduğu gibi aceleyle ve yoğun güç kullanarak sonuç alma çabalarının bu endişeden kaynaklandığı anlaşılıyor. ABD ise Türkiye’nin Kuzey Irak’taki askeri girişimlerine icazet verse de bu harekâtları da kendi belirlediği sınırlar içinde tutuyor. Örneğin Gara’da Süleyman Soylu’nun en büyük hayal kırıklığı Murat Karayılan’ı öldürememiş olmaktı. Bunu hem sosyal medyadan hem de meclis kürsüsünden ifade etti. Daha önce CIA aracılığı ile Öcalan’ın Türkiye’ye getirilmesini sağlayan ABD, benzer bir şeyi yapmak için belli ki Erdoğan ve iktidarından daha fazlasını istiyor.
Türkiye’nin yeni NATO görevleri hayra alamet değil
Daha fazlasının ne olduğunu ise 17-18 Şubat’ta gerçekleştirilen NATO Savunma Bakanları toplantısında öğreniyoruz. Bu toplantıda Türkiye’yi, Amerikan liyakat madalyalı Savunma Bakanı Hulusi Akar temsil etti. Toplantıda S-400 füzeleri ve F-35 savaş uçaklarıyla ilgili gerginliklerin yaşanacağı düşünülüyordu. Ancak öyle olmadı. Bunun yerine Türkiye’nin “NATO Çok Yüksek Hazırlıklı Ortak Görev Gücü” komutasını üstlenmesine paralel olarak NATO’nun Irak operasyonunun genişletilmesi kararı alındı. S-400’ler konusunda ise Türkiye’ye yönelik sopa yerine havuç politikası öne çıktı ve S-400’ler yerine Amerikan Patriot füzelerinin yanında Fransız-İtalyan ortak yapımı SAMP-T füzeleri önerildi. Türkiye ABD ile ilişkilerde tünelin ucundaki ışığı görür görmez F-35 savaş uçağı projesine geri dönmek amacıyla derhal ABD’de Arnold and Porter isimli bir lobi şirketiyle anlaştı.
Türkiye’nin NATO nezdinde yüklendiği bu görevler hayra alamet değil. NATO’nun Irak’taki amacının İran’a karşı olduğu ortada. Türkiye’nin burada belirleyici görev üstlenmesi ise kaçınılmaz olarak Türkiye-İran ilişkilerini olumsuz yönde etkileyecektir. Türk askerini Irak’ta en başta İran yanlısı Şii Haşdi Şabi (Halk Seferberliği) milisleriyle karşı karşıya getirebilir. Nitekim NATO toplantısının ardından Gara operasyonuna Haşdi Şabi’nin üst perdeden tepki göstermesi, Haşdi Şabi güçlerinin Sincar’a konuşlanmaya başlaması ve nihayet bu örgütlerin bölgedeki TSK askeri üssü konumunda olan Başika’ya taciz atışlarında bulunması da anlam kazanmaya başlıyor.
Emperyalizmin ve istibdadın kışkırttığı kardeş kavgasına karşı halkların kardeşliği!
Bu gerilimin Türkiye sınırlarının içine Kürt düşmanı bir şovenizmin yanında Alevilere ve Caferilere karşı mezhepçiliğin artması biçiminde girmesi söz konusudur. Bu son derece tehlikelidir. Dışarıda emperyalizmin operasyonlarında taşeronluk yapanlar, içeride kardeş kavgasını körükleyerek dikkatleri başka yöne çekmeye, halkı bölüp parçalamaya, muhalefeti felç etmeye niyetlenebilirler. 6-7 Eylül olaylarını, Maraş, Çorum, Gazi ve Sivas katliamlarını, Kürtlere karşı insan kaybetmeleri, faili meçhul cinayetleri, “bin operasyonları”, linç girişimlerini yaşayan bu ülke halkları için yeni bir şeyden bahsetmiyoruz. ABD’den ve NATO’dan ne demokrasi beklenebilir ne de Kürtlere, Alevilere kalkan olması. Emperyalizm tüm halkların baş düşmanıdır. Dolayısıyla halkların kardeşliğini savunan anti-emperyalist bir politika her zamankinden daha yakıcı bir gereklilik olarak karşımızda duruyor.
Bu yazının kısaltılmış bir versiyonu Gerçek gazetesinin Mart 2021 tarihli 138. sayısında yayınlanmıştır.