Cerablus’u bırak, Gaziantep’e bak!

Cerablus’a düzenlenen askeri operasyonun esas olarak Rojava’nın Kobani (Kobanê) ve Afrin (Efrîn) kantonlarının birleşmesine, Suriye’de kurulmuş bu Kürt siyasi biriminin savunma gücü YPG’nin Fırat’ın Batısına geçmiş olmasına karşı yapıldığı Gerçek’in harekâtın ilk gününde yayınladığı “karşı manşet” yazısında (http://gercekgazetesi.net/karsi-manset/cerablus-operasyonu-ne-icin-yapiliyor) ortaya konulmuştu. Bunu operasyon başladıktan sonra devletin resmi açıklaması ve Erdoğan ile Yıldırım’ın demeçleri de açıkça ortaya koymuş bulunuyor.

Söylenen, operasyonun üç amacı olduğudur: “sınır güvenliği”, “IŞİD ile mücadelede koalisyon güçlerine destek” ve “Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlamak”. İlk noktayı ciddiye almak mümkün değil. Türkiye’de güvenlik sorunu sınırla sınırlı değil! IŞİD/DAİŞ İstanbul’da, Ankara’da, her yerde vuruyor. Erdoğan Gaziantep ve Kilis’i örnek vermiş. Gaziantep uygun bir anda geldi, ama Kilis günler, hatta haftalar boyu IŞİD tarafından vurulurken AKP hükümetinin valisi füzelerin “yerçekimi dolayısıyla düştüğünü” söyleyecek kadar utanmazlığı ele almıştı! Şimdi sınır güvenliği ya da insani güvenlik gerekçesi hiçbir inandırıcılık taşımıyor.

“IŞİD ile mücadelede koalisyon güçlerine destek” meselesi çok tuhaf bir tınıya sahip. “Koalisyon” denen 62 ülkelik toplamın ABD yönetiminde çalıştığı ortada. AKP hükümetinin tam da başarısız darbe girişimi dolayısıyla ABD’yi neredeyse Türkiye’yi yıkmaya kararlı düşman statüsüne yerleştirmiş olduğu bir aşamada, “koalisyon güçleri” adı altında ABD’ye destek açıklaması olsa olsa AKP’nin sözde anti Amerikancılığının ne kadar sığ olduğunu bir kez daha göstermekten başka bir işe yaramaz! Kaldı ki AKP’nin DAİŞ ile gizli ilişkisi herkesin ağzında. Kim AKP hükümetinden yararlansa susuyor, ama arası biraz açılsa bu konuda açılıp saçılıyor. 24 Kasım’da uçağı düşürüldükten sonra Rusya koskoca brifinglerle AKP ile DAİŞ arasında bir ittifak olduğunu deliller temelinde dünyaya ilan etmişti. Şimdi Rusya Türkiye ile barıştı. Buna karşılık Almanya ile Türkiye’nin arası açıldı. Bu kez Almanya İçişleri Bakanlığı’nın raporu (elbette kasıtlı olarak) basına sızdırıldı: Türkiye DAİŞ’e ciddi yardımda bulunuyor bu kuruma göre. Şimdi bir tek Cerablus operasyonu vesilesiyle dünyanın bütün bu yapılanları yok saymasını falan beklemeyin!

Geriye “Suriye’nin toprak bütünlüğü” kalıyor. Üçüncü amaç dünyaya diplomatik dille böyle açıklanıyor. Ama Erdoğan’ın demecinde de, Binali Yıldırım’ın televizyon konuşmasında da hedefin PYD-YPG olduğu, “toprak bütünlüğü” ifadesinin ardında bunun yattığı açıkça ortaya çıkıyor. Öyleyse, bu mesele berraklığa kavuşmuştur, artık tartışmaya gerek yok: Cerablus operasyonu Rojava’ya, PYD’ye, YPG’ye, yani Kürtlere karşıdır!

Şimdi işin daha ince yönlerine bakalım.

Türkiye kaç vites küçülttü?

