Hakan Fidan olayı emperyalizmin ve Siyonizm’in Erdoğan’a mesajıdır
ABD’nin önde gelen gazetelerinden Wall Street Journal ve Washington Post’ta MİT’in İsrail ajanlarını İran’a ihbar ettiği yönünde haberler çıkması ile MİT müsteşarı Hakan Fidan ismi bir kez daha gündeme oturdu. Hakan Fidan daha önce İsrail tarafından İran’a yakın olmakla eleştirilmiş, daha sonra da PKK ile yapılan Oslo görüşmelerinde üstlendiği rol dolayısıyla özel yetkili savcı tarafından hakkında soruşturma açılması istenmişti. Bu soruşturma sürecinin en büyük destekçisinin ise Gülen cemaati olduğu biliniyor.
Hakan Fidan’ın isminin bu şekilde yeniden gündeme gelmesi basit bir istihbarat savaşı olarak ele alınmamalıdır. Zira Hakan Fidan ismi gerek Oslo görüşmeleri ile ilgili soruşturma sürecinde, gerekse de son tartışmalarda açıkça Başbakan Erdoğan tarafından himaye altına alınmıştır. Daha önce MİT müsteşarının soruşturulmasını engellemek için özel yasa çıkaran Erdoğan son süreçte de MİT müsteşarının hakkındaki iddiaları yalanlamış ve Fidan’ın arkasında durduğunu net bir şekilde ifade etmiştir.
AKP’nin çöken dış politikası
Durum böyle olunca Hakan Fidan ismiyle birlikte gündeme getirilen olgunun sadece MİT’in eylemleri değil bizzat Erdoğan’ın dış politikası olduğunu görmek gerekmektedir. AKP’nin dış politkasının son durumuna bakıldığında ise tam bir iflas hali göze çarpmaktadır. Bu iflas sıfırcı paşa Davutoğlu’nun meşhur “komuşlarla sıfır sorun” politikasının sıfır komşuyla sonuçlanmasının da ötesindedir. Özellikle Suriye’de iflas skandal boyutuna ulaşmıştır. Esad rejiminin hızla yıkılacağını öngören Türkiye, Sünni mezhepçi bir politika ile Suriye iç savaşına taraf olmuş, bu savaşta İran tarafından desteklenen rejimi yenilgiye uğratamayınca giderek daha radikal İslamcı güçlerle işbirliğini geliştirmiş, sonunda Suriye’de savaşı kazanamadığı gibi bu savaşı kendi topraklarına taşımıştır.
Çöküş Reyhanlı katliamı ile başlamıştır. Reyhanlı katliamının El Kaide bağlantılı gruplarca gerçekleştirildiğine işaret eden jandarma istihbarat belgelerinin basına sızmasıyla AKP’nin Suriye politikası açıkça zan altında kalmıştır. Daha sonra Adana’da yapılan bir El Kaide operasyonunda öldürücü bir kimyasal silah hammaddesi olan sarin ele geçirilmiştir. Gota’ya yapılan ve hâlâ kimin yaptığı açıkça ortaya çıkmamış olan kimyasal saldırılarda da sarin gazı kullanılmıştır. AKP hükümeti Gota saldırısının ardından emperyalist bir saldırının başlatılması için her türlü girişimi yaptıysa da, Bush-Blair dönemi politikalarından ağzı yanan, ülke içindeki kontrolsüz radikal İslamcı grupların güçlenmesinden, Rusya’nın ve İran’ın tepkisinden çekinen iç kamuoylarını ikna edemeyen emperyalistlerin caymasıyla Türkiye tek başına kalmıştır.
Mısır’da Müslüman Kardeşler iktidarı ile emperyalizm ve Siyonizme destek kıtası oluşturan AKP hükümeti bu ittifak üzerinden rol kapma peşindeyken Sisi’nin bonapartist darbesiyle yine eli boş kalakalmıştır. Nihayet Irak’ta terörizm ve suikast girişimi iddiası ile kovulmuş Sünni lider Haşimi’ye kucak açıp Şii Başbakan Maliki ile sinir savaşına giren Türkiye, tek taraflı olarak Kürt yönetimi ile anlaşarak Kerkük petrollerini pazarlamak istemiş ama bu politikasında da ne ABD’ye yaranabilmiş ne de istediklerine ulaşabilmiştir.
AKP’nin dış politikasında keskin dönüş sinyalleri
Bu çöküş tablosunun bir sonucu olarak AKP hükümeti dış politikanın tüm alanlarında dönüş yapma ihtiyacı içine girmiştir. Suriye’de aşırı İslamcı gruplara verdiği desteği azaltmaya ve desteğini Batı yanlısı ılımlı güçlerle (Müslüman Kardeşler) sınırlamaya eğilim göstermeye başlamıştır Mısır’da “dayan Mursi seninleyiz” politikası Mısır’la “ilişkileri sürdürme” politikasına dönmüştür. Irak’ta Davutoğlu yeni bir sayfa açmak üzere Maliki’nin huzuruna gönderilmiştir. Tüm bunlar AKP’nin bölgede ABD ve İsrail çıkarlarıyla tam olarak çelişmeden ama kendine mümkün olduğu kadar nüfuz alanı açmaya çalışan politikalardan keskin bir dönüştür. Ancak söz konusu keskin dönüşe rağmen bu kadar yalpalayan ve tutarsızlıklarla dolu bir dış politika ile ABD’li ve İsrailli müttefiklere güven verilmesi olanaksızdır. İşte bu noktada Hakan Fidan üzerinden AKP’ye bir mesaj yollanmıştır. Hakan Fidan’ın İran’la ilişkilerinin gündeme getirilmesiyle verilen mesaja göre, daha önceki dış politikanın planlayıcı ve uygulayıcıları aynı kaldığı sürece ne ABD ne de İsrail, Türkiye hükümetine yeterli bir güven içinde hareket etmeyecektir. ABD ve İsrail’in Türk dış politikasını Hakan Fidan’ın belirlediğini düşünmediği ve mesajı esas olarak Erdoğan’a gönderdiği açıktır.
ABD ve İsrail tam teslimiyet istiyor
Bu açıdan bakıldığında karmaşık tablo biraz olsun netleşmektedir. AKP hükümeti ABD ve İsrail’le zaman zaman ters düşen ve bu şekilde kendisine alan açmayı düşündüğü tüm cephelerde çuvallamıştır. Politik olarak bozguna uğramış biçimde geri çekilmektedir. Bu geri çekiliş içinde ise gerek kadrolarını koruyarak gerekse de Çin’le füze anlaşması gibi başlıklardaki tutumlarıyla kuyruğu dik tutmaya çalışmaktadır. Ancak Erdoğan nasıl ABD ve İsrail’in zaaflarını görüp ona göre adımlar attıysa şimdi muhatapları da aynı şeyi yapmaktadır. ABD ve İsrail bozguna uğramış bir Erdoğan hükümetine artık pek az taviz vermeye niyetlidir. Gerekirse tüm hizmetleri için teşekkür edip Erdoğan’la yolları ayırmak emperyalizm ve Siyonizm’in masasındaki önemli seçeneklerden biri haline gelmiştir. Ricciardone ile Kılıçdaroğlu’nun gizli görüşmesi hemen peşinden Kılıçdaroğlu’nun tüm ekibiyle birlikte Sarıgül’ü partisine çağırması hiç de tesadüf değildir.
Emperyalizm ve Siyonizme karşı mücadele edilmeden AKP’ye karşı çıkılamaz
Sosyalistler ve işçi hareketi dikkatlı olmalıdır. AKP hükümetine karşı verdiğimiz haklı mücadelenin emperyalizmin ve NATO’nun kulvarına hapsedilmesi tehlikesi yükselmektedir. Bu tehlikeden uzak durmak için AKP’ye ve Erdoğan’a karşı en ufak bir yanılsama içinde olunamaz. Ama Kılıçdaroğlu, Fethullah, Sarıgül, MHP hattındaki yeni oluşumların da kime hizmet edeceği açıktır. Doğru yolda kalmak için sermayeye, emperyalizme, NATO’ya ve Siyonizme karşı uzlaşmaz bir mücadelede diretmek tek çıkar yoldur.
* * *
İçeriden kim?
Tayyip Erdoğan, Hakan Fidan ile ilgili tartışmada çok konuşmadı. Bir kere konuştu, “biz memnun olduğumuz bürokratımıza, teknokratımıza sahip çıkarız, onun icazetini de birilerinden almayız” dedi. Buraya kadar anlaşılır. Ama Erdoğan bu tek konuşmasında konuya şöyle girdi: “Bakıyorsunuz, MİT Müsteşarımız ile uğraşılıyor. İçeriden de, dışarıdan da uğraşanlar var.” Dışarıdan kimlerin uğraştığı ortada. Peki “içeriden”? Tabii ki, cemaat! Erdoğan, cemaati, ABD ve Siyonist lobi (Wall Street Journal) ile tek bir solukta sayarak hem cemaatle kendi arasındaki gerilimi teslim etmiş oluyor, hem de onu “dışarıdakiler”le işbirliği içinde gösteriyor. İç savaşın iç savaşı sıhhat ve afiyette!
Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Kasım 2013 tarihli 49. sayısında yayınlamıştır.