İstibdadın doğa talanı: İkizdere gerçeği
Rize'nin İkizdere ilçesine bağlı Gürdere ve Cevizli köyleri arasında bulunan, içinde arıcılık ve çay tarımının yapıldığı İşkencedere Vadisi, haftalardır Cengiz Holding'in kuşatması altında. Rize'ye yapılması planlanan havaalanında kullanılacak taşları çıkarmak için inşa edileceği açıklanan taş ocağının tamamlanması durumunda vadideki doğal yaşam tamamen sona erecek. Taş ocağı inşaatı için şimdiden vadide yüzlerce ağaç kesildi, derelerden çamur akmaya başladı, inşaat molozları dere yatağını doldurdu. Üstelik bunlar, henüz inşaatın tamamlanmadığı koşullarda yaşanıyor. İnşaatın tamamlanması durumunda yaşanacak çevre felaketinin boyutlarını öngörmek çok da zor olmasa gerek.
Cengiz Holding'in patronu Mehmet Cengiz, AKP iktidarı ile zenginleşen sermayedarlardan birisi. Telefonda halka küfrettiği konuşmaları açığa çıkan küfürbaz Cengiz'in kendisi de Rizeli. Ancak, işin içinde rant olunca kendi memleketinin doğasına karşı böylesine büyük bir saldırıyı yapmaktan imtina etmiyor. Üstelik, Karadeniz bölgesinde yakın zamanda büyük çaplı doğa katliamlarına yol açan maden, hidroelektrik santral (HES), termik santral, yol, taş ocağı vb. pek çok projenin ihalesi de Cengiz Holding'e verildi. Artvin Cerattepe'deki maden karşıtı direniş hâlâ belleklerde taze.
İkizdere halkı, haftalardır vadideki inşaata ve doğa katliamına karşı direniyor. Genciyle, yaşlısıyla, kadınıyla, çocuğuyla İşkencedere Vadisi'nde halk, iş makinelerinin önüne kendilerini siper ederek, jandarma baskısına göğüs gererek direnişini sürdürüyor. İşkencedere Vadisi'nin taş ocaklarıyla yok edilmesi durumunda bölgede yaşam şanslarının kalmayacağını, giderek yoksullaşacaklarını ve göç yollarına düşmek zorunda kalacaklarını biliyorlar. Bunun dışında, Fatsa'daki maden, Rize/Pazar'daki taş ocağı, Çayeli'deki HES gibi inşaatların ve Karadeniz Sahil Yolu'nun yarattığı çevre tahribatı da ortada. Daha önceleri yaşanan bu katliamlardan gerekli dersi çıkaran İkizdere halkı, direnme yolunu seçti. Bölgedeki doğa katliamının büyümesinin önüne geçen de halkın direnişi oldu.
İstibdadın silahı: Yalan ve demagoji
İstibdadın sözcüleri, başlangıçta bu direnişi görmezden gelmeyi seçtiler. Bölgedeki direnişe, kendisi de İkizdereli olan HDP İzmir Milletvekili Murat Çepni'nin destek ziyaretinde bulunması üzerine, Erdoğan'a yakınlığıyla bilinen Metin Külünk, (geçtiğimiz yaz aylarında İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'ya yakın bir dernek olarak adlandırılan Milli Beka Hareketi'nin merkezinin basılıp içeridekilerin dövülmesi olayında da adı geçmişti) Twitter hesabından akla zarar bir komplo teorisi ortaya attı. Külünk, bir süre önce ABD Başkanı Joe Biden'ın Ermeni Soykırımı açıklaması yapmasına da göndermede bulunarak, ABD'nin Türkiye'ye karşı örtülü bir savaş ilan ettiğini, bunun için de Karadeniz gibi milliyetçi ve muhafazakâr olarak bilinen bir bölgede karışıklık çıkarmaya çalıştığını, HDP'li Çepni'nin de bu amaçla İkizdere'ye gelerek köylüleri kışkırttığını iddia etti.