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) Suriye’ye asker sokması bundan sadece birkaç ay önce yapılsaydı tarihi bir önem taşırdı. Yarın da öyle olabilir. Ama bugün sadece Rojava’ya bir uyarı niteliğini taşıyor. DAİŞ’in Cerablus’tan çekilmesi ve kentin kolay bir şekilde TSK ile onun emrindeki birtakım güçlerin (bunlara birazdan döneceğiz) eline geçmesi, PYD-YPG açısından ciddi bir sonuçtur. Ama ironik biçimde aynı zamanda Türkiye için bir geri adımdır. Görelim.

Gerçek gazetesi 2015 başından itibaren Tayyip Erdoğan’ın zora düştüğünde sadece Kürt savaşını değil, Suriye’de bir savaşı da koz olarak kullanma ihtimalinin yüksek olduğunu saptamıştı. Kürt savaşı Erdoğan 7 Haziran 2015 seçimleriyle zora düştüğünde yeniden başlatıldı. Ama Suriye savaşının önünü Rusya kesti. Putin’in 2015 Eylül sonunda Rus askeri güçlerini Suriye’ye yollamasının amacının bu olduğunu Gerçek derhal tespit etmişti (http://gercekgazetesi.net/gundemdekiler/putinin-hamlesi-erdoganin-onunu-kesmek-icin). Özellikle 24 Kasım’da Rus uçağı düşürüldükten sonra Suriye semaları Türkiye için fiilen yasak hale geldi. Şimdi TSK harekâtının Hava Kuvvetleri’nin bombardımanı ile desteklenmesi, Türkiye’nin Suriye’deki askeri faaliyetine konmuş olan bu ilan edilmemiş ambargonun kaldırılması anlamına geliyor.

Bu nasıl oldu? Herkesin bildiği gibi, darbe girişiminde uluslararası alanda derin bir yalnızlığa düşen Erdoğan ve AKP hükümeti Suriye konusunda Rusya-İran kampına teslim oldu. Erdoğan 9 Ağustos’ta Moskova’da “aziz dostu Vladimir”e teşekkürler etti. Binali Yıldırım, Rusya’nın Eylül 2015’te ABD’ye kabul ettirmiş olduğu (ve Gerçek’in erkenden işaret ettiği) “Esad’lı geçiş, Esad’sız çözüm” formülünü açıkça onayladı. Yani Türkiye Cenevre III olarak anılan barış görüşmelerinin tanımladığı alana katılmış oldu!

Oysa daha 2015 Aralık ayında Suud-Katar-AKP Türkiyesi üçlüsü Şiilerle ve Alevilerle savaşmak için “Terör Karşıtı İslam Birliği” adı altında bir İslam ordusu kurmuştu, Ocak ayında bu üçlü Cenevre III karşısındaki en büyük muhalif güçtü (http://gercekgazetesi.net/uluslararasi/suriye-nereye). Sadece altı ay önce, Şubat ayında bu üçlü az kaldı Suriye’ye asker sokarak bir dünya savaşı tehlikesi yaratacaktı. Dışişleri Bakanı Mevlût Çavuşoğlu, o dönemde “Türkiye ve Suudi Arabistan, biz, hepimiz kara operasyonuna girebiliriz” diyordu (http://gercekgazetesi.net/uluslararasi/mezhepci-troykanin-panigi-abd-ile-rusyanin-poker-oyunu-esadin-ikinci-bahari). Bu tehlike ABD tarafından engellendi. Nisan ayında bile Suudi Arabistan aynı anda iki savaş yapabileceğini (güneyde Yemen, kuzeyde Suriye ya da İran) kanıtlamak için Türkiye ve Pakistan başta olmak üzere Sünni çoğunluklu ülkelerle birlikte ülkenin kuzeyinde dev bir askeri manevra düzenliyordu (http://gercekgazetesi.net/uluslararasi/cenevre-iii-manevra-iki). Türkiye işte bütün bunlardan geri basmış oluyor! Cerablus bu sayede, Rusya’nın açık izni olsa da olmasa da, Rusya’nın tanımladığı siyasi-askeri çerçeve içinde gerçekleşti.

Bakın şimdi ABD Başkan Yardımcısı Joseph Biden Türkiye’ye gelirken uçakta gazetecilere Cerablus hazırlığının bir yıldır yapılmakta olduğu açıklanıyor. “Cumhurbaşkanlığı’ndan bir yetkili” ise yabancı basına yaptığı açıklamada iki yıldan söz ediyor. Açıklamada gecikmenin nedenleri, “ABD’nin planı yetersiz görmesi, Türk ordusu içindeki bazı komutanların direnci ve Rusya ile yaşanan kriz” olarak sıralanıyor (Cumhuriyet, 26 Ağustos 2016, vurgu bizim). Yani, Rusya ile gerginlik devam etseydi, bu operasyon yapılamayacaktı. Bu kadar basit!

Öyleyse Cerablus operasyonu ne kadar anlı şanlı bir harekât gibi gösterilmeye çalışılsa da aslında Türkiye’nin Suriye politikasında yenildiğinin tescil edildiği andır. Şimdi yangından bir şeyler kurtarılmaya çalışılıyor, başka bir şey değil. AKP Suriye’de politik açıdan yenilgiyi kabul etmiştir.

Fırat’ın doğusu ve batısı

AKP yönetimi sadece Suriye’deki büyük hedeflerinden, “Emevi camiinde namaz kılmak”tan vazgeçmiş olmadı. Şimdi YPG’nin Fırat’ın batısından çekilmesi talebiyle birlikte aynı zamanda örtülü olarak Rojava’nın varlığını da onaylamış oldu. Sormak lazım: 800 küsur kilometrelik Suriye sınırının ne kadarından söz ediyorsunuz? Rojava’nın var olan üç kantonu zaten Türkiye sınırı boyunca çok uzun bir mesafeyi kaplıyor. Kobani ile Afrin arasındaki bölüm toplamın epeyce kısa bir bölümüdür. YPG’nin geldiği Kobani topraklarına geri dönmesini talep etmek, dolaylı olarak YPG’nin varlığının o döndüğü yerde meşru olduğunu söylemekle eşanlamlıdır. Oysa Rojava Temmuz 2012’de ilk kurulduğundan bu yana AKP yönetimi bir Kürt siyasi birimine izin vermeyeceğini söylüyor. Daha ilk günlerde Erdoğan “eyvallah demeyiz” demişti. Ama şimdi, Fırat’ın doğusuna çekilme talebi, ileri sürülebilen tek talep.

Üstelik, operasyonun üçüncü amacının diplomatik bir dille ifade edilmek zorunda olması, yani operasyonun esas YPG’ye karşı yapıldığının açıklanmayıp “Suriye’nin toprak bütünlüğünün sağlanması” üzerinde durulması Türkiye’nin konumunun zayıflığını daha da vurguluyor. Biraz önce gördük ki Cerablus değil Mınbiç de alınsa bu amaca hizmet edilemez. Çünkü geride koskoca Rojava kantonları var! Ama AKP hükümetleri için sorun daha da vahim: Rojava’nın kendisi zaten Suriye devletinin bütünlüğünü sorgulayan bir tarzda kurulmuş bir birim değil! PYD Suriye’nin federal bir yönetime sahip olmasını savunuyor sadece. Rojava’nın da bunun bir parçası olmasını. Ama AKP hükümeti bundan rahatsız. Yani ileri sürebildiği tek diplomatik formül bile hükümetin amaçlarına hizmet etmiyor!

Kısacası, Cerablus harekâtı bir kazanım getiriyor AKP yönetimine: “Kürt koridoru” denen Irak’tan Akdeniz’e, Irak’ın Kürdistan Bölgesel Yönetimi de dâhil edilirse İran’dan Akdeniz’e uzanacak birleşik bir toprak parçası şimdilik engellenmiş oluyor. Ama bu arada Rojava da meşrulaşıyor.

ÖSO: Hayalet ordu

Operasyonda adına Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) denen birtakım birliklerin kullanılmasının tek amacı, Türkiye’yi Suriye’nin “egemenlik ihlali” eleştirisinden korumak, uluslararası camia nezdinde harekâta meşruiyet kazandırmak. Cerablus’u Cerabluslular geri alıyor! Oysa durum komiktir. Bu birlikler büyük ölçüde Türkiye’nin kendi eliyle kurdurtarak Suriye Baas rejimine karşı kullandığı Türkmen tugaylarından oluşmuştur. Geçen yıl Suriye ordusu ile bu tugaylar, Lazkiye’nin kuzeyinde Bayır Bucak bölgesinde Türkmenlerin Türkmen Dağı adını verdikleri yörede çarpışmış, savaşı kaybeden tugaylar Türkiye’ye sürülmüştü. İşte şimdi ÖSO diye yeniden paketlenen birlikler bunlardır. Söylenene göre bu birlikler kırmızı, Arap birlikler ise mavi pazu bendi taşıyor. Bu birlikler içinde mavi pazu bendi taşıyan kaç kişi vardır, bilinmez. Bunların da ne kadarı mesela El Nusracılardan devşirilmiş paralı askerdir, o da bilinmez. Ama burada Türkiye’nin durumu kendi kurdurttuğu ve beslediği gayri nizami harp birliklerini ÖSO adında bir hayalet ordu olarak savaş alanına sürmesidir.

ÖSO 2011 yılında Türkiye’de kurulmuş, 2012 yılından itibaren ABD’nin desteğiyle güçlenmesi için çaba gösterilen, sözde “ılımlı İslamcıları” (yani AKP’nin müttefiki İhvan-ı Müslimin taraftarlarını) ve laik muhalifleri bir araya getiren bir askeri güçtü. 2013 sonunda çöktü. Bugün aniden ÖSO’yu savaş alanına sürmek bir zombiler ordusuna yaslanmak demektir!

Durumun gülünçlüğünü anlatmak için bir örnek verelim. Basında hükümetin "ÖSO" olarak andığı birliklerin esas olarak Türkmen tugaylarından oluştuğu epeyce açık yazıyor. Bu tugayların Necmettiin Erbakan, Yavuz Sultan Selim, Fatih Sultan Mehmet, Sultan Abdülhamid, Zahir Baybars gibi adları var, ama güçlerin başını Sultan Murat Tugayı ile Nurettin Zengi Tugayı çekiyor. Nurettin Zengi kim derseniz, 12. yüzyılda Büyük Selçuklu Devleti'nin Halep beyi diyebiliriz. Tarih bilinci müthiş! Şimdi bütün bunları yazan basın, bir de Türkmen Tugayları dışında harekâta katılan Arap gruplarını yazıyor. Al Jabha al Şamiyye, Faylaq al Şam ve...Nur  al deen al Zanghi Tugayı. Tanıdık mı geldi? Nurettin Zengi'yi Arapça yazıp İngilizce'ye çevirirseniz, Nur al Deen (Din'in Nuru demek) Zanghi olur, doğrudan Türkçe yazarsanız, Nurettin Zengi. Kısacası, Arap dedikleri de Türk!

Durum 1916’da Britanya ve Fransa emperyalistlerinin Sykes-Picot anlaşmasının askeri gereklerini yerine getirmek için kışkırttığı, şatafatlı bir adla “Büyük Arap İsyanı” olarak anılan tarihi olayın bir küçük karikatürüdür. 1916-18 arasında Mekke Şerifi Hüseyin ve oğulları bu iki emperyalist gücün himayesinde Osmanlı’ya karşı bir savaş başlatmıştı. Güya bir “Arap İsyanı” olarak sunulan bu tarihi olayda mesela Britanya veya Fransa orduları Osmanlı’yı yenilgiye uğratarak bir kenti fethediyor, sonra kentin dışına çıkarak Arap ordularının muzaffer (!) biçimde kente girmesine izin veriyordu. ÖSO diye anılan hayalet ordunun Cerablus’un alınmasındaki rolü hiç farklı değildir!

Burada yapılan manevra o kadar saydamdır ki, Suriye sözcüsü harekâta, terörle mücadelenin “IŞİD’i çıkartıp yerine Türkiye’nin doğrudan desteklediği başka terör örgütlerini yerleştirmekle olmayacağı” gerekçesiyle karşı çıkmıştır!

Kürt hareketine dersler

Devrimci İşçi Partisi, uzun süredir, PYD-YPG’nin izlediği politikaya ilişkin olarak, emperyalizmle işbirliğinin ulusal kurtuluş için tutulacak yol olmadığını vurguluyor. (En yakın örnek için bkz. http://gercekgazetesi.net/dip-bildirisi/dip-merkez-komitesi-bildirisi-anti-emperyalist-olmadan-halklarin-kardesligi.) Bunun bir boyutu olarak da hep Türkiye’nin ABD’nin amaçlarını yerine getirdiği takdirde ABD’nin Kürtlere sırt çevirebileceğini vurguladık. Türkiye’nin bu tür bir operasyona girişmesinin hazırlıklarının muhtemelen yapılmakta olduğunu söyledik. Yukarıda en az bir yıldır, belki de iki yıldır bu tür bir operasyonun hazırlanmakta olduğuna dair bilgilerin bazına sızdığına işaret ettik. İşte o gün gelmiştir.

Bakın o gün gelince ne oldu: Türkiye kendi çıkarları doğrultusunda da olsa DAİŞ’i Cerablus’taki mevzilerinden söküp uzaklaştırmaya giriştiği anda, ABD YPG’ye Fırat’ın doğusuna geçmesi gerektiğini bir dayatma olarak açıkladı. YPG temsilcisinin, kararı Suriye Demokratik Güçleri’nin vereceğini söylemesi, ABD dayatmasına boyun eğerek Fırat’ın doğusuna döndüklerini gizleme yolunda kimseyi inandırmayacak bir manevradır. Diğer yandan YPG, her şeye rağmen Fırat'ın batısında kalmayı tercih ederse ABD açıkça desteğini çekeceğini açıklamıştır. Bu durumda ABD, yine YPG'ye bu sefer müttefiki NATO ordusunun baskısıyla Fırat'ın doğusuna çekilmeyi zorla dayatmış olacaktır.

Şimdi ne oldu? YPG, DAİŞ’i  adım adım bölgeden uzaklaştırdı. 12 Ağustos’ta Mınbiç’i düşürdü. Bu uğurda kayıplar verdi. Bütün bu askeri faaliyet sırasında ABD YPG’yi havadan ve lojistik/planlama bakımından destekledi. Ama şimdi YPG herhangi bir şey elde etmeden gerisin geriye dönmekle karşı karşıya. Fırat’ın batısı ile Azez arasındaki bölgede verilen savaş açısından sıfıra sıfır, elde var sıfır! Yalnızca emperyalizmin askeri amaçlarına hizmet etmiş oldu.

Rojava’nın evcilleştirilmesi girişimleri yarın bütünüyle başarıya ulaşırsa bundan daha ağırı da yaşanır (Bkz. http://gercekgazetesi.net/uluslararasi/rojavanin-evcillestirilmesi ve http://gercekgazetesi.net/ulusal-sorun/rojavayi-cozmek-icin-ucuncu-tur). Bu gelişmenin ders olacağını umuyoruz.

Tehlike devam ediyor!

Şimdi bu operasyon ABD destekli, Rusya ve İran’dan izinli. Ama kimse gevşemesin. Cerablus operasyonu her şeye rağmen koşullar değiştiğinde Türkiye’nin Suriye’ye ve Ortadoğu’ya boylu boyunca girmesine, bataklığa saplanmasına, toptan Suriyeleşmesine yol açabilecek bir potansiyele sahiptir. Küçümsenmemelidir.

Bugün hedef bu kadar küçültüldüyse bunun anlamı AKP yönetiminin fena halde zayıflamış olmasıdır. Ama yarın ne olacağı belli olmaz. Özellikle Rusya ile dengeler değiştiğinde ABD AKP hükümetinin bu zafiyetini TSK’yı boylu boyunca Suriye’ye sokmak, kendi kirli işini TSK’ya yaptırmak için kullanabilir. Ya da 2015’te var ola tehlike, yani Suriye savaşının AKP için bir can simidi olması tehlikesi nüksedebilir. Bunlar Türkiye’nin Ortadoğu’da bir savaşa boylu boyunca girmesine yol açabilir.

Ucuz milliyetçi söylemle kolay zaferler kutlayanlara kulak vermeyin! TSK Suriye’den bir an önce çekilmelidir! DAİŞ mi dediniz? DAİŞ’in esas üssü savaştan önce 10 bin nüfuslu bir kasaba olan, o nüfusun yüzde 90’ının da göç etmiş olduğu Cerablus değil ki! DAİŞ’in çok daha önemli üsleri var. Mesela 1,5 milyon nüfuslu, sanayi kenti Gaziantep! Önce onu ve benzerlerini kurtaralım DAİŞ’ten!

Ama bunu yapabilmek için AKP ile milli mutabakat içinde el ele çalışmak değil, AKP’yle mücadele etmek gerekir!