ABD emperyalizminin Türkiye halklarına düşman olduğu doğrudur. Lakin, AKP'li Külünk, emperyalizmin parmağını yanlış yerde arıyor. Zira, emperyalizmin parmağı bir yerde aranacaksa orası İşkencedere Vadisi değildir. Emperyalizm ile işbirliği, Amerikan liyakat madalyalı Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar'a, Amerikan Donanma Madalyası'na sahip olan Deniz Kuvvetleri Komutanı Adnan Özbal'da, emperyalist tekellere "OHAL’i sermayenin önünü açmak için kullanıyoruz, sizin için grevleri bile yasaklıyorum" diyen Recep Tayyip Erdoğan'da aranmalıdır. Türkiye'de faaliyet yürüten emperyalist Alman tekeli Döhler ve emperyalist Amerikan tekeli Cargill'in sendikalı işçilerine yönelik uyguladıkları hukuksuzluğa karşı üç maymunu oynayan, ancak Döhler ve Cargill işçilerinin üzerine polisi ve jandarmayı gönderen bir istibdadın sözcüleri, İşkencedere Vadisi'nde dereleri ve yaşam alanları için direnen halka Amerikan uşağı diyemez, bu direnişte emperyalizmin parmağını arayamaz. Emperyalizmle işbirliği uğruna Suriye'nin kuzeyinde NATO koridoru açanlar, emperyalizmin çıkarları için Ortadoğu halklarını birbirine düşman edenlerdir asıl işbirlikçiler.
İşkencedere Vadisi halkına karşı ithamlarda bulunan sadece Metin Külünk değildi elbette. Projeden doğrudan doğruya sorumlu olan Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Adil Karaismailoğlu da köylülerin "marjinal gruplar tarafından kışkırtıldığı" iddiasını ortaya attı. Bakan Karaismailoğlu'na göre, köylülerin yaşam alanlarına yönelik saldırılar normal, ancak köylülerin yaşam alanlarını savunması "Marjinal grupların kışkırtması" oluyor. Ancak, İkizdere'ye bakıldığı zaman asıl marjinal grubun köylüler değil, rant için İşkencedere'yi katletmeye girişen Cengiz Holding olduğu görülecektir. Bir avuç sermayedarın çıkarları için doğal yaşama saldıran, ormanları, dereleri, vadileri katledenler, halkın direnişine "marjinal grupların kışkırtması" diyerek çamur atıyorlar.
AKP İkizdere İlçe Başkanı Mustafa Havuz ise, İşkencedere'deki direnişi "HDP ve PKK provokasyonu" olarak suçluyor. Seçim dönemlerinde hapisteki PKK lideri Abdullah Öcalan'ın mektubunu okuyarak, HDP seçmeninden seçimleri boykot etmelerini bekleyen sanki AKP'nin kendisi değilmiş gibi, yaşam alanları için direnen köylüleri "PKK ve HDP provokasyonuna" alet olmakla suçluyorlar.
Bir bütün olarak istibdadın saldırısı
İstibdadın sivil ve askeri olmak üzere iki kanada ayrıldığı, bunların birbirleriyle veya kendi içlerinde o veya bu biçimde çelişkiler yaşadığı, Gerçek gazetesinde defalarca yazıldı. Lakin, İşkencedere Vadisi'ne bakıldığında bu çelişkilerin ortadan kalktığını, istibdadın iki kanadının da İşkencedere'yi katletmek için yan yana geldikleri görülüyor. İstibdadın sivil kanadına yakınlığıyla bilinen, Erdoğan ve damadı Berat Albayrak'a bağlı Pelikan grubuyla birlikte hareket eden Metin Külünk, İşkencedere'deki halkı emperyalistlerle işbirliği yapmak ile suçluyor. İstibdadın askeri kanadının vurucu gücü olan, doğrudan doğruya İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'ya bağlı olan İkizdere Jandarma Komutanlığı, iş makinelerinin çalışmalarını sürdürebilmesi için vadide direnen köylülere gaz bombalarıyla ve coplarla saldırıyor, gözaltına alıyor, yaşlı, genç, kadın, çocuk ayırmaksızın bütün bir halka eziyet ediyor. Yine istibdadın Erdoğan kanadına yakın Yeni Şafak, Sabah, Takvim, Akşam gibi gazeteler, İkizdere halkına yönelik kara propaganda faaliyetlerini durmadan sürdürüyorlar. İstibdadın askeri ve sivil kanatları, kendi içlerinde ne denli çelişki yaşarlarsa yaşasınlar, konu sermayeye hizmet etmek olunca aralarındaki çelişkileri unutuyorlar.
Amerikan muhalefetinin ikiyüzlü tavrı
İkizdere'deki direniş alanına, başta CHP olmak üzere, Amerikan muhalefetinde yer alan çeşitli siyasi partilerden destek ziyaretleri yapılıyor. CHP'li Mehmet Bekaroğlu, Mahmut Tanal, Kadim Durmaz, Ali Öztunç, Ahmet Kaya ve Mustafa Adıgüzel, köylülerle birlikte direniş alanında zaman geçiriyorlar. Amerikan muhalefetinin "beşli çete" olarak adlandırdığı, AKP iktidarıyla birlikte zenginleşen müteahhitlerden Mehmet Cengiz'in İşkencedere'ye yönelik taarruzunu hep bir ağızdan kınıyorlar. Bunlara İYİ Parti'den ayrılarak yeni bir siyasi oluşuma gideceği söylenen Ümit Özdağ ve HDP'yi de eklemek mümkün.
Ne var ki, aynı CHP, "beşli çete" ile uzlaşır bir görüntü vermekten de hiç imtina etmiyor. CHP'nin yükselen yıldızlarından, gelecek cumhurbaşkanlığı seçiminde adaylık için adı geçen Ekrem İmamoğlu, mazbatasını aldıktan sadece üç ay sonra, Mehmet Cengiz'in kardeşi ve iş ortağı Ekrem Cengiz ile son derece samimi pozlar vermişti. Yine CHP lideri Kılıçdaroğlu da, bir yandan "beşli çetenin elindeki tüm yatırımları kamulaştıracağız" derken, öbür yandan da "Kamulaştırma bedelini ödeyeceğiz" demektedir. Hangi bedel bu? "Kamulaştırma bedeli ödenerek yapılacak kamulaştırma" gerçek bir kamulaştırma değil, olsa olsa Koçlara, Sabancılara, Kaslowskilere, velhasıl TÜSİAD sermayesine kamu ihalelerinden daha çok pay ayrılması demektir. Bu arada "beşli çete" olarak adlandırılan sermayedarlardan Limak sahibi Nihat Özdemir'in de TÜSİAD üyesi olduğunu anımsatalım.
Aynı şekilde Amerikan muhalefetindeki diğer kişi ve oluşumların, hatta içinde sosyalistleri barındırsa da HDP'nin bile tavrının tutarsız olduğunu söylemeden geçmeyelim. Zira, İşkencedere'yi talana girişen Cengiz İnşaat, "beşli çetenin varlıklarının kamulaştırılması" tartışmalarında en büyük desteği TÜSİAD'dan almaktadır. TÜSİAD, göstermelik bile olsa kamulaştırma sözü edilince bunu "özel mülkiyet hakkına saldırı" diye addederek karşı saldırıya geçti. Simone Kaslowski, “Son zamanlarda maalesef mülkiyet haklarını ihlal edecek türde bazı açıklamaların farklı siyasi partilerce dile getirildiğine şahit oluyoruz. Türkiye hür teşebbüs ve mülkiyet haklarının garanti altında olduğu bir ülkedir. Herhangi bir özel şirketin mülkiyet haklarını çiğneyecek bir şekilde kamulaştırılması asla söz konusu olmamalıdır. Haksızlıklarla mücadele edilmek isteniliyorsa izlenecek yol hukuk kuralları içerisinde olmalıdır” ifadeleriyle "beşli çetenin" mallarının kamulaştırılmasına karşı tavır aldı. Tabii ki bu tavrı Mehmet Cengiz'i ve "beşli çeteyi" sevdiğinden değil, kamulaştırma gerçeğiyle kendilerinin de karşı karşıya kalma olasılığına karşı takındı.
TÜSİAD'ın sözcülüğüne soyunan Amerikan muhalefetinin de, seçim dönemlerinde TÜSİAD'ın kapısını aşındıran HDP'nin de İşkencedere'deki tavrı tutarsızdır. İşkencedere'deki doğa talanına karşı durmak, aynı zamanda bu talanın faili olan sermayeye ve sermayenin istibdadına karşı durmayı da gerektirir.
Ortakların arasına giren direniş
MHP Genel Merkezi, İşkencedere'de yaşananlara ilişkin bir açıklama yapmazken, İkizdere'nin MHP'li Belediye Başkanı Hakan Karagöz, taş ocağının yapılmasına karşı açıktan tavır aldı. Karagöz, her ne kadar "bölgeye yapılan yatırımlardan" söz etse de, yapılan projenin yanlış bir proje olduğunu söyledi. Hakan Karagöz, direnişi "HDP ve PKK provokasyonu" olarak karalamaya çalışan AKP İlçe Başkanı Mustafa Havuz'u "ortalığı CHP'lilere ve HDP'lilere bırakmak" ve "Cumhur İttifakı'na zarar vermek" ile suçladı. Havuz ise "Cumhur İttifakı'na siz zaten seçim sürecinden beri yeterince zarar verdiniz" diyerek Karagöz'e karşı suçlamada bulundu.
AKP'li Havuz'un "Seçim sürecinden beri zarar verdiniz" diyerek suçladığı Karagöz, son yerel seçimlerde Cumhur İttifakı'nın kurulmadığı ilçede AKP'ye karşı aday olmuş, AKP'li Ali Fuat Yıldırım'ı geçerek İkizdere Belediye Başkanı seçilmişti. Aynı şekilde, ittifakın oluşturulmadığı ilçelerden Çayeli ve Derepazarı'nda da MHP adayları, AKP'yi geçerek belediye başkanlıklarını kazandı. MHP'li Karagöz'ün bu çıkışını, vadideki taş ocağından çok ittifak ortağı AKP'ye karşı ittifaktaki konumunu güçlendirmek için yapılan bir çıkış olarak görmek mümkün. Aynı şekilde, AKP'li Havuz'un da yerel seçim sürecindeki yenilgiden dolayı ittifak ortağı MHP'ye bilendiğini, bu direniş vesilesiyle iki ortak arasında uzun zamandır var olan çelişkilerin daha da görünür hale geldiğini söyleyebiliriz.
Sosyal medya muhalefeti
Direnişin ilk günlerinden bugüne dek, sosyal medyada çok yaygın bir biçimde, direnen İkizdere halkına yönelik "eleştirel" ve suçlayıcı paylaşımların yapıldığını görüyoruz. "İkizdere halkı hep AKP'ye oy verdi, sürünsünler" tarzı paylaşımlar ile İkizdere halkı suçlanıyor. Bu bakış açısı, baştan sona dek hatalı, apolitik ve yanlış bir bakış açısı.
Bir kere, söz konusu doğa talanı sadece İkizdere ile sınırlı değil. Çanakkale'deki Kaz Dağları'ndan Dersim'deki Munzur Vadisi'ne, Rize'deki İşkencedere Vadisi'nden Mersin Akkuyu'ya dek ülkenin her yerinde doğa talanı, sermaye ve işbirlikçi iktidarlar eliyle yürütüldü, yürütülüyor. Dolayısıyla, meseleye bütünlüklü olarak yaklaşıldığında, sorunun sadece İkizdere ile sınırlı olmadığı, bütün bir ülkeyi içine alan yağma ve talan düzeninin doğal yaşamı büyük ölçüde ortadan kaldırdığı görülecektir.
Ayrıca, iktidar ile güya uzlaşmaz çelişkilere sahip olan Amerikan muhalefetinin, söz konusu sermayenin çıkarları olduğunda nasıl yan yana geldiğini, aynı sermaye yanlısı politikaları farklı kılıflara sokarak uygulamayı vaat ettiğini düşünürsek, İkizdere halkının AKP'ye verdiği oylar çok masum kalıyor.
Talanı durdurmanın yolu örgütlü mücadeleden geçer
Bugün sermaye, doğal yaşama karşı büyük bir taarruza girişmiş durumda. Kaz Dağları'ndan Munzur Vadisi'ne, İşkencedere'den Zilan Vadisi'ne kadar ülkenin her yeri, büyük bir talana ve yağmaya açıldı. Şirketlerin bu yağmasına, Kirazlıyayla, Kağ Dağları, İşkencedere gibi örneklerde görüldüğü gibi pek çok kez jandarmanın saldırısı da eşlik ediyor. Yıllarca "Askeri vesayetten" yakınan AKP'liler, askeri birlikler eşliğinde doğa talanını sürdürmeye devam ediyorlar. Amerikan muhalefeti ise, bir yandan bu doğa talanına karşı görünüp, öbür yandan da bu doğa talanının faili olan sermayedarlar ile ilişkilerini sürdürüyorlar.
Yaşam alanlarımızı hedef alan bu doğa talanını durdurmanın yolu, birleşik ve örgütlü bir antikapitalist mücadeleden geçmektedir. İşçi sınıfının ekmek ve hürriyet mücadelesi ile köylülerin yaşam alanlarına karşı girişilen saldırılara karşı verdikleri mücadele birleştirilmelidir. Zira köylülerin vadilerini, ormanlarını, derelerini yok eden rant hırsı ile işçileri iş cinayetlerine kurban eden, 177.000 işçiyi Kod-29 ile işsizliğe, açlığa ve sefalete mahkûm eden, sendikal örgütlenmeye karşı her türlü saldırıyı hak sayan kar hırsının kaynağı aynıdır ve her ikisi de aynı bataklıktan beslenmektedir. Bataklık kurutulmadan bu saldırıların sonu gelmeyecektir